Kilitli Oda. Пер Валё

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kilitli Oda - Пер Валё страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kilitli Oda - Пер Валё Martin Beck

Скачать книгу

oluyordu. İsveç’teki muazzam işsizliğe rağmen, yeni adam bulmak imkânsızdı ve işe alım departmanı küçüldükçe küçülüyordu. Teşkilatta kalan polisler de birbirlerine tutunma ihtiyacını yürekten hissediyordu.

      “Belki de,” dedi Martin Beck.

      “Bu adamlar, tam olarak yapmaları gerekeni yaptılar. Eve girip ölüyü bulduktan sonra üstlerinden birini aradılar.”

      “Gustavsson denen adamı mı?”

      “Aynen. Cinayet Büro’dan. Cesedi bulmanın dışında, çıkarımlara varma ve gözlemlerini rapor etme işi ona aitti. Ona silahı göstermiş, gereğini yapmışlardır diye düşündüm ben de.”

      “Sonra da rapor etme zahmetine bile girmedin?”

      “Böyle şeyler oluyor,” dedi polis gevrek gevrek.

      “Eh, görünen o ki odada silah yokmuş.”

      “Evet. Ama ben bunu bir hafta önce, pazartesi günü, Kristiansson ve Kvastmo ile konuşurken öğrendim. Bunun üstüne de, dosyayı hemen Kungsholms’a gönderdim.”

      Kungsholmen polis merkezi ve Cinayet Büro aynı binadaydı. Martin Beck hiç çekinmeden şöyle dedi: “Eh, pek de uzak bir mesafe değil zaten.”

      “Biz hata yapmadık,” dedi adam.

      “Aslında ben kimin hata yapmış olabileceğinden çok, Svärd’a ne olduğuyla ilgileniyorum,” dedi Martin Beck.

      “Eh, eğer bir hata yapılmışsa, en azından yapan Büyükşehir Emniyet Teşkilatı değildir.”

      Bu çıkışı, bayağı ima barındırıyordu. Martin Beck, iyisi bu konuşmayı nihayete erdirmek, diye düşündü. “Yardımın için teşekkürler,” dedi. “Hoşça kal.”

      Hattaki bir sonraki adam, çok acelesi varmış gibi gözüken Dedektif Komiser Gustavsson’du. “Ha, şu olay,” dedi. “Eh, ben hiç anlamadım. Ama herhâlde öyle şeyler oluyordur.”

      “Nasıl şeyler?”

      “Açıklanamaz şeyler, hani çözümü bulunamayan muammalar gibi. Dolayısıyla insan anında pes etmesi gerektiğini anlıyor.”

      “Buraya gelme nezaketini gösterebilir misin?” dedi Beck.

      “Şimdi mi? Västberga’ya mı?”

      “Aynen.”

      “Maalesef imkânsız.”

      “Bence değil.” Martin Beck kol saatine baktı. “Üç buçuk diyelim.”

      “Ama bu imkânsız…”

      Martin Beck, “Üç buçuk,” dedi ve telefonu kapattı. Sandalyesinden kalkıp elleri arkasından bağlı, odada volta atmaya başladı.

      Bu açıktan açığa çekişme, son beş yılda yaşananlar hakkında çok şey anlatıyordu. Polisin bir soruşturmaya öncelikle bir şeyleri ayıklamaya çalışmakla başlaması gittikçe sık yaşanıyordu artık. Bu da esas konuya odaklanmayı zorlaştırıyordu.

      Aldor Gustavsson, saat 4.05’te geldi. Bu isim Martin Beck için hiçbir şey ifade etmiyordu fakat adamı görür görmez tanıdı. Yaklaşık otuzlu yaşlarında, sıska bir adamdı, sert, umursamaz bir havası vardı. Martin Beck onu ara sıra Stockholm Cinayet Büro’da, ayrıca daha farklı ortamlarda görmüştü.

      “Lütfen otur.”

      Gustavsson en güzel sandalyeye oturdu, bacak bacak üstüne atıp bir puro çıkardı. Puroyu yakıp şöyle dedi: “Çılgın bir hikâye, hı? Ne bilmek istiyorsun?”

      Martin Beck bir süre tükenmez kalemini parmaklarının arasında yuvarlayarak sessizce oturdu. Sonra şöyle dedi: “Bergs Caddesi’ne saat kaçta gittin?”

      “Akşam saatlerinde. On civarı.”

      “O sırada nasıl gözüküyordu?”

      “Bayağı iğrençti. Kocaman beyaz kurtçuklarla doluydu. Kokudan zaten burnumun direği kırılıyordu. Polislerden biri hole kusmuştu.”

      “Memurlar neredeydi?”

      “Birisi kapının dışında nöbet tutuyordu. Diğeri arabanın içinde oturuyordu.”

      “Tüm bu zaman boyunca kapıda nöbet mi tutmuşlar?”

      “Evet, en azından anlattıklarına göre öyle.”

      “Peki sen ne yaptın?”

      “Hemen içeri girip şöyle bir baktım. Bayağı berbat görünüyordu, dediğim gibi. Fakat Cinayet Masası’na iş çıkabilirdi, hiç belli olmaz.”

      “Ama sen başka bir çıkarıma vardın?”

      “Tabii. Sonuçta her şey aşikârdı. Kapı içeriden üç dört farklı noktadan kilitlenmişti. O adamlar bile içeri girebilmek için akla karayı seçmişti. Pencere de kilitliydi, jaluziler inikti.”

      “Pencere hâlâ kapalı mıydı?”

      “Hayır. Polisler içeri girince açmışlar elbette. Yoksa kimse orada gaz maskesi takmadan duramazdı.”

      “Orada ne kadar kaldın?”

      “Çok fazla değil. Cinayet soruşturması gerektirecek bir durum olmadığına kanaat getirmeye yetecek kadar. Ölüm sebebi ya intihar ya da doğal sebeplerden olmalıydı, dolayısıyla iş artık üniformalılara kalıyordu.”

      Martin Beck raporu karıştırdı. “Burada oradan alınan şeylerin listesi yok,” dedi.

      “Yok mu? Eh, herhâlde birisi düşünmüştür onu. Öte yandan, zaten bir anlamı yoktu. İhtiyarın pek bir eşyası yoktu. Bir masa, bir sandalye ve bir yatak galiba; bir de açık mutfakta birkaç ıvır zıvır.”

      “Ama güzelce etrafa baktın?”

      “Tabii tabii. Adamlara onay vermeden önce her şeyi inceledim.”

      “Ne için onay?”

      “Ne mi? Nasıl yani?”

      “Ne yapmaları için onay?”

      “Cesedi kaldırmaları için elbette. Yaşlı adamın otopsiye gitmesi gerekiyordu, değil mi? İntihar etmiş olsa bile yine de açılıp bakılmalıydı. Kurallar böyle.”

      “Gözlemlerini söyleyebilir misin?”

      “Tabii. Basit. Ceset pencereden yaklaşık üç metre ötede yatıyordu.”

      “Yaklaşık?”

      “Evet, doğrusu yanımda metre yoktu. Ceset iki aylığa benziyordu; bir diğer deyişle kokuşmuştu. Odada iki sandalye, bir masa ve bir yatak vardı.”

      “İki

Скачать книгу