Duman Olan Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Duman Olan Adam - Пер Валё страница 6
Takdire şayan bir titizlikle soruşturmayı yürüten kişi, arkasından adamın pek hayranlık uyandırmayan yanlarından bahsetmeye geçmişti. Matsson birçok sefer büyük çocuğunun nafakasını ödemeyi ihmal etmişti. İlk karısı onu “ayyaş ve acımasız bir canavar” olarak nitelendirmişti. Parantez içinde bu tanığın yüzde yüz güvenilir olmadığı belirtilmişti. Gelgelelim, birden fazla kez Alf Matsson’un içtiği ima edilmişti, eski bir iş arkadaşı onun hakkında “fena biri değil ama içki içince azıtıyor,” yorumunu yapmıştı ancak bu ifadelerden yalnızca biri delille destekleniyordu. 1966 yılında On İkinci Gece arifesinde, Malmö’de bir devriye memuru onu General Hospital’ın acil servisine yetiştirmişti çünkü o sırada ziyaret ettiği Bengt Jönsson adında birinin evinde çıkan sarhoş kavgasında elinden bıçaklanmıştı. Polis bu olay için dosya açmıştı fakat duruşma olmamıştı çünkü Matsson davacı değildi. Ne var ki Kristiansson ve Kvant isimli iki polis memuru hem Matsson’un hem de Jönsson’un ağır alkollü olduğunu belirtmişti, böylece bu dosya Alkolizm Komisyonu’na devredilmişti.
Şimdiki patronu, Eriksson adlı yazı işleri müdürünün verdiği ifadede genel bir burnu büyüklük hakîmdi. Matsson derginin “Doğu Avrupa uzmanıydı”, (bu tür bir süreli yayın, böyle bir kişi için ne diyorsa) ve yazı işleri kurulu polise adamın gazetecilik faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi vermek için bir sebep bulamamıştı. Söylediklerine göre Matsson, Doğu Avrupa meseleleriyle çok ilgiliydi ve çok bilgiliydi, sıklıkla kendi projelerini geliştirirdi ve bilhassa ilgisini çeken röportajları yürütebilmek için fazla mesai ücreti almadan yıllık izinlerinden ve tatillerinden feragat ederek çok hırslı olduğunu kanıtlamıştı.
Raporu daha önce okumuş olanlardan biri kırmızı kalemle bu cümlenin altını çizerek hırsına yenik düşmüş gibiydi. Bu Hammar olamazdı, başkalarının raporlarını böyle lekelemezdi o.
Matsson’un basılı yazılarının ayrıntılı dökümüne neredeyse sadece meşhur atletlerle özel röportajlar ve spor, film yıldızları ve eğlence dünyasından başka figürlerle yapılmış röportajları dahildi.
Dosyada buna benzer birçok yazı vardı. Kollberg okumayı bitirince, “çok da ilgi çekici olmayan bir şahıs,” dedi.
“Tuhaf olan tek bir şey var.”
“Ortadan kaybolması mı?”
“Aynen,” dedi Martin Beck.
Bir dakika sonra, Dış İşleri Bakanlığı’nı aradı ve Koll-berg büyük bir şaşkınlıkla onun, “Martin’le mi görüşüyorum? Evet, merhaba Martin, ben Martin,” dediğini duydu.
Martin Beck yüzünde buruk bir ifadeyle dinliyordu. Ardından, “Evet, gideceğim,” dedi.
5
Bina eskiydi, asansör yoktu. Giriş holünde yazan kiracıların isim listesinde Matsson en üstteydi. Martin Beck beş kat merdiven çıktıktan sonra nefes nefese kaldı, kalbi çok hızlı atıyordu. Zile basmadan önce bir saniye bekledi.
Kapıyı açan kadın ufak tefek ve sarışındı. Üstünde bol bir tulum ve pamuklu bir bluz vardı. Kadının ağız kenarlarında sert çizgiler vardı. Martin Beck kadının otuz yaşlarında olduğunu tahmin etti.
“Buyurun,” diyerek kapıyı açık tuttu kadın.
Martin Beck bir saat önce telefonda yaptıkları görüşmeden sesini tanımıştı.
Dairenin holü genişti ve bir duvarın dibindeki boyasız tabure dışında mobilyasızdı. İki üç yaşlarında ufak bir çocuk mutfaktan çıktı. Elinde yarısı yenmiş bir çörek vardı, doğruca Martin Beck’e yürüdü ve önünde durup yapış yapış yumruğunu kaldırdı.
“Selam,” dedi.
Sonra arkasını dönüp oturma odasına koştu. Kadın onu takip edip çocuğu havaya kaldırdı, çocuksa halinden memnun bir sesle odadaki tek rahat koltuğa oturmuştu. Kadın onu yandaki odaya taşıyıp kapıyı kapatırken çocuk çığlık attı. Kadın odaya geri döndü, koltuğa oturup bir sigara yaktı.
“Bana Alf hakkında sorular sormak istiyorsunuz sanırım. Ona bir şey mi oldu?”
Anlık bir tereddütten sonra Martin Beck tekli koltuğa oturdu.
“Bildiğimiz kadarıyla hayır. Yalnızca, iki haftadır ondan haber alınamadı. Dergiye gitmedi, anladığım kadarıyla şu ana dek size de gelmedi. Nerede olabileceğini biliyor musunuz?”
“Hiçbir fikrim yok. Aslında hiçbir bilgimin olmaması da olağan bir şey. Dört haftadır buraya uğramadı, ondan önce de ondan bir ay haber almamıştık.”
Martin Beck kapalı kapıya doğru baktı.
“Ama çocuk? Genelde görmez mi…”
“Biz ayrıldığımızdan beri oğluna karşı özel bir ilgi göstermedi,” dedi kadın, içerlemiş bir halde. “Her ay para gönderir. Ama bu zaten görevi, değil mi?”
“Dergiden çok kazanır mı?”
“Evet. Ne kadar bilmiyorum ama hep çok parası vardır. Cimri değildir. Kendine çok harcamasına rağmen ben de hiç parasız kalmam. Restoranlarda harcar, taksiye biner vesaire. Artık ben de işe girdim, o yüzden biraz kazanıyorum.”
“Ne zaman boşandınız?”
“Boşanmadık. Henüz süreç tamamlanmadı. Ama yaklaşık sekiz ay evvel Alf evden taşındı. O zaman kendine bir daire tuttu. Ama ondan önce bile, o kadar çok zaman evden uzaktı ki pek fark olmadı.”
“Ancak alışkanlıklarını bilirsiniz, kiminle görüştüğünü, nerelere gittiğini?”
“Artık değil. Açıkçası, ne peşinde olduğunu bile bilmiyorum. Önceden işyerinden insanlarla takılırdı. Gazetecilerle vesaire. Eskiden Tankard denen bir restoranda otururlardı. Ama artık bilmiyorum. Belki yeni bir mekân bulmuştur. Her neyse, o restoran da taşındı mı yıkıldı mı tam bilmiyorum.”
Kadın sigarasını söndürüp kapının yanına gidip dinledi. Sonra dikkatlice kapıyı açıp içeri girdi. Bir saniye sonra dışarı çıkıp aynı özenle kapıyı kapattı.
“Uyumuş,” dedi.
“Çok tatlı bir çocuk,” dedi Martin Beck.
“Evet, tatlıdır.”
Bir saniye sessizce oturdular, ardından kadın, “Ama Alf, Budapeşte’de iş seyahatindeydi, değil mi? En azından bir yerden öyle duydum. Orada kalmış olamaz mı? Ya da başka bir yere gitmiştir?” dedi.
“Eskiden öyle yapar mıydı? İş seyahatine gidince?”
“Hayır,” dedi kadın tereddütle. “Hayır, aslında yapmazdı. Çok özenli değildir ve çok içer ama biz birlikteyken kesinlikle işini ihmal eden biri değildi. Mesela, yazılarını