Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 21
On beş dakika sonra Ystad polis merkezinin bir aracı olay yerine geldi. Bölgenin en deneyimli iki polisi Peters ve Norén aracın içindeydi. Kazada yaralanan olmadığını saptadıktan sonra Peters kaza yerinden geçen trafiği düzene sokmayı üstlendi. Norén ise polis arabasının arka koltuğunda Peter Hansson’dan olanları öğrenmeye çalışıyordu. Norén alkol kontrolü için adama balonu üflettirdi ama sonuç negatif çıktı. Yine de normal gözükmüyordu. Adamın kafası iyice karışmıştı, aslında kazanın nasıl olduğu onu pek ilgilendirmiyordu. Su tulumbalarından, Malmö’deki sahtekârdan ve kuyusu olan bir evden kesik kesik söz edip duruyordu. Norén adamın zihinsel sorunları olduğunu düşünmeye başlamıştı.
“Kuyunun içinde bir kadın var,” dedi bir ara.
“Ah, evet,” diye karşılık verdi Norén. “Kuyudaki kadın, ha?”
“Kadın ölmüştü,” diye mırıldandı Hansson.
Norén birden kendini tedirgin hissetmeye başladı. Bu adam ne söylemeye çalışıyordu? Boş bir evin kuyusunun dibinde bir kadın cesedi mi bulmuştu? Norén adama arabada beklemesini söyledikten sonra koşarak Peters’in trafiği yönettiği noktaya gitti.
“Kuyunun içinde bir kadın cesedi gördüğünü söylüyor,” dedi Norén. “Kadın sarışınmış.”
Peters’in kolları yanına düştü. “Louise Åkerblom mu?”
“Bilmiyorum. Adamın doğru söyleyip söylemediğini bile bilmiyorum.”
“Wallander’i ara,” dedi Peters. “Hemen şimdi.”
Ystad emniyetindeki polisler Walpurgis Gecesi’nin sabahında saat sekizde toplantı odasında günlük toplantılarına başlamışlardı. Björk hiç zaman yitirmeden yapılacakları özetlemişti. Böylesi bir günde kayıp bir kadını düşünmenin yanı sıra düşünecek başka önemli işleri de vardı. Bu, yılın en özgür günlerinden biriydi ve akşam oynanacak oyunların hazırlığıyla da ilgilenmeleri gerekiyordu.
Tüm toplantı Stig Gustafson’a ayrılmıştı. Wallander ekibini, perşembe öğle sonrasında ve bütün bir akşam, eski vapur makinistini bulmaya sevk etmişti. Papaz Tureson’la yaptığı konuşmayı anlattığında odadakiler artık gerçeğin eşiğinde durduklarını düşünmüştü. Hepsi de kesik parmakla havaya uçurulan evin bir süre daha beklemesi gerektiğinde görüş birliğine varmışlardı. Martinson da bu olayların Louise Åkerblom’la bir ilgisi bulunmadığını, yalnızca zamanlama açısından bir rastlantı olduğunu ileri sürdü.
“Bu tür şeyler hep olur,” dedi. “Yolu sormak için girdiğimiz evde yasa dışı bir şeyler bulduğumuz çok olmuştur.”
Cuma sabahı Stig Gustafson’un nerede oturduğunu henüz bulamamışlardı.
“Bunu bugün bir sonuca ulaştırmalıyız,” dedi Wallander. “Belki onu bulamayacağız. Ama adresini bulabilirsek hiç olmazsa onun telaşla oradan ayrılıp ayrılmadığını öğrenmiş oluruz.”
Tam o sırada telefon çaldı. Björk telefonu açtı, dinledikten sonra ahizeyi Wallander’e uzattı.
“Norén,” dedi. “Kentin dışında bir yerde trafik kazası olmuş, oradan arıyor.”
“Başka biri ilgilensin,” dedi Wallander sinirli bir sesle.
Ama yine de uzatılan ahizeyi aldı, Norén’in söylediklerini dinledi. Wallander’in tepkilerine alışık olan Martinson’la Svedberg, komiserin konuşmasından çok önemli bir şey olduğunu anlamışlardı.
Wallander ahizeyi yavaşça yerine koydu ve meslektaşlarına baktı. “Norén, çöplüğe giden yolun köşesinde,” dedi. “Önemsiz bir kaza olmuş ancak kazayı yapan adam bir kuyunun dibinde kadın cesedi gördüğünü söylemiş.”
Toplantı odasındakiler soluklarını tutmuş Wallander’in bundan sonra söyleyeceklerini bekliyorlardı.
“Eğer doğru anlamışsam,” dedi Wallander. “Bu kuyu Louise Åkerblom’un görmeye gideceği evden beş kilometre ötede. Ve onun arabasını bulduğumuz göle çok yakın.”
Odada kısa bir sessizlik oldu. Sonra da sanki sözleşmişçesine hepsi birden ayağa fırladı.
“Hemen bir arama ekibi oluşturmamı ister misin?” diye sordu Björk.
“Hayır,” dedi Wallander. “Öncelikle emin olmamız gerek. Norén aşırı heyecan yaratmamızı istemiyor. Kazayı yapan adamın kafasının iyice karışık olduğunu söyledi.”
“Onun yerinde olsaydım benim de kafam karışırdı,” dedi Svedberg. “Eğer kuyuda bir ceset bulduktan sonra araba kullanmak zorunda kalsaydım ben de bu kazayı yapardım.”
“Ben de aynı şeyi düşünüyorum,” dedi Wallander.
Polis araçlarına binerek Ystad’dan ayrıldılar. Svedberg’le Wallander aynı arabada, Martinson da başka bir arabada gidiyorlardı. Otoyolun kuzey çıkışına geldiklerinde Wallander sireni açtı.
Svedberg şaşkınlıkla baktı.
“Trafik yok ki,” dedi.
“Olsun,” diye karşılık verdi Wallander.
Çöplüğe giden köşede durdular, yüzü kireç gibi olmuş Peter Hansson’u arabaya alarak kuyunun bulunduğu eve doğru gittiler.
“Ben yapmadım,” dedi Peter Hansson defalarca.
“Neyi sen yapmadın?” diye sordu Wallander.
“Onu ben öldürmedim,” dedi.
“Peki, orada ne arıyordun?” diye sordu Wallander.
“Ben yalnızca su tulumbasını çalacaktım.”
Wallander ile Svedberg bakıştılar.
“Dün gece Morell telefon edip dört tulumba istedi,” diye mırıldandı Hansson. “Ama onu ben öldürmedim.”
Wallander adamın söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordu. Birden Svedberg’in jetonu düştü ve durumu açıklamaya koyuldu. “Ben galiba ne demek istediğini anladım,” dedi. “Malmö de herkesin tanıdığı Morell adında bir sahtekâr var. Bizim çocuklar onu bir türlü iş üstünde yakalayamadılar.”
“Peki ama neden tulumba?” diye sordu Wallander.
“Antika değerleri var da onun için,” diye cevap verdi Svedberg.
Arabayı terk edilmiş evin bahçesinde durdurdu Wallander. Havanın tatilde iyi olacağı görülüyordu. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Rüzgâr da durmuştu. Saat henüz dokuz olmasına karşın sıcaklık yirmi dereceyi bulmuş olmalıydı.
Kuyuya ve yanı başında duran kırık tulumbaya baktı. Sonra da derin bir soluk alarak kuyuya yaklaşıp içine baktı.
Martinson’la