CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker страница 18

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ - Celil Oker

Скачать книгу

boştu. Simitçi bile yoktu. Çakır Otomotiv’in önünde sergilenen biri eksilmiş 4x4’lerin yanından, arkadaki kapının dibine bırakılmış çöp torbasını almaya kararlı biri gibi yürüdüm. Cepheyi tümüyle kaplayan camın yanından, arkaya doğru kıvrılan kırmızı tuğlaların oluşturduğu dar yolun üstünden hızlı hızlı ilerledim. Binanın köşesini dönünce caddeden gelen trafik sesleri belirgin biçimde azaldı. Yandaki binayla aradaki sınırı belirleyen kısa duvar sarmaşıklarla kaplıydı. Sarmaşıkların dibinde, kim bilir ne zamandan kalmış kırık bira şişeleri vardı. Biraz daha ilerledim. Bir köşeyi daha döndüm. Trafik sesleri sanki başka bir şehirden geliyor gibi uzaklaştı birden.

      Cebimdeki anahtarları bir kez daha yokladım.

      Beni içeriye alacak kapı, binanın tam ortasına denk geliyordu. Bu kapıda da mühür falan yoktu. Sol taraftaki duvarın dibinden yükselen ağaçlar arkadan içeri girişimi gören kimsenin olmayacağını müjdeliyordu. Kapının dibinde gerçekten bir çöp torbası duruyordu. Üzerinde bir kebapçının telefonu vardı kocaman rakamlarla. Torbanın yanında boş bir mukavva koli.

      Kendi otomobil galerisine kendi anahtarıyla giren birisi, gören var mı diye sağa sola bakmazdı. Sağa sola bakmadım. Anahtarlıktaki anahtarı kapının kilidine soktum. Tutamağa dokunmamaya özen göstererek çevirdim. İçeri girerken bir, iki, üç diye saymaya başladım içimden. Anahtarı çektim kilitten. Ayağımla ittim kapıyı.

      Kapı arkamdan kapanınca caddenin gürültüsü tümüyle yok oldu. İçeriye hızla bir göz atmak için ona kadar izin verdim kendime. Her şey birkaç saat önce gördüğüm gibiydi. En azından ilk bakışta. Tek fark, ortalığın biraz alacakaranlık olmasıydı. Dışarıdan gelen ışığın izin verdiğince. On ikiye geldiğimde tuvalete giden kapının önündeydim. On dörtte arkasında. Parmak izi bırakmadan. Kafamı kaldırdım. Biraz daha azalan ışığa alışsın diye gözlerimi kıstım.

      Çakır Otomotiv’e izinsiz girenleri kim bilir neredeki bir güvenlik şirketine müzevirleyecek kutu, kapının hemen arkasında duvara monte edilmiş, bütün heybetiyle duruyordu. Yan tarafındaki telefon tuşlarına benzeyen tuş takımının üzerine yerleştirilmiş olan kırmızı ışık, kırk beş saniyenin sonunda neler olabileceğini merak eder gibi yanıp sönüyordu. Polisler içeri girmemiş, neden acaba, diye düşündüm. Alarmı yeniden kuracak kadar düşünceli olacaklarını sanmıyordum. Kutuya yaklaştım. İki numaralı tuşa dört kere ardı ardına, içeri girmeme yardım eden anahtarın ucuyla bastım. Kırmızı ışık göz kırpmaya devam etti.

      Telaşlanmadım. Eh, bu da bir bilgisayar, dedim içimden. Tuş takımının sağ tarafında, diğerlerinden daha büyük ve üstünde Enter yazan tuşa bastım aynı yöntemle. Kırmızı ışık yeşile döndü. Sabit, koyu, güven verici bir yeşile.

      Etrafıma baktım. Kirli griye boyanmış kısa bir koridorun üzerinde iki, bitiminde bir kapı vardı. Hemen önünde durduğum kapının Kemal Çakır’ın sekreteri Selma’nın en çok ziyaret ettiği mekâna açıldığı, üstündeki kocaman fosforlu W ve C harflerinden belliydi. Yandaki kapının ardında küçük bir mutfak olduğunu tahmin ettim. Kebapların üstüne içilecek kahvelerin yapıldığı bir mutfak. Üçüncü kapının ardında bir depo vardı muhtemelen. Bakmak içimden gelmedi.

      Salona geri döndüm.

      Artık kırk beşe kadar saymama gerek yoktu ama bu kez de saatime baktım, kendime bir ziyaret limiti koymak için.

      Sonra birkaç saat önce oturduğum masaya yöneldim. Oturmadım ama.

      Her şey bıraktığım gibiydi ilk bakışta. Her şeyin ama her şeyin bıraktığım gibi olmasına dua ederek masanın sol alt köşesindeki çekmeceye eğildim. Kapalıydı. Kapalı olur elbette, dedim içimden. Elimdeki anahtarın ucuyla çekmeceyi köşesinden hafifçe kurcaladım. Bir-iki milim açıldı. Anahtarın ucunu boşluğa sokup biraz daha çektim. Bir-iki santim açıldı.

      Beyaz zarfın ucu gözükmüyordu.

      Aralığı biraz daha derinleştirdim.

      Yok.

      İyice çektim çekmeceyi.

      Hayır. Zarf yoktu.

      Hassiktir, dedim içimden. Buraya kadar.

      Eğilip çekmecenin artık iyice genişlemiş aralığından baktım. Boştu. Hiçbir şey yoktu. Soyadını bilmediğim Hülya Hanım’ın önce bakarsam hayatımın kararacağını bildirdiği, sonra geri getirmem için fiyatı artırdığı zarf uçmuştu.

      Zarfı yerinde bulsaydım içine bakmak bir yana, başka bir açıdan rahatlayacaktım. Kemal Çakır’ın başına gelenle bir ilişkisi olmadığını düşünmeme yol açacaktı çekmecenin içinde masum masum yatması. Ama yatmıyordu.

      Soyadını bilmediğim Hülya Hanım’ın canı sıkılacaktı. Benim canım şimdiden sıkılmıştı.

      Hassiktir, dedim bir kez daha. Hiç gereği yokken saatime baktım.

      Aradığımı bulamamıştım. Bazen öyle olurdu. İnsan aradığını bulamayınca, “çıkar bir yerden” diye kendini kandırırdı. Kendimi kandırmayı istemiyordum. Gerçekse hiç işime gelmiyordu öbür yandan.

      Dışarıdaki dünyayla aramda yükseliveren boydan boya camların engellemeyi tam olarak başamadığı bir polis arabası sireni kafamı kaldırmama neden oldu.

      Kıpırdamadan bekledim.

      Tepesindeki mavi kırmızı ışıkları yakarak bir polis arabası siluetinin geçtiğini görür gibi oldum caddeden. Durmadı, gitti. Soluğumu boşalttım. İçimde tuttuğumu fark etmemiştim.

      Kararımı pekiştirdi polis arabası. Sireni daha çok.

      Ayağımın ucuyla en alt çekmeceyi ittirdim. Buralara kadar geldim, bakmadan gitmeyeyim, dedim kendi kendime. Üstteki iki çekmeceyi de yine anahtar ucuyla çektim. Hızla baktım. Aradığım zarf ikisinde de yoktu elbette. Alttan ikincide bir dizi otomobil broşürü vardı. Kalın, parlak kâğıtlara basılmış. En üst çekmecede üçe katlanmış sarı kâğıtlar vardı. Bir dolu. Zımbaları açılmış. İçlerini kurcalamadım. Beni çeken parlak, kalın bir kâğıda basılmış başka bir şey oldu. Bir posta kartı.

      Ben bunu nereden tanıyorum delikanlısı, posta kartının üstünde, alabileceği en Michael Jackson pozuyla bana bakıyordu. Parlak sarı bir gömlek giymişti. Gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı. Aradan yarısı görünen kolye dünya görüşünüze göre evrensel barış işareti ya da Mercedes’in simgesiydi. Posta kartının alt kısmında, çalışılmış bir elyazısıyla, “Nazan’a ‘ilk dokunuş’un coşkusuyla…” yazıyordu. Bu ibarenin altında çok daha büyük harflerle bir imza atılmıştı. “Serdar!”

      Hay Allah, dedim içimden. Kemal Çakır’dan hoşlandığımı hissettim birden. Birlikte yaşadığı kadının kızının herhalde hayran olduğu yeniyetme şarkıcının imzalı fotoğrafını alma fırsatını hemen değerlendirmişti. Şu işe bak ki, eliyle veremeyecekti akşam kıza. Verdirmemişlerdi.

      Adam benden iyi takip ediyormuş pop dünyamızı, dedim içimden.

      Yaptığım

Скачать книгу