Duman Olan Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Duman Olan Adam - Пер Валё страница 7
Kadın olumsuz anlamda başını salladı.
“Hayır, hiç yok.”
“Az önce, içki içtiğini söylediniz. Çok mu içer?”
“Evet, en azından bazen. Burada oturduğu dönemde sonlara doğru, hemen hemen eve hep sarhoş dönerdi. Eve dönmüşse yani.” Kadının ağzının çevresindeki sert çizgiler yeniden belirdi.
“Peki bu durum işlerini etkilemiyor muydu?”
“Hayır, hiç. Her neyse, pek etkilemezdi. Bu dergi için çalışmaya başlayınca daha çok özel görevlere de gitmeye başladı. Yurt dışına falan. Aralardaysa yapacak pek işi olmadığından serbestti. Her dakika ofiste olması gerekmiyordu. O zamanlar içerdi. Bazen o kafede günlerce otururdu.”
“Anladım,” dedi Martin Beck. “Onunla takılan insanlardan bildiklerinizin isimlerini verir misiniz?”
Kadın, Martin Beck’e daha önce duymadığı üç gazetecinin adını verdi ve Martin Beck bu isimleri iç cebinde bulduğu bir taksi makbuzunun arkasına not etti. Kadın, Martin Beck’e bakıp şöyle dedi:
“Polislerin her şeyi yazdıkları, küçük, kara kaplı bir defterleri olduğunu sanırdım hep. Belki sadece roman ve filmlerde böyledir.”
Martin Beck ayağa kalktı.
“Eğer ondan bir haber alırsanız, beni de bilgilendirir misiniz?” dedi kadın. “Olur mu?”
“Elbette olur,” dedi Martin Beck.
“Artık nerede yaşıyor demiştiniz?”
“Fleming Caddesi. 34 numara. Ama bunu dememiştim.”
“Dairenin anahtarı sizde var mı?”
“Hayır, maalesef. Ben oraya hiç gitmedim ki.”
6
Kapıda bir karton parçası vardı, üstüne çini mürekkebiyle MATSSON yazılmıştı. Kilit sıradan bir kilitti. Martin Beck’e hiç zorluk çıkarmadı. Daireye adım atarken yetkisini aştığının farkındaydı. Gelen postalar paspasın üstünde duruyordu; birkaç reklam broşürü, Bibban diye birinin Madrid’den gönderdiği bir kartpostal, İngilizce bir spor araba dergisi ve 28,45 kronluk bir elektrik faturası.
Daire iki kocaman oda, mutfak, hol ve tuvaletten oluşuyordu. Ayrı bir banyo yoktu, iki kocaman gardırop vardı. İçerisi havasız kaldığından küf kokuyordu.
Sokağa bakan en büyük odada bir yatak, komodin, kitaplıklar, üstü cam alçak bir sehpa, bir çalışma masası ve iki sandalye vardı. Komodinin üstünde bir pikap duruyordu, üstteki raftaysa bir yığın uzun çalar plak. Martin Beck en üsttekinin adını okudu: Blue Monk. Bu, onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Çalışma masasının üstünde bir tomar daktilo kâğıdı, 20 Temmuz tarihli bir günlük gazete, 18 Temmuz tarihli 6,50 kronluk bir taksi makbuzu, Almanca bir sözlük, bir büyüteç ve bir gençlik kulübü bülteni duruyordu. Telefon da vardı, ayrıca fihrist ve iki kül tablası. Çekmecelerde eski dergiler, dergi fotoğrafları, faturalar, birkaç mektup, kartpostal ve bir sürü el yazısının karbon kopyası vardı.
Martin Beck iki gardırobun kapağını da açtı. İçlerinden birinde neredeyse bomboş bir çamaşır torbası, raflarda gömlekler, kazaklar ve iç çamaşırları vardı, bazılarının üstündeki çamaşırhane etiketi daha yırtılmamıştı. Diğer gardıropta iki tüvit ceket, koyu kahverengi bir takım elbise, üç pantolon ve kışlık bir palto asılıydı. Üç askı boştu. Yerde ağır, kauçuk tabanlı, kahverengi bir çift ayakkabı, daha ince bir çift siyah ayakkabı, bir çift bot ve bir çift lastik ayakkabı duruyordu. Bir gardırobun üstündeki dolapta büyük bir bavul vardı, diğer dolapsa boştu.
Martin Beck mutfağa geçti. Lavaboda kirli bulaşık yoktu ama bulaşıklıkta iki kupa ve bir su bardağı kurumaya bırakılmıştı. Kiler dolabı boştu, yalnızca birkaç boş şarap şişesi ve iki konserve vardı. Martin Beck kendi kilerini düşündü, son derece özenle en dibine kadar temizlemişti.
Bir kez daha dairede dolaştı. Yatak yapılıydı, küllükler boştu ve çalışma masasının çekmecesinde ne pasaport ne para, ne banka cüzdanı ne buna benzer kıymetli bir şey vardı. Özetle Alf Matsson’un, dairesinden ayrılıp iki hafta önce Budapeşte’ye gittiğinden beri eve uğradığını gösteren bir iz yoktu.
Martin Beck, Alf Matsson’un dairesinden çıkıp bir saniye Fleming’deki ıssız taksi durağında durdu, ancak öğle arasında olduğu gibi taksi yoktu, o yüzden Martin bir tramvaya bindi.
Tankard’a vardığında saat biri geçiyordu. Bütün masalar doluydu ve oldukça yorgun görünen garson ona hiç aldırmadı. Şef garsondan eser yoktu. Martin Beck giriş holünün diğer tarafındaki bara geçti. Tam aynı saniye, kadife ceketli, şişman bir adam kâğıtlarını toplayıp kapının yanındaki masaya taşındı. Martin Beck, o adamın yerine oturdu. Bu tarafta da bütün masalar doluydu ama bazı müşteriler hesaplarını ödüyordu.
Martin Beck şef garsona bir sandviç ve bir bira sipariş etti, üç gazeteciden biri orada mı diye sordu.
“Bay Molin şurada oturuyor ama diğerlerini bugün görmedim. Herhalde daha sonra gelirler.”
Martin Beck, şef garsonun bakışlarını takip edip önlerinde koca koca biralar duran, oturmuş sohbet eden beş adama baktı.
“Beyefendilerden hangisi Bay Molin?”
“Sakallı bey,” dedi şef garson ve uzaklaştı.
Martin Beck kafası karışarak adamlara baktı. Üç tanesi sakallıydı.
Garson sandviçini ve birasını getirince bir daha konuşma fırsatı oldu. “Orada oturan beylerden hangisinin Bay Molin olduğunu biliyor musunuz?”
“Elbette, sakallı olan.”
Kadın, Martin Beck’in çaresiz bakışlarını takip edince, “Cam kenarına yakın olan,” diye ekledi.
Martin Beck sandviçini çok yavaş yedi. Molin isimli adam bir büyük bira daha söyledi. Martin Beck bekledi. Mekân boşalmaya başlamıştı. Bir süre sonra Molin bardağını boşalttığında önüne yenisi kondu. Martin Beck sandviçini yemeyi bitirdi, kahve sipariş edip bekledi.
Nihayet sakallı adam cam kenarındaki yerinden kalkıp girişteki hole yürüdü. Tam yanından geçerken Martin Beck, “Bay Molin?” dedi.
Adam durdu. “Bir saniye,” dedi ve dışarı yürümeye devam etti.
Kısa bir süre sonra geri dönüp ağır nefesini Martin Beck’in üstüne üfledi ve “Tanışıyor muyuz?” diye sordu.
“Hayır, henüz değil. Ama belki bir saniye oturup benimle bir bira içersiniz. Size bir şey sormak istiyorum.”
Martin Beck, bu cümlenin kulağa pek iyi gelmediğini kendi bile duyabiliyordu. Bir kilometre öteden bile polis işi kokusu alınırdı. Yine de işe yaradı. Molin oturdu. Açık renk, seyrek saçlıydı, saçlarını