Kilitli Oda. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kilitli Oda - Пер Валё страница 9
“Hiçbir şey yoktu, ceset haricinde yani. Polis memurlarına sordum, onlar da bir şey bulmamıştı.”
“Dairede başka kimse var mıydı?”
“Hayır. Çocuklara sordum, hayır dediler. Ben ve o ikisinden başka kimse içeri girmemişti. Sonra minibüslü adamlar gelip cesedi plastik bir poşete koyup götürdüler.”
“O zamandan bu yana Svärd’ın ölüm sebebini öğrendik.”
“Aynen. Doğru. Kendini vurmuş. Akıl almıyor sahiden.
Silahı ne yapmış peki?”
“Elle tutulur bir açıklaman yok mu?”
“Yok. Olay tamamıyla saçmalığın daniskası. Çözümsüz bir vaka, dediğim gibi. Sık sık böyle olmaz mı zaten, hı?”
“Diğer polis memurlarının bir fikri var mıydı?”
“Hayır, tek gördükleri adamın ölü ve tüm pencerelerin kapalı olması. Ortada bir tabanca olsaydı, onlar ya da ben bulurduk. Neyse, olsa olsa ancak o ihtiyarın yanında yerde duruyor olurdu.”
“Ölünün kim olduğunu öğrendiniz mi?”
“Tabii ki. Adı Svärd’dı, değil mi? Kapıda bile yazılıydı. Ne tip bir adam olduğu bir bakışta anlaşılıyordu.”
“Ne tipti?”
“Eh, sosyal bir vaka. Yaşlı ayyaş muhtemelen. Kendilerini öldüren tiplerden; yani geberene kadar içmez ya da kalpten filan gitmezlerse.”
“Ekleyeceğin başka ilginç bir şey var mı?”
“Hayır, dediğim gibi, akıllara durgunluk veriyor. Safi esrar. Bahse girerim, sen bile bunu çözemezsin. Her neyse, zaten daha önemli şeyler var.”
“Olabilir.”
“Evet, bence öyle. Artık gidebilir miyim?”
“Henüz değil,” dedi Martin Beck.
“Söyleyecek başka sözüm yok,” dedi Aldor Gustavsson, purosunu küllükte söndürüp.
Martin Beck ayağa kalkıp pencereye yürüdü, sırtı ziyaretçisine dönük hâlde durdu. “Benim söyleyecek birkaç sözüm var,” dedi.
“Ah? Neymiş?”
“Oldukça fazla. Hepsinden önce Adli Tıp, mekânı geçen hafta incelemiş. Hemen hemen bütün izler yok edilmiş olsa da halıda bir büyük ve iki küçük kan lekesi bulmuşlar. Sen hiç kan lekesi gördün mü?”
“Hayır. Özellikle de bakmadım gerçi.”
“Bakmadığın belli. Sen neye baktın peki?”
“Hiçbir şeye. Olay gayet belliydi zaten.”
“Eğer o kan lekelerini gözden kaçırdıysan, başka birçok şeyi de gözden kaçırmış olabilirsin.”
“Her koşulda, orada bir ateşli silah yoktu.”
“Ölünün üstündeki giysilerin nasıl olduğu dikkatini çekti mi?”
“Hayır, pek değil. Sonuçta tamamen çürümüştü. Paçavralar vardır herhâlde. Ayrıca bunun bir anlamı olabileceğini düşünmedim.”
“Senin ilk bakışta fark ettiğin şey, ölen adamın fakir ve yalnız biri olmasıydı. Toplumun ileri gelenlerinden biri demezdin yani.”
“Tabii ki. İnsan benim kadar alkolik ve sosyal yardım vakası görünce…”
“Eee?”
“Eh, işte o zaman kim kimdir, ne nedir anlıyorsun.”
Martin Beck, Gustavsson’un anlayıp anlamadığını merak etti. Dışından şöyle dedi: “Diyelim ki merhum sosyal olarak üst sınıftan biriydi, o zaman belki vazifene daha titizlikle yaklaşırdın, değil mi?”
“Evet, böyle vakalarda ayağını denk almak gerekiyor. Gerçek şu ki zaten bizim işimiz başımızdan aşmış.” Etrafına bakındı. “Sen burada fark etmesen de çok çalışıyoruz. Sen her karşına çıkan ölü ayyaş için Sherlock Holmes’çuluk oynayabilirsin. Başka bir şey var mıydı?”
“Evet, var. Bu vakayı ele alış biçimin korkunç.”
“Ne?” Gustavsson ayağa kalktı. Birdenbire, Martin Beck’in, kariyerine leke sürebilecek, hatta belki de ciddi hasarlar verebilecek konumda olduğu kafasına dank etti. “Bir dakika,” dedi. “Sırf ben o kan lekelerini göremedim ve orada olmayan bir silahı bulamadım diye…”
“İhmal kötülerin içinde en kötüsü değil,” dedi Martin Beck. “İhmal olsa affedilebilir. Şöyle söyleyeyim: Polis doktorunu arayıp hatalı ve peşin hükümlü fikirlere dayanarak talimatlar vermişsin. Dahası iki polisi memurunu vakanın gayet basit bir olay olduğuna inandırmış, odaya şöyle bir girip her şey toplanıp temizlensin demişsin. Kriminolojik soruşturmaya ihtiyaç duyulmadığını ilan ettikten sonra bir tane fotoğraf bile çekmeden cesedi kaldırtıp götürtmüşsün.”
“Aman Tanrım,” dedi. “Yaşlı adam kesinlikle intihar etmişti.”
Martin Beck arkasını dönüp ona baktı.
“Bunlar resmî eleştiriler mi?” dedi Gustavsson telaşa kapılarak.
“Evet, gayet resmî. İyi günler.”
“Bir dakika. Yardım etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım…”
Martin Beck başını iki yana salladı ve adam odadan ayrıldı. Endişeli görünüyordu. Fakat kapı tam kapanma fırsatı bulamadan Martin Beck adamın şu sözleri sarf ettiğini duydu: “Seni yaşlı piç…”
Doğal olarak, Aldor Gustavsson hiçbir şekilde komiser olmamalıydı, hatta hiçbir polis biriminde yer almamalıydı. Yeteneksiz, ukala, yapmacığın tekiydi ve işini doğru düzgün yapmıyordu. Üniformalı polislerin en iyileri her zaman Cinayet Büro’ya atanırdı. Muhtemelen hâlâ da öyleydi. Eğer onun gibi adamlar bu notları almış ve ta on yıl önce komiser olmuşlarsa gelecekte kim bilir her şey nasıl olacaktı?
Martin Beck, bugünlük mesaisinin sona erdiğini hissetti. Yarın şu kilitli odaya gidip kendi bakacaktı. Bu gece ne yapsaydı? Bir şeyler yerdi, ne bulursa, sonra okuması gerektiğini bildiği kitapları karıştırırdı. Yatağında tek başına uzanır ve uykuya dalmayı beklerdi. Kapana kısılmış hissederek.
Kendi kilitli odasında.
8
Einar Rönn açık havayı seven bir tipti. Polis olmayı, onu hep hareket hâlinde tuttuğu ve açık havada olması için pek çok fırsat sunduğundan seçmişti. Yıllar geçtikçe ve terfiler birbirini izledikçe mesaisi onu kademeli olarak masa başına bağlamıştı