CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker

Скачать книгу

ne dedin?” dedim.

      “Korkma, senden bahsetmedim,” dedi reklamcı arkadaşım. “İşte… Araba bakmaya gittiydim, Freelander’a baktık, kartımı bıraktım falan…”

      “İnandılar mı?” dedim sesimde hafif bir espri kımıltısıyla. İnşallah telefonunu dinlemeye almamışlardır, dedim içimden.

      “Doğruyu söyledim,” dedi reklamcı arkadaşım. “Öyle olmadı mı? Biraz eksik, eşşoğlueşşek arkadaşımızın yere batası namını kurtaralım diye, ama doğru. Zaten ortada bir numara olmadığı açıktı. Bıraktılar.”

      “Teşekkür ederim,” dedim.

      “Sen babana teşekkür et,” dedi. “Şimdi ne olacak?”

      “Bilmem,” dedim. “Bulacaklar adamı öldüreni, olacağı o…”

      “Bulaşmayacak mısın?”

      Bu sorusuna cevap verip kafasını daha çok bulandırmaya hakkım olmadığını düşündüm. Kötüsü gelirse, otomobil galerisinin içindeki kameraların görüntülerine reklamcı arkadaşımın hikâyesinden uzaklaşmadan entegre olabilirdim. Gel gelelim, üzerinde kocaman bir çarpı yoktu çekmeceden içeri ittirdiğim zarfın ama yeterince parmak izim vardı. Onları izah etmeye yeterli senaryoyu ajansının en becerikli reklam yazarları bile yazamazdı.

      “Bilmem,” dedim.

      “Bence elleşme hiç,” dedi reklamcı arkadaşım.

      “Bir daha ararlarsa haber ver,” dedim telefonu kapatmadan önce.

      Direksiyonun üzerinden hafif eğilip boşalttığım dairenin salonuna ve yatak odasına denk gelen pencerelerine baktım. Perdesiz pencerelerde, gözlük takmamış körlerin gözlerindeki boşluktan vardı sanki. Tetik dediğin her zaman küçük bir çelik parçası olmaz, dedim içimden. Sinyal yerine geçen açık bir pencere de olur.

      Eksik olan mal şimdi emniyetin garajında yatıyordu demek ki. İlk gittiğimizde araçlara alıcı gözle bakmadığıma üzüldüm.

      Otomobilimden indim. Kapıyı kilitlerken pencerelerine baktım çevredeki apartmanların. Hızla baktım bakmasına ama anormal bir şey görmedim. Ne bana ne evimin pencerelerine bakan küçük, külyutmaz görünümlü gözler yoktu. Yorgun bir akşamüstü eve dönen herhangi biri gibi ilerledim girişe doğru. Daha bir tam gün bile dolmadan, epeydir oturduğum apartmana yabancılaştığımı hissettim. Sanki biri soracak gibiydi pencereden kafasını uzatıp kime baktığımı. Anahtarlarımı çok önceden çıkardım cebimden.

      Posta kutum boştu. Aidat borçlarının yazılı olduğu listede adımın karşısında düzgün bir çizgi vardı. Bakalım kimin adı yazılacak gelecek ay, diye geçirdim içimden. Merdivenleri telaşsız tırmandım.

      Eski evimin kapısını açıp girdim içeri.

      Kaç kere girmiştim bu evin kapısından tek başıma. Kaç kere girip bir tek çöpün bile yerinden kıpırdanmadığı salonda etrafa bakmıştım. Nem içeriye de sinmişti.

      Aklımda bin bir tuhaf düşünce, bin bir kez girdiğim ev bu ev değildi şimdi. Burası İstanbul’un Akatlar semtinde, uzaktan önünde adamlar öldürülen Akmerkez manzaralı herhangi bir boş evdi. O kadar.

      Boş evin; bomboş, terk edilmiş, adama dönmesi için epey mesai gerektiren salonunun duvarının dibinde, kimsenin umursamadığı halının üstünde, “mesajım var sana” diye göz kırpan telefona doğru ilerledim. Başkasının evinde izinsiz dolaşan bir insan nasıl ürkek adımlarla yürürse öyle.

      Mesajı dinlemem için basmam gereken tuşa bastım.

      Önce biraz düşündü makine. Sonra içindeki kız yalnızca bir tek mesajım olduğunu söyledi bana. Saatini söyledi sonra. Bunları biliyordum.

      Tanıdığım bir ses, duyduğum sözleri tekrarladı sonra.

      “Remzi Bey… Remzi Bey… Hay Allah, bulsaydım çok iyi olacaktı sizi. Yardıma ihtiyacım var. Çok.”

      Buldun, dedim içimden. O sırada makinenin ekranında beliren telefon numarasına baktım.

      Kendi kendimi “Efendim?” derken duyduğumda mandala bastırıp susturdum makineyi.

      Yere oturdum. Sırtımı duvara verdim. Ekranda görünen numarayı tuşladım. Ahizeyi kulağıma götürüp bekledim.

      Cenaze evlerinde hemen açılırdı telefon.

      Hemen açılmadı. İkinci, üçüncü zili duydum. Yoksa bana da mı telesekreter çıkacak, diye endişelendim.

      “Aloo…” dedi bir kadın sesi sonra. Tam iş üstündeyiz, ne rahatsız ediyorsun tonlamasıyla cevap vermişti. Kadındı ama aradığım kadın değil.

      “Hülya Hanım’la konuşabilir miyim?” dedim. Kibardı sesim doğrusu.

      “Kimsiniz?” dedi kadın.

      Adımı vermesem daha iyi olur, diye düşündüm. Zarftan da bahsetmemeliydim bence.

      “Hülya Hanım öğleden sonra…” diye başladım. Cümleyi uygun bir palavrayla bitiririm diye umuyordum.

      İzin vermedi.

      “Hülya Hanım müsait değil…” diye neredeyse bağırdı telefona. “Lütfen rahatsız etmeyin. Onun da eşi dostu olduğunu bilin artık.”

      “Kendisi bana…” diye devam etmeyi denedim.

      “Laf anlamaz mısınız siz?” dedi kadın, sesini biraz daha yükselterek. “Rahatsız etmeyin diyorum size. Bir daha ararsanız farklı konuşurum.”

      Telefon açıldığı gibi kapandı suratıma sonra.

      Kendi kendime gülümsedim. Adrenalini yükselen bir tek ben değildim ortalıkta.

      Genellikle bir işle ilgili konuşmaya çalıştığımda bana kaba davrananlara sinirlenmem. Kaba davranmak için bir nedenleri olduğunu düşünürüm. Genellikle de vardır. O neden üzerinden çalışırım. Sonuç verir. Birisinin üstünde çalışmak için konuşabilmek gereklidir ama.

      Bir kez daha arasam, bir kez daha kapatacaktı yüzüme telefonu, bundan emindim.

      İşaretsiz zarfın peşine düşebilmek için birisiyle konuşmam gerekiyordu ancak. Yüz yüze konuşurken telefondakinden daha ikna edici olabildiğime güvenmekten başka çare yoktu. Demir tavında dövülür, dedim içimden. Oturduğum yerden kalktım.

      Evden çıktım. Hızlı adımlarla merdivenleri indim. Apartmandan çıkıp C Blok’a yöneldim. Bu apartmanın giriş yolunun benim eski apartmandan daha temiz olduğu dikkatimi çekti. Apartmanın dışında, iki sütun halinde uzanan zil butonlarının karşısındaki isimleri hızla yukarıdan aşağıya gözden geçirdim. Aradığımı ilk bakışta bulamadım.

      C

Скачать книгу