Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 26
Svedberg adamın gerçekten de şaşırdığını fark etti. Birden deniz mühendisi Gustafson’un masum olabileceği geldi aklına.
On ikiye on kala Wallander, Ystad polis merkezinde Gustafson’un karşısında oturuyordu. Savcı Per Åkeson’a da gözaltı haberi verilmişti. Sorgulamaya Stig Gustafson’a kahve içmek isteyip istemediğini sorarak başladı.
“Hayır,” dedi. “Evime gitmek istiyorum. Ve buraya neden getirildiğimi öğrenmek istiyorum.”
“Sizinle konuşmak istiyorum,” dedi Wallander. “Ve verdiğiniz yanıtlara göre eve gidip gitmemenize karar vereceğiz.”
En başından başladı. Gustafson’un kişisel bilgilerini yazdı, ikinci adının Emil olduğunu ve Landskrona’da doğduğunu öğrendi. Adam bir hayli tedirgin olmuştu, Wallander adamın saç diplerinin ter içinde kaldığını gördü. Fakat bunun bir anlama gelmediğini biliyordu. Polis fobisi, yılan fobisi kadar gerçekti.
Sonra da gerçek sorgulama başladı. Wallander adamın nasıl bir tepki göstereceğini görmek için hemen konuya girdi.
“Çok korkunç bir cinayet hakkında bilgi vermek için buraya getirildin,” dedi. “Louise Åkerblom cinayeti.”
Wallander adamın kaskatı kesildiğini gördü. Cesedin acaba bu kadar çabuk bulunmasına mı şaştı, diye geçirdi içinden Wallander. Yoksa gerçekten bir şok mu yaşıyordu?
“Louise Åkerblom geçen cuma günü kayboldu,” diye sürdürdü konuşmasını. “Cesedi birkaç gün önce bulundu. Büyük bir olasılıkla cuma günü akşama doğru öldürüldü. Bu konuda ne söyleyeceksin?”
“Benim tanıdığım Louise Åkerblom’dan mı söz ediyorsunuz?” diye sordu Gustafson.
Wallander adamın korktuğunu fark etti. “Evet,” dedi. “Metodist kilisesinden tanıdığın Louise Åkerblom’dan söz ediyoruz.”
“Öldürüldü mü?”
“Evet.”
“Bu çok korkunç!”
Wallander birden midesinde bir sancı hissetti, ortada yanlış bir şeyler vardı. Stif Gustafson’un şaşkınlığı tamamen gerçek görünüyordu. Wallander deneyimlerinden en korkunç cinayetleri işleyen katillerin oldukça inandırıcı bir şekilde masum rolünü oynadıklarını çok iyi bilirdi. Ama yine de midesindeki o garip sancıyı hissediyordu. Yoksa en başından beri izledikleri yol yanlış mıydı?
“Geçen cuma günü ne yaptığını öğrenmek istiyorum,” dedi Wallander. “Anlatmaya öğleden sonradan başla.”
Aldığı cevap Wallander’i çok şaşırttı.
“Emniyet müdürlüğündeydim,” dedi Gustafson.
“Emniyette mi?”
“Evet. Malmö Emniyet Müdürlüğü’nde. Ertesi gün Las Palmas’a uçacaktım ve birden pasaportumun süresinin dolmuş olduğunu fark ettim. Malmö’deki pasaport dairesinde yeni pasaportumu alıyordum. Oraya gittiğimde çalışma saati sona ermişti ama memurların hepsi çok kibar insanlardı. Bana yardımcı oldular. Yeni pasaportumu saat dörtte aldım.”
Wallander o anda yüreğinin derinliklerinden Stig Gustafson’un masum olduğunu hissetti. Buna karşın yine de onu serbest bırakmak istemiyordu. Bu cinayeti mümkün olabilecek en kısa zamanda çözme niyetindeydi. Hem zaten sorgulamayı duygularıyla yapması görevini yerine getirmemek anlamına gelirdi.
“Arabamı tren istasyonuna park etmiştim,” diye ekledi Gustafson. “Sonra da bir bira içmek için bara gittim.”
“Geçen cuma günü öğleden sonra saat dört civarında barda olduğunu kanıtlayacak biri var mı?” diye sordu Wallander.
Stig Gustafson bir an düşündü. “Bilmiyorum,” dedi sonunda. “Barda tek başıma oturdum. Belki de barmenlerden biri beni hatırlar. Öyle çok sık bara gitmem ben. Yani düzenli bir müşteri değilim.”
“Barda ne kadar kaldın?” diye sordu Wallander.
“Bir saat galiba. Fazla değil.”
“Beş buçuğa kadar? Öyle mi?”
“Sanırım. Kapandıktan sonra tekele gitmeyi düşünmüştüm.”
“Hangisine?”
“NK mağazasının arkasındakine. Caddenin adını bilmiyorum.”
“Oraya gittin öyle mi?”
“Birkaç şişe bira almak için gittim, evet.”
“Orada olduğunu kanıtlayacak biri var mı?”
Stig Gustafson başını iki yana salladı. “Bana biraları satan adam kızıl sakallı biriydi,” dedi. “Belki dükkânın fişi hâlâ yanımdadır. Fişlerde tarih de vardır, değil mi?”
Wallander başını evet dercesine sallayarak, “Devam et,” dedi.
“Sonra da gidip arabama bindim,” diye anlatmayı sürdürdü Stig Gustafson. “Jägersro’nun dışındaki indirimli satış yapan B&W mağazasına valiz almaya gittim.”
“Oraya gittiğini kanıtlayacak biri var mı?”
“Valiz almadım,” dedi Stig Gustafson. “Çok pahalıydı. Eskisiyle idare etmeye karar verdim. Buna üzülmüştüm.”
“Sonra ne yaptın?”
“McDonald’s’a girip bir hamburger yedim. Çalışanlar çok gençti. Onların bir şey hatırlayacaklarını sanmıyorum.”
“Gençlerin bellekleri bizden çok daha iyidir,” dedi Wallander birkaç yıl önce bir araştırmada kendisine çok yardımcı olan genç banka memurunu hatırlayarak.
Stig Gustafson birden heyecanla, “Bir şey hatırladım,” dedi. “Bardayken bir şey olmuştu.”
“Anlat.”
“Tuvalete gitmiştim. Orada birkaç dakika kadar bir adamla konuştum. Ellerini kurulamak için kâğıt havlu olmadığından şikâyet ediyordu. Biraz çakırkeyifti. Fazla değil. Adının Forsgård olduğunu, Höör’de çiçekçi dükkânı işlettiğini söylemişti.”
Wallander gerekli notu aldı. “Onu bulup konuşuruz,” dedi. “Jägersro’daki McDonald’s’tayken saat altı buçuk olmuş muydu?”
“Olabilir,” dedi Stig Gustafson.
“Sonra ne yaptın?”
“İskambil oynamak için Nisse’nin evine gittim.”
“Nisse de kim?”
“Yıllarca denizlerde yelken açtığım eski bir marangoz. Adı Nisse Strömgren. Förening Caddesi’nde