Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 22
Yerinde doğrularak yeniden kuyuya yaklaştı.
“Bu o,” dedi. “Hiç kuşkum yok.”
Martinson arabasına koşup Björk’ü arayarak tam teçhizatlı acil yardım ekibinin derhâl gönderilmesini istedi. Louise Åkerblom’un cesedinin kuyunun dibinden çıkarılması için itfaiye gerekiyordu. Wallander kırık dökük verandada Peter Hansson’la oturdu, anlattıklarını dinledi. Ara sıra soru sordu ve Peter Hansson bu soruları yanıtladığında da başını onaylarcasına salladı. Hansson’un yalan söylemediğinden emindi. Aslında polisin, Peter Hansson’a eski tulumbaları çalmak için o sabah işe koyulmasına teşekkür etmesi gerekiyordu. Eğer işe koyulmasaydı Louise Åkerblom’un cesedini bulmaları çok daha uzun sürebilirdi.
Wallander, Peter Hansson’la konuşması bittiğinde Svedberg’e, “Adresini al,” dedi. “Sonra da gitmesine izin ver. Ama Morell de aynı şeyleri söylerse tabii.”
Svedberg başını evet dercesine salladı.
“Nöbetçi savcı kim?” diye sordu Wallander.
“Björk galiba Per Åkeson’un olduğunu söylemişti,” diye yanıtladı Svedberg.
“Onu ara,” dedi Wallander. “Kadınının cesedini bulduğumuzu söyle. Bugün öğleden sonra raporumu yazıp ona göndereceğim.”
“Stig Gustafson konusunda ne yapacağız?” diye sordu Svedberg.
“Şimdilik onu sen tek başına aramak zorundasın,” dedi Wallander. “Cesedi kuyudan çıkardığımızda ve ilk inceleme yapıldığında Martinson’un burada olmasını istiyorum.”
“İyi ki bu işlem sırasında burada olmayacağım,” dedi Svedberg.
Sonra da polis araçlarından birine binerek oradan uzaklaştı.
Wallander kuyuya yeniden yaklaşmadan önce birkaç kez derin derin soluk aldı. Robert Åkerblom’a karısını nerede bulduklarını söylediğinde yalnız olmak istemiyordu.
Louise Åkerblom’un cesedinin kuyudan çıkarılması iki saat sürdü. Bu işlemi de iki gün önce gölde arabayı çıkaran iki genç itfaiyeci gerçekleştiriyordu. Cesedi kuyudan çıkardıktan sonra kuyunun hemen yanında kurdukları çadıra götürdüler. Ceset kuyudan çıkarılırken Wallander genç kadının nasıl öldürüldüğünü fark etti. Alnından vurulmuştu. Bir kez daha bu araştırmada hiçbir şeyin açık seçik olmadığını düşündü. Eğer genç kadının katili gerçekten de Stig Gustafson’sa, onu hâlâ bulamamışlardı. Ama neden kadını alnından vurmuştu? Bu işte eksik olan bir şeyler vardı.
Martinson’a ne düşündüğünü sordu.
“Alnına sıkılmış bir kurşun,” dedi Martinson. “Kontrolsüz öfke ve mutsuz bir aşkın eseriymiş gibi gelmedi bana. Bana kalırsa bu, soğukkanlılıkla işlenmiş bir cinayet.”
“Ben de aynı şeyi düşünüyorum,” dedi Wallander.
İtfaiyeciler kuyunun suyunu boşalttılar. Sonra da yeniden aşağıya inip Louise Åkerblom’un cüzdanını, evrak çantasını ve ayakkabılarından birini aldılar. Diğer teki hâlâ ayağındaydı. Su plastik havuza boşaltılıp incelendi ama Martinson suda ilginç bir şey bulamadı.
İtfaiye erleri bir kez daha kuyuya indiler. Projektörler içeriyi aydınlatıyordu ama kuyuda bir kedi iskeletinden başka bir şey bulamadılar.
Çadırdan çıkan doktorun yüzü kireç gibiydi.
“Korkunç,” dedi Wallander’e.
“Evet,” diye onayladı Wallander. “En önemli şeyi, yani kadının tabancayla öldürüldüğünü öğrendik. Malmö’deki patalogların derhâl iki şeyi öğrenmelerini istiyorum: birincisi kurşun, ikincisi de kadının öldürülmeden önce dövülüp dövülmediğinin ya da bir odada kapalı kalıp kalmadığının anlaşılmasını sağlayacak yaraların olup olmadığı. Bulabilecekleri her şeyi öğrenmek istiyorum. Ayrıca cinsel tacize uğrayıp uğramadığı da çok önemli.”
“Kurşun hâlâ kafasında,” dedi doktor. “Çıkış deliğini bulamadım.”
“Bir şey daha var,” dedi Wallander. “El ve ayak bileklerinin incelenmesini istiyorum. Kelepçe takılıp takılmadığını bilmek istiyorum.”
“Kelepçe mi?”
“Evet,” dedi Wallander. “Kelepçe.”
Ceset kuyudan çıkarılırken Björk bir kenarda durmuş onları izliyordu. Ceset sedyeyle ambulansa konarak adli tıbba gönderildikten sonra Wallander’in yanına yaklaştı.
“Kocasına haber vermek zorundayız,” dedi.
Zorundayız, diye geçirdi içinden Wallander. Yani, zorundasın demek istiyorsun.
“Papaz Tureson’la birlikte giderim,” dedi.
“Bütün akrabalarını haberdar etmesinin ne kadar zaman alacağını öğrenmeye çalış,” dedi Björk. “Bunu uzun bir süre gizli tutabileceğimizi sanmıyorum. Ayrıca, o hırsızı nasıl olup da serbest bıraktığınızı anlayamadım doğrusu. Akşam gazetelerinden birine gidip bu durumu anlatabilir.”
Wallander, Björk’ün azarlayıcı ses tonuna sinirlenmişti. Ama öte yandan da, böylesi bir tehlikenin söz konusu olduğunu kabul ediyordu.
“Evet,” dedi. “Aptallık ettim. Hatalıyım.”
“Adamın gitmesine Svedberg’in izin verdiğini sanıyordum,” dedi Björk.
“Svedberg izin verdi,” dedi Wallander. “Ama sorumlu ben olduğuma göre, benim hatam sayılır.”
“Bu şekilde konuştuğum için lütfen bana kızma,” dedi Björk.
Wallander omuz silkti.
“Bunu Louise Åkerblom’a, kızlarına ve kocasına kim yaptıysa, tüm kızgınlığım ona,” dedi.
Evi kordon altına aldılar, araştırma sürdü. Wallander arabasına giderek Papaz Tureson’u aradı. Tureson telefona hemen yanıt verdi. Wallander ona olanları anlattı. Papaz Tureson karşılık vermeden önce bir süre sustu. Sonra da Wallander’i kilisenin önünde bekleyeceğine söz verdi.
“Kendini kaybeder mi?” diye sordu Wallander.
“Tanrı’ya inanır,” diye karşılık verdi Papaz Tureson.
Göreceğiz bakalım, diye geçirdi içinden Wallander. Tanrı’ya inanmanın yeterli olup olmadığını göreceğiz.
Ama Papaz Tureson’a düşündüklerini söylemedi.
Papaz Tureson başı eğik, kilisenin önünde