CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 8
Çakır Otomotiv’in önünde bir taksi durdu.
Eh, durabilir, dedim kendi kendime. Yine de musluk suyuyla yapılmış kahveden bir yudum aldım. Yüzümü buruşturmadım.
Taksiden dışarı uğrayan genç adam, ayakta cebini karıştırdı, aradığını ön ceplerinde bulamayınca biraz telaşlanır gibi oldu, sonra arka cebinden çıkardıklarını şöyle bir taradı, içinden birini seçti, yolcu tarafının penceresinden şoföre uzattı.
Üstünü beklemeyecek, diye bahse girdim içimden. Kazandım. Taksi indirdiği yolcunun fikrini değiştirmesinden korkuyormuş gibi hızla uzaklaştı.
Bu arada yüzünü görebildim inen yolcunun. Tanıyordum ben bu genç adamı.
Saçları bu hafta sonu acemi birliğine teslim olacakmış gibi kısa kesilmişti. Üzerinde siyah, epeyce bol olduğu için kırışık bir eşofman vardı. Eşofmanın sağından solundan bir şeyler sallanıyordu. Parlak kumaşın üstüne iliştirilmiş küçük metaller güneşte parladı.
Dur bakalım, dedim içimden. Ben bu oğlanı tanıyorum ama nereden?
Delikanlı kaldırımın kenarında etrafına baktı. Çevrede kimsecikleri görmeyince sanki hayal kırıklığına uğradı gibi bir duygu sezinledim vücut dilinden. Eşofmanının belini yukarıya çekti, Çakır Otomotiv’e doğru yürüdü. Hiç duraksamadan içeri girdi.
Gözlerimi boydan boya cam cephenin ortasındaki kapıdan ayırmadan elimi sigara paketime götürdüm. Bir sigara çektim içinden, elimde evirdim çevirdim.
Bölüm 7.3
İki kötü kahve yudumu ve elimde evirip çevirdiğim sigaranın iyice yumuşamasına yetecek kadar bir süre bekledim.
Beklemesen ne yapacaktın, diye sordum kendi kendime. Somut cevabım yoktu. Çaresiz bekledim.
Kapı açıldı sonra. Eşofmanlı delikanlı ve Kemal Çakır dışarı çıktılar.
Sigaramı paketine geri soktum. İyi ki diş macununa benzemiyor, dedim kendi kendime.
Freelander’a doğru konuşarak ilerlediler. Kemal Çakır karşısındakinden daha çok konuşuyordu. Aracın gövdesine iki kere dokundu söylediklerini kanıtlamak istiyor gibi. Eşofmanlı delikanlı dinliyordu. Arada bir eşofmanının belini yukarı çekiyordu.
Reklamcı arkadaşıma bir rakip çıktı, diye düşündüm, içimden geçen hafif bir gülümsemeyle.
Delikanlı yalnızca dinledi son söylenenleri. Kapıyı açıp direksiyona geçmedi. Kemal Çakır’ı zorlayacak sorular sormadı, aramızdaki bu mesafeye rağmen anladığıma göre. Daha çok başını sallıyordu dinlerken.
Sonra galeriye doğru ilerlediler. İçeri girdiler.
Ben etrafıma baktım. Delikanlı yüze kadar saymadan çıkacak dışarı, diye kendi kendime bahse girdim. Parası varsa sonra bir kez daha gelecek. Saymaya başladım. Yoldan geçenlere baktım sayarken. Seksen altıya geldiğimde bahsi kazandım.
Birlikte çıktılar. İkisi de gülmüyordu. El sıkıştılar ama.
Kemal Çakır döndü, galeriye girmeden önce dönüp yeni müşterisine bir kez daha baktı. Eşofmanlı delikanlı elini kaldırır kaldırmaz bir taksi durdu kaldırımın kenarında. Bindi gitti. Kemal Çakır içeri girdi.
Kötü kahvemden arta kalanlarla kalakaldım.
İşte bu kadar, dedim kendi kendime.
Kötü dedektif, içine doğan belli belirsiz bir hisse uyarak daha iki saat önce varlığından bile habersiz olduğu bir otomobil satıcısının dükkânının karşısında sotaya yatar. Berbat bir kahve eşliğinde bekler. Sigara yakamaz. Hiçbir şey olmaz. Parası var mı yok mu belli olmayan bir delikanlı, içine atacağı kızların hayaliyle bir cip bakar. Beğenir ya da beğenmez. Parası yeter ya da yetmez. Çeker gider. Kötü dedektif kalakalır.
Daha ne kadar kalakalır?
Neyi bekler?
İçinde kendisinin bile kurcalamaktan korktuğu birtakım duygularla, bunca senedir iyi kötü icra ettiği mesleğinin son işinde, mesleğinin son işinin böyle elinden kayıp gitmesine içten içe itiraz mı etmektedir? Uyanık geçinen arkadaşının ölümcül kehanetinde doğruluk payı gördüğü için mi beklemektedir? Boşalttığı evinin otoparka bakan iki salon penceresini gidip açtıktan sonra ne yapacaktır? Telefonun yanındaki son koliyi kucaklayıp gittiği yeni evde, pencerenin dışındaki çiçekleri sulamaktan başka ne yapacaktır? Yarın ne yapacaktır?
Bilmem, dedim kendi kendime. Belki bilirim ama bilmem.
Çakır Otomotiv’in karşısındaki umutsuz bekleyişime son vermeye karar verdim ama.
Gideyim, kendi zarfımı bankaya boşaltayım, bomboş evimin pencerelerini açıp işaretimi vereyim, evdeki son koliyi kucaklayayım, otomobilimi çalıştırayım ve Rumelikavağı’na kadar uzanayım, dedim.
Öyle de yaptım. Kafası aşırı jölelenmiş garsona kötü kahvenin karşılığını ödedikten sonra. Bahşiş bırakmadım.
Rumelikavağı’nda denizin kenarında, otomobilimin içinde oturdum. Üst üste iki garson gelmiş ama bir kötü kahveye daha cesaret edememiştim. Garsonlar da bir daha gelmeye cesaret etmemişlerdi, yüzümde ne gördülerse. Sıcaktı, evet, ama iki penceremi birden açmış, yalandan gelen Karadeniz esintisine bırakmıştım kendimi. Denizin karşısında ne kadar oturdum bilmiyorum. Saatime bakmadım. Epey oturdum ama. Epey sigara içerek oturdum. Yumuşamış sigarayı da dipdiri olanları da. Sonra sıkıldım. Kendimden de sigaralardan da. İçimdeki tatsız duyguları tahlil etmeye girişmedim. Kendi başınıza tatsız duyguları tahlil etmenin bir işe yaramayacağını bilecek kadar büyümüştüm. Son zamanlarda iyice büyümüştüm bu konuda. İki kişi karşılıklı yaparsanız belki bir işe yarardı.
Son sigaramı pencereden atıp araç telefonumun ahizesini kaldırdım. Yıldız Turanlı’nın cep telefonunun numarasını çevirmeye başladım. Daha beş rakam tuşlamıştım ki çaldı alet. İçimde daha da tatsız bir duyguyla ahizenin konuşma tuşuna bastım, kulağıma götürdüm.
“Neredesin?” dedi Yıldız Turanlı’nın sesi. Duyduğumda içim aydınlanmadı ama. Neden bilmem.
“Rumelikavağı’ndayım,” dedim.
“Ne işin var orada?”
“Son işimi tamamladım. Düşünüyordum biraz.”
İki saniyelik bir ara geldi karşı taraftan. Tıpkı evde, kapıda dururken bir şey söyleyecekmiş de söyleyemiyormuş gibi. Sonra konuştu.
“Ben de düşündüm biraz,” dedi normalden alçak bir sesle.
“Hayırdır?” dedim.
“Hallederim sanıyordum,” dedi. “Allah bilir hallederim sanıyordum. Üstesinden gelirim.”
“Hayırdır?”