Duman Olan Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Duman Olan Adam - Пер Валё страница 3
Kahvaltıdan sonra Martin Beck balıkçı kulübesine inip ağları asmaya ve temizlemeye koyuldu. Sabrını sınayan bir işti bu ve ileride, aileye balık getirme sorumluluğunu oğluna yüklemeye karar verdi.
Tam sonuncu ağı bitirecekken arkasında motorlu bir teknenin kesintili gürültüsünü işitti, küçük bir balıkçı motoru köşeden dönüp doğruca üstüne geliyordu. Martin Beck teknedeki adamı hemen tanıdı. Nygren’di bu, yandaki adada yaşayan, küçük bir kayıklığın sahibiydi ve onların en yakın komşusuydu. Beck’lerin adasında içme suyu olmadığından suyu ondan alıyorlardı. Nygren’de aynı zamanda telefon da vardı.
Nygren tekneyi durdurup, “Telefon var. En kısa zamanda aramanı istiyorlar. Numarayı telefonun yanındaki kâğıda yazdım,” diye seslendi.
“Kim arıyormuş, adını söylemedi mi?” dedi Martin Beck, oysaki aslında biliyordu.
“Onu da yazdım. Şimdi Skärholmen’e gitmem lazım, Elsa da çilek tarlasında ama mutfağın kapısı açık.”
Nygren tekrar motoru çalıştırdı ve kıç tarafında ayakta durup koya doğru yol aldı. Gözden kaybolmadan önce veda anlamında elini havaya kaldırdı.
Martin Beck onu kısa bir süre izledi. Sonra iskeleye yürüdü, sandalı çözüp Nygren’in kayıkhanesine doğru kürek çekmeye başladı. Kürek çekerken içinden şöyle düşündü: Adı batasıca. Kollberg’in adı batsın, tam da varlığını unutmuşken!
Duvardaki telefonun altında duran not defterinde Nygren, el yazısıyla neredeyse okunmayacak bir tarzda şunu yazmıştı: Hammar 54 10 60.
Martin Beck hemen numarayı çevirdi ve operatörün onu bağlamasını beklerken kafasında alarm çanlarını duymaya başladı.
“Hammar, buyrun,” dedi Hammar.
“Evet, ne oldu?”
“Çok özür dilerim, Martin ama senden en kısa sürede dönmeni rica edeceğim. Tatilinin geri kalanı güme gidebilir. Eh, yani ertelenebilir işte.”
Hammar birkaç saniye sessiz durdu. Sonra, “Gelirsen yani,” dedi.
“Tatilimin geri kalanı mı? Daha tatil yapmadım ki.”
“Çok üzgünüm, Martin, ama seni lüzumsuz yere çağırmam bilirsin. Bugün gelebilir misin?”
“Bugün mü? Ne oldu ki?”
“Eğer bugün gelebilirsen çok iyi olurdu. Gerçekten önemli bir durum. Buraya gelince daha fazla bilgi verebilirim.”
“Bir saat sonra bir vapur kalkıyor,” dedi Martin Beck, sivrisinek lekeleriyle dolu pencereden güneş ışınlarının pırıldadığı koya doğru baktı. “Bu kadar önemli olan da ne? Kollberg ya da Melander halledeme…”
“Hayır. Bunu senin halletmen lazım. Bildiğim kadarıyla birisi ortadan puf diye kaybolmuş.”
3
Martin Beck şefinin odasının kapısını açtığında saat bire on vardı ve tamı tamına yirmi dört saatliğine tatile gidip dönmüştü. Emniyet Müdürü Hammar iri kıyım bir adamdı, ensesi kalındı. Gür kırçıl saçları vardı. Döner sandalyesinde sessizce oturuyordu, ön kollarını masasına yaslamıştı. En sevdiği mesleklerden birini icra etmekle meşguldü yani hiçbir şey yapmıyordu.
Yüzü sirke satarak, “Ah, geldin demek,” dedi. “Tam vaktinde. Yarım saat sonra DİB’desin.”
“Dış İşleri Bakanlığı mı?”
“Aynen. Şu adamla görüşeceksin.”
Hammar başparmağıyla işaret parmağının ortasında bir kartviziti köşesinden, sanki üstünde tırtıl yürüyen bir marul yaprağını tutar gibi tutmuştu. Onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.
“Ağır toplardan, üstlerden biri,” dedi Hammar. “Kendini Bakan’ın yakını sanıyor.” Bir an durup sonra, “Ben de bu adamın adını daha önce hiç duymadım,” diye ekledi.
Hammar elli dokuz yaşındaydı ve 1927 yılından beri polisti. Siyasetçileri hiç sevmezdi.
“Bu sefer hiç de öfkeli değilsin,” dedi Hammar.
Martin Beck bir süre bunun şaşkınlığıyla düşündü. Öfkeli olamayacak kadar çok şaşkınlık içinde olduğuna kanaat getirdi.
“Mesele tam olarak ne?”
“Sonra konuşuruz. Hele şu kuş beyinliyle bir tanış da.”
“Ortadan kaybolan birisi var dedin.”
Hammar işkence çekerek pencereden dışarıya gözlerini dikti, sonra omuz silkip konuşmaya başladı. “Aslında tüm bunlar aptalca. Doğrusunu istersen ben… DİB’e gidene kadar sana başka bilgi vermemem söylendi.”
“Onlardan da mı emir almaya başladık artık?”
“Bildiğin üzere, bir sürü departman var,” dedi Hammar dalgın bir şekilde.
Bakışları yaz mevsiminde coşmuş yeşilliğin arasında bir yerde kayboldu. “Burada işe başladığımdan beri, bir alay bakan geldi geçti. Bunların çoğu ben portakal biti hakkında ne kadar biliyorsam polis teşkilatı hakkında o kadar bilgi sahibi. Yani varlığı haricinde hiçbir şey bilmiyorlar. Hoşça kal,” dedi hızla.
“Hoşça kal,” dedi Martin Beck.
Martin Beck kapıya ulaşınca Hammar şimdi kendini toplayıp, “Martin,” dedi.
“Efendim?”
“Ancak sana tek söyleyebileceğim şu. Eğer istemezsen, bu işi almak zorunda değilsin.”
Bakanın yakını olan adam iri yarı, heybetli ve kızıl saçlıydı. Martin Beck’e ıslak mavi gözlerle baktı, hızla ayağa kalkıp bir kolunu öne uzatmış halde masasının etrafından yürüyüp öne çıktı.
“Ne güzel,” dedi. “İyi ki geldiniz.”
Büyük bir coşkuyla tokalaştılar. Martin Beck hiçbir şey demedi.
Adam tekrar döner sandalyesine oturdu, soğuk piposunu aldı ve geniş, sarı, at dişleriyle ucunu ısırdı. Ardından sandalyeye kuruldu, başparmağını piposunun lülesine sokup bastırdı, bir kibrit çaktı ve çıkan dumanın arkasından ziyaretçisine alıcı gözle, soğuk bakışlar attı.
“Merasime gerek yok,” dedi. “Ciddi bir konuşmaya hep böyle başlarım. Eğri oturup doğru konuşalım. Böyle daha doğru olur. Benim adım Martin.”
“Benimki