CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 5
Esentepe’ye kadar çok az konuşarak geldik. İkimizin de düşünecek şeyleri vardı sanki. Ben Yıldız Turanlı’nın kapıdan çıkmadan önceki bakışını düşünüyordum.
Tabelayı uzaktan görünce yavaşla dedim reklamcı arkadaşıma, elimle işaret ederek. Aniden frene bastı. Arkamızdaki görmediğim otomobil frene ve küfre başvurmak zorunda kaldı.
“Burası mı?” dedi reklamcı arkadaşım sanki vereceğim cevap onu trafikte zor durumda bırakacakmış gibi. Başımı salladım. Yeniden ehliyet sınavına giriyormuş gibi dikkatli hareketlerle yanaştırdı aracı. Kafasını iki yana doğru salladı.
Çakır Otomotiv’in önündeki kocaman alanda hem satılık otomobilleri sergilemek hem de müşterilerin otomobillerini park etmeleri için yeterince yer vardı. Satılık otomobillerin ön camlarına, kocaman rakamlarla içinde bulunduğumuz yıldan bir sonraki yılı müjdeleyen pankartlar konulmuştu. Çoğunun camı simsiyahtı. Eşekten inip ata binmeye niyetli olan bir müşteri aracına benzer bir şey yoktu ortalıkta.
Reklamcı arkadaşımın Japon 4x4’ünün açtığım kapısından inmeden önce epeydir ertelediğim kararımı bildirdim.
“Unutmadan,” dedim. “Gazetedeki ilanlarımı da kestir.”
İncecik bir kumaştan yapılmış ceketini düzeltti reklamcı arkadaşım ayakları yere basınca. Kravatına dokundu. Otomobili kilitleyen, alarmını ve immobilizerini devreye sokan düğmeye basarken ağzının içinden konuştu.
“Emrin olur.” Sonra ekledi. “Bir müşteri daha kaybettim ayaküstü. Allah sonumuzu hayır eyleye. Bilgisayarı unutma.”
Reklamcı arkadaşım önde, ben elimde laptop çantasıyla bir adım gerisinde, galerinin ön cephesini boydan boya kaplayan camın ortasındaki kapıya doğru ilerledik. Güneş vurduğu için içeride neler olduğu görünmüyordu. Galerinin alınlığında görgüsüz bir büyüklükte, neredeyse gotik harflerle yazılmış olan ‘Çakır Otomotiv’ yazısına burun kıvırmıştır reklamcı arkadaşım muhakkak, önümde olduğu için görmedim. Çakır Otomotiv’in iki yanındaki iki galerinin de benzer büyüklüklerde tabelaları vardı. Önlerindeki alanlarda benzer otomobiller.
Reklamcı arkadaşım birden durdu. Ben de durdum.
Giriş kapısına en yakın biçimde park etmiş olan Freelander’daydı bütün ilgisi şimdi. Benim asla fark edemeyeceğim kimi ayrıntılarına bakıyor gibiydi. Hafifçe öne doğru eğilmiş, gözlerini kısmıştı. Elindeki anahtarlığı evirip çeviriyordu bakarken. İki elim önümde, laptop çantasını tutarak uslu uslu bekledim.
Camın ortasındaki kapıdan bir adam çıktı. Adamın alnında Kemal Çakır yazıyordu sanki. Alnında değil, göbeğinde. Az gelişmiş bir sumo güreşçisi gibi bir vücut bize doğru ilerledi. Yüzünde gergin bir ifade vardı. Verdiği çek karşılıksız çıkmıştı sanki. Tıpkı vücudu gibi toparlaktı yüzü de. İki taraftan aşağıya doğru sarkma eğilimindeki bıyıkları bu toparlaklığa enikonu katkıda bulunuyordu. Bir eli terzisine epey zorluk çıkarttığı belli olan takım elbisesinin pantolonunun cebindeydi. Kravat takmamıştı. Ayaklarında yeni boyanmış ayakkabılar vardı.
Bana bakmıyordu bile. Avını gözleyen leopar gibi kıstığı gözleriyle reklamcı arkadaşıma bakıyordu. Sanki tanıyor gibiydi. Hangi aracı, hangi modeli tercih edeceğini daha o söylemeden biliyor gibi.
Reklamcı arkadaşım da ona bakmadı. Racon gereği herhalde. Kapısını açtı Freelander’ın. Kafasını içeri uzattı.
Kemal Çakır oyuna girme zamanının henüz gelmediğini biliyormuş gibi, iki adım ötede sessizce durdu. Sanki Freelander’ı açık artırmada reklamcı arkadaşımın elinden almaya kararlı ikinci bir müşteriydi, öyle bakıyordu arabaya.
Reklamcı arkadaşım kafasını çekti Freelander’ın içinden. Kemal Çakır’a döndü. Onun gözlerinde de bir avcı kıvraklığı vardı.
“Bunun konsolunda epey değişiklik yapmışlar bu yıl…” dedi.
“Evet,” dedi Kemal Çakır. Koca gövdesine uymayan bir nezaket tonu vardı sesinde. Muhtemelen uzun yıllar otomobil satmak sonucu öğrenilmişti.
“Turbo dizeli daha kıvrakmış diye duymuştum,” dedi reklamcı arkadaşım.
“Doğrudur,” dedi Kemal Çakır.
İki pası da değerlendirmemişti.
Reklamcı arkadaşım oralı olmadı. Freelander’ın öteki tarafında mutlaka görmesi gereken bir ayrıntı varmış gibi hızlı ve kararlı adımlarla hareketlendi. Kemal Çakır da peşinden. Onun kadar hızlı adımlarla değil ama. İşin sonunda kendisinde biteceğinden emin bir esnaf ağırlığıyla.
Reklamcı arkadaşım peşinden gelen adamla ilgilenmedi. Aklına dünyanın en önemli şeyi gelmiş gibi birden durdu, yüzüme bile bakmadan bana seslendi.
“Sen şu senaryoyu gönder istersen iki dakikada Okan,” dedi kesin bir otorite sergileyen ses tonuyla. “Eczacıbaşı’ndan cevap gelmişse de haberim olsun.”
Kemal Çakır bana baktı, ben kararsızca etrafıma. İyi rol kesiyor, dedim içimden.
Reklamcı arkadaşım her şeyi kendisinin düşünmesinden bıkmış bir patron sesiyle Kemal Çakır’a döndü.
“ADSL bağlantınız var mı?” dedi. “Arkadaşım bir-iki dakika girsin internete.”
Kemal Çakır küçük bir yenilgi duygusuyla sarsılmış gibi alçak bir sesle yanıt verdi.
“Maalesef.”
Arkasından bir öneri gelir miydi bilmiyordum. Hemen devreye girdim.
“Bir telefon bağlantısı da işimi görür,” dedim.
Kemal Çakır rahatladı. Başıyla elbette işareti yaptı, önce bana sonra reklamcı arkadaşıma. Eliyle kapıyı gösterdi. Önden girmeme izin verdi. İçeri girdim. Peşimden geldi.
Cepheyi boydan boya kaplayan camın iç tarafında, en az dışarıdaki kadar büyük bir alan vardı. Burada sergilenmesi gereken bütün otomobilleri dışarı çıkarmışlardı anlaşılan, ilkokul üç öğrencisi çocuklar, altışardan çift kale maç yapabilirlerdi boşlukta. Kapının girişinden başlayan kirli sarı yolluk, içeri girenlere nereye yönelmeleri gerektiğini gösteriyordu. Dosdoğru karşıya. Laptop çantası elimde, kafam yukarıda yürüdüm. Duvarlardaki billboard büyüklüğündeki cip fotoğraflarına bakmadım bile. Bakacağım başka şeyler vardı. Onlar da bana bakıyordu. Beklediğimden azını gördüm.
Yolluk, Hülya Çakır’ın söylediği gibi iki masanın ortasında sona eriyordu. Soldaki masa sağ çaprazında duran masadan iki kat daha büyüktü. Yanında birkaç sene ısrarla sulanırsa boyu tavana yetişme ihtimali olan bir