CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker

Скачать книгу

yapıştırılmıştı. Önünde arkasında herhangi bir yazı yoktu.

      Zarfı elime tutuşturur tutuşturmaz ateşe değmiş gibi hızla çekti elini Hülya Çakır. Eşofmanının kumaşına sürdü parmaklarını.

      “Galeriden içeri girince dipte iki masa vardır,” dedi. “Çapraz dururlar. Küçüğünde Selma oturur. Büyüğü. Oturma yerinin iki tarafında çekmeceler var. Soldaki en alt çekmeceye konacak.”

      “Aldığınızda başka ne vardı çekmecede,” dedim. “Hani zarfın alındığı belli olmasın diye…”

      Zarfı elimde çevirip duruyordum.

      Hülya Çakır düşünür gibi yaptı. Başındaki örtünün gizlemeyi başaramadığı kalın kaşlarını birleştirdi.

      “Hatırlamıyorum,” dedi. “Boş gibiydi sanki. Ya da bir şeyler varsa da dikkatimi çekmedi. Belki biraz ıvır zıvır.”

      “Kilitli değil çekmece inşallah,” dedim.

      “Üstünde durur kilidi,” dedi. “Kilitlediğini sanmıyorum hiç.”

      Zarfı çevirmeyi bıraktım. Salonun duvarlarına, köşelerine baktım. Tam televizyonumun durduğu yerde duruyordum. Hülya Çakır sorumu bekleyerek yüzüme baktı.

      “İçinde ne olduğunu söyleyecek misiniz bana?” dedim.

      Ellerini yeniden eşofmanının kenarlarına sürttü Hülya Çakır. Cevap vermek için fazla düşünmedi. Sanki hazırdı bu soruya.

      “Kusura bakmayın ama,” dedi, “söylemesem daha iyi.”

      Zarfı avucumun kenarına vurdum öteki elimle.

      “Açıp bakmayacağımı nereden biliyorsunuz?” dedim gözlerinin içine bakarak. “Bu zarfların yapışkanı zayıftır.”

      Hülya Çakır benimkilerden daha sert bakışlar iade etti gözlerime. Ne diyeceğini çok önceden prova etmiş gibi bir sesle konuştu.

      “Açmayın bence,” dedi. “Açarsanız hayatınızı karartmak için elimden geleni yaparım. Ciddiyim.”

      Zarfı avucuma vurmayı kestim. İçindekilerin ne olduğunu gözlerimdeki X ışınlarıyla görebilecekmiş gibi baktım. Aklım başka yerdeydi ama. Sonra pantolonumun arka cebine yerleştirdim. Kırıştırmamaya dikkat ederek.

      “O kadar önemli,” dedim.

      “O kadar önemli,” dedi.

      “Anlaştık,” dedim yeniden pencereye doğru ilerlerken. Geri döndüm. “Hiç olmazsa, yerinden kimseye hissettirmeden nasıl aldığınızı söyleyecek misiniz bana?”

      Hayatımın kararma ihtimalinin ortadan kalktığına sevinmiş gibi gülümsedi Hülya Çakır.

      “Selma SMS çekmediği zamanlarda banyoya gidip ağzıyla burnuyla uğraşır. Ben galerideyken daha çok.”

      Aklıma soracak başka bir şey gelmiyordu. Pencereyi kapattım. Kolinin yanında duran telefona doğru bir adım attım.

      “Bugün gidecek misiniz?” dedi Hülya Çakır bir anlaşmayı pekiştirmek isteyen bir ses tonuyla.

      “Evet,” dedim. “Ama birini aramam gerek.”

      “Ben sizi sonra burada bulamayacağım,” dedi Hülya Çakır gözleriyle salonun boşluğunu göstererek.

      “Ben sizi ararım,” dedim. “İş bittiğinde.”

      “Aramayın.”

      Yüzüne baktım.

      “Ne olur ne olmaz,” dedi. “Aramayın. Bu eve gelecek misiniz bir daha?”

      “Gerekiyorsa gelebilirim,” dedim.

      “Tamam o zaman,” dedi. “Zarfı yerine koyunca gelip salonun iki penceresini birden açık bırakın. Ben aşağıdan bakıp anlarım. Ne zaman bakayım?”

      Saatime baktım. Gereksizdi ama baktım.

      “Bilmem,” dedim. “Birkaç saat verin bana.”

      “Tamam,” dedi Hülya Çakır. Gitmek için bir hareket yapmadı ama. Yüzüne baktım.

      “Bu gibi şeylerin karşılıksız olmadığını biliyorum,” dedi. Elini eşofmanının öteki cebine götürdü. Çıkardığı bir başka zarfı bana uzattı. Bana verdiği ilk zarfın aynısındandı. Yalnızca üstüne kocaman bir çarpı işareti çizilmişti. Kapağı yapıştırılmamıştı.

      Zarfın içindekilerin on Türk liralarından oluşmadığını sezdim.

      “Biraz fazla değil mi?” dedim.

      “Değil,” dedi Hülya Çakır kapıya doğru ilerleyerek. “Yapacağınız şey önemli benim için.”

      Cevap vermeden peşinden yürüdüm.

      Kapıyı kendisi açtı. Bana döndü.

      “Hoşça kalın,” dedi. “Kolay gelsin.”

      “Pencereleri açacağım,” dedim.

      Kimse kimseye elini uzatmadan çıktı gitti. Yıldız Hanım’a selam melam söylemedi. O da beklemiyordu, eminim.

      Kapının arkasında dikildim. Mutfak mutfaklıktan çıkmış olmasaydı şimdi kendime bir kahve yapmanın tam sırasıydı. Koyu bir kahve. Üstüne bir sigara. Sigarayı erteledim.

      Elimdeki çarpılı beyaz zarfın kapağını kenarından kaldırdım. Yanılmamıştım. İçindeki bir dizi Atatürk portresi, sarı zeminin üzerinde bana bakıyordu.

      Söylediği hiçbir şeye inanmasam da bu çarpılı zarfa inanmak gerekir, dedim içimden. Zarfın söylediği her şeye.

      Kolinin yanında hayal kırıklığı içinde duran telefona doğru eğildim. Kendime bir uke bulmalıydım, cip mip satılan galeriye gitmeden önce.

      Bölüm 7.2

      Reklamcı arkadaşım önceki yıl aldığı cip azmanı tuhaf aracı değiştirmek için benimle gelmeye kolaylıkla razı oldu. Çalışma sürelerini her dolduruşta sektirmeden girdiği aikido sınavlarında bir daha uke’si olamayacağım yolundaki tehdidim etkili olmuştur belki bunda.

      Evden duygusal seremonilerle hiç vakit kaybetmeden ayrıldım.

      Levent’teki iki katlı evlerden birindeki ajansın iki sokak ilerisinde ancak yer buldum otomobilimi park etmek için. Torpido gözünde içinde para bulunan bir zarfı bırakmakla iyi edip etmediğimi düşündüm on saniye kadar. Sonra hızla yürüyüp iki katlı görünen üç katlı sevimli binanın dışında bekledim. Sözleştiğimizden on beş dakika geç geldi, sözleştiğimiz gibi elinde laptop çantasıyla. Ben iki sigaranın belini kırmış oldum bu arada. Son anda

Скачать книгу