CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 10
Bir sigara yaktım.
Ne cevap vereceksin şimdi Yıldız Turanlı’ya, dedim içimden önce otomatik olarak. Cevap vermeme gerek kalmadığını hatırladım sonra. Sigaranın dumanı haftalardır olmadığı kadar lezzetli geldi damağıma. Bu kadar lezzetli olmasından hoşlanmadım. İnsan, otomobil, otobüs, minibüs ve kamyonet denizinin yanımdan akıp gitmesini seyrettim. Damarlarımda varlığını hissettirmeye başlayan adrenalinin durulmasını sağlamayı denedim. Başaramadım elbette.
Yapabileceğim bir tek şey vardı. Birkaç saat önceki senaryoyu bozmadan neler söyleyebileceğimi düşünmeye çalıştım lacivert saçlı sekreter Selma’ya. Pek bir şey bulamadım. Biraz daha düşünsem belki bulurdum.
Sol dikiz aynasından, elinde ceza makbuzları bana doğru ağır adımlarla yürüyen trafik polisini görünce motoru çalıştırdım, flaşörleri kapadım. Gayet efendice sola sinyal verip kazasız belasız araç denizinin içine sokmayı başardım otomobilimi. Ne yapacağımı tam olarak bilmesem de hedefim yakındaydı.
Zincirlikuyu Mezarlığı’ndan çıkan cenaze arabasına yol verdim. Bunun iyiye mi kötüye mi alamet olduğunu boş verdim.
Trafik iyi kötü akıyordu. Esentepe’ye gelince yavaşladım.
Ön tarafa bakan bir kamera olması ihtimal dahilinde olduğuna göre, otomobilimi uzağa bir yere park etsem de nasıl olsa girecektim görüntüye kapıya yaklaşınca. O yüzden Çakır Otomotiv’in önündeki kaldırıma park etmekte bir sakınca görmedim. Görüntüyü nasıl izah edebileceğim üzerinde düşünmeyi sonraya bıraktım. Tam önünde sağ tekerleği kaldırıma çıkarıp durdum.
Yolcu penceresinden eğilip baktım Çakır Otomotiv’e. Araçlar yerlerinde duruyordu. Güneş çok daha inmiş olmasına karşın, cepheyi boydan boya kaplayan camlardan içerisini görmek mümkün değildi.
Otomobilden indim. Kapılarını kilitlemedim. Bir gözüm sergilenen araçlarda, kapıya doğru ilerledim. Camında markası ve yılı yazan 4x4’lerden birinin eksik olduğunu göz ucuyla fark ettim. Kaşla göz arasında iyi ciro yapmış bizim şişman, dedim içimden. Freelander değildi ama giden. O yerinde duruyordu.
Battı balık yan gider, dedim sonra. Elimi kapıya attım, içeri girmeme izin vermedi.
Elimi cama yaslayarak gözlerime siper ettim. İçeriye baktım. Herhangi bir otomobil galerisine gelen herhangi biri de kapıyı kapalı bulunca böyle yapardı herhalde.
İçeride görülecek özel bir şey yoktu. İki masa. Masanın yanından tavana yükselen bitki.
Sekreter kız yoktu.
Hayal kırıklığına uğramış birisi gibi iki yanıma baktım geriye çekilip. Dışarıyı gözetleyen bir kamera olmadığını gördüm bu arada. Çakır Otomotiv’in iki yanındaki iki galeride de ses soluk yoktu. Kapılarını tıklatıp, “Kemal Bey nereye kadar gitti?” diye sorma niyetimi bastırdım.
Buraya kadar gelmişken bakmadan olmaz tavrıyla Freelander’a doğru ilerledim. Penceresinden içeri baktım.
Sonra başımı iki yana sallayarak otomobilime doğru ilerledim. İçine girmeden son bir kez baktım Çakır Otomotiv’e. Kapıyı açıp oturdum sonra. Arka tarafta bir kapısı olma ihtimalinin yüksek, kapının önünde eğilip kilidi kurcalayan birisini görecek başka birilerinin olma ihtimalinin ise düşük olduğu üzerine bahse girip girmemeyi düşündüm direksiyonda ellerimle tempo tutarak.
Hemen vazgeçtim.
Otomobilimi çalıştırdım. Sola sinyal vererek yola çıktım. Sol şeride geçip ilerledim. Vatan gazetesinin önünde iyice sola girip, geriye dönmek için yeşil ışık bekleyen otomobillerin arkasına takıldım. Benden sigara isteyen cam silicisi delikanlı o noktada görev başındaydı. Benim otomobilimin camını daha da kirletmesine fırsat kalmadan yeşil ışıkla hareketlendik.
Eğer polisin reklamcı arkadaşımı alıp götürme gerekçesiyle ilgili bir tahmin yapmam gerekiyorsa ve o tahmin Allah korusun doğruysa, tutabileceğim ipin tek ucu benim eski evdeydi. Galeriyi arkada bırakınca potansiyel problemlerin de bir kısmını arkada bırakmış gibi hızlandığımı hissettim.
Evin önündeki otoparka gelinceye kadar şarkı markı söylemedim. Otopark boş sayılırdı. Otomobilimden inmeden önce karşımdaki üç apartmanın pencerelerini inceledim. Dikkatimi çekecek bir şey görmedim. İnmeye niyetlendim.
Araç telefonum inmeme izin vermedi. Bir kere daha öttü.
Hemen kaldırdım. Böyle hızla kaldırmışlığım azdır.
“Eşekoğlueşek!” diye bağırdı reklamcı arkadaşım.
Rahatlamaya benzer bir duyguya kapıldım.
“Çabuk bırakmışlar,” dedim.
“Eşekoğlueşek!” dedi yeniden. “Senin yüzünden!”
Bu kadarını tahmin ediyordum. Bir şey söylememe izin vermeden kulağıma bağırmaya devam etti.
“Bir gram aklım olsa, senin yanına düşüp, ondan sonra abidik gubidik işlerine bulaşmadan önce biraz düşünürdüm. Arkadaş hatırına çiğ tavuk yenir dedik, bok yedik. Ulan pezevenk, senin neyine Remzi Ünal denen dedektif bozmasıyla…”
“Neredesin?” dedim.
“Nerede olacağım eşşoğlueşşek, taksideyim. Ajansa gidiyorum. Ödleri boklarına karıştı onların da.”
“İyi,” dedim. “Dertleri neymiş?”
Reklamcı arkadaşım gülmeye başladı telefonun öteki ucunda.
“Sinirlerim bozuldu Allah Allah…” dedi. “Herifi eşek cennetine göndermişler, benim adamım hâlâ, ‘Dertleri neymiş?’ diyor… Bundan iyi dert mi olur başıma saldığın?”
Hassiktir, dedim içimden.
“Kimi?”
“Kimi olacak, beni götürdüğün o galericiyi. Bir de dalga geçtik, kalpten gider adam, diye.”
İnsan az çok bildiği bir haberi nasıl içine sindirirse öyle sindirmeye gayret ettim.
“Senle ne ilgisi varmış?” dedim.
“Cebinde benim kartım çıkmış,” dedi reklamcı arkadaşım. “Beyefendinin numarasına biraz gerçeklik kazandıralım diye vermiştim adama.”
“Eeee,” dedim. “Anlat.”
“Ne anlatayım?” dedi reklamcı arkadaşım. “Adamlar gayet ciddi. Efendi de. Benim kart çıkınca üstünden… Neyse ki kimin ne olduğunu biliyorlar.”
“Bir de sana teşhis ettirmediler inşallah,” dedim. “Morgda falan…”
“Yok,” dedi. “Akmerkez’in önündeki bekleme şeridinde olmuş