Gülümseyen Adam. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gülümseyen Adam - Хеннинг Манкелль страница 22
“Alfred Harderberg kim?” diye sordu elindeki kâğıt parçasında yazan isme bakarak.
“Herkesin tanıdığı birisi,” dedi Björk. “İsveç’in şu anda en başarılı iş adamı… Burada Skåne’de yaşıyor. Özel jetiyle dünyayı dolaşmadığı zamanlarda…”
“Farnholm Şatosu’nun sahibi,” dedi Svedberg. “Dibinde kum yerine gerçek altın tozu bulunan bir akvaryumu olduğu söyleniyor.”
“Gustaf Torstensson’un müvekkiliymiş,” dedi Wallander. “Aslında tek müvekkili… Ve en son görüştüğü kişi… Torstensson tarlada öldüğü gece onunla yaptığı toplantıdan dönüyormuş.”
“Balkanlarda savaştan harap olmuş bölgelerdeki ihtiyaç sahipleri için yardım kampanyası organize etmişti,” dedi Martinson. “Gerçi bu, sınırsız miktarda para sahibi birisi için çok da sıra dışı sayılmayabilir.”
“Alfred Harderberg saygı göstermemiz gereken birisi,” dedi Björk.
Wallander, Björk’ün konuşulanlardan rahatsız olduğunu görebiliyordu. “Saygı göstermemiz gerekmeyen birisi var mı?” dedi Wallander yüksek sesle. “Yine de kendisine ziyarette bulunmaya niyetliyim.”
“Gitmeden önce telefon et,” dedi Björk ve ayağa kalktı.
Toplantı o anda bitti. Wallander kendisine bir kahve alıp odasına çekildi. Berta Dunér’in Asya kökenli genç bir kız tarafından ziyaret edilmesinin ne anlama geldiğine dair düşünmek için zamana ihtiyacı vardı. Belki de bunun hiçbir anlamı yoktu, ne var ki içgüdüleri tam tersini söylüyordu. Ayaklarını masaya uzatıp sandalyesinde geriye yaslandı ve dizlerinin arasına kahve fincanını koydu.
Telefon çaldı. Wallander telefonu açmak için sıçradığında fincan elinden fırlayıp yere düştü ve pantolonunun paçasına kahve döküldü.
“Hay aksi,” diye bağırdı Wallander kulağına tuttuğu ahizeye doğru.
“Kabalığa gerek yok,” dedi babası. “Sadece neden beni aramadığını soracaktım.”
Wallander ânında suçluluk hissetti, sonra hisleri kızgınlığa dönüştü. Babasıyla ilişkilerinin daha az gergin olduğu bir günü görebilecek miydi?
“Elimdeki kahveyi üzerime döktüm,” dedi Wallander. “Bacağım yandı.”
Babası, Wallander’in açıklamasını duymamış gibi görünüyordu. “Neden oradasın? İzinde olman gerekirdi.”
“Artık değil. Yeniden çalışmaya başladım.”
“Ne zaman?”
“Dün?”
“Dün mü?”
Wallander kısa kesmezse bu konuşmanın fazlasıyla uzayacağını anladı. “Sana haber vermem gerekirdi,” dedi, “Ama hiç zamanım yok. Yarın akşam sana gelip neler olduğunu anlatırım.”
“Seni görmeyeli uzun zaman oldu,” dedi babası ve telefonu kapattı.
Wallander telefon elinde bir süre olduğu yerde kalakaldı. Babası seneye yetmiş beş yaşına girecekti ve Wallander’de sürekli çelişkili duygular uyandırmayı başarıyordu. Kendisini bildi bileli babasıyla ilişkileri karmaşıktı. Özellikle ona polis olmaya karar verdiğini söylediği günden beri. Üzerinden yirmi beş yıl geçmişti ama Wallander’in kararını eleştirme fırsatını hiç kaçırmazdı. Buna rağmen babasına zaman ayıramadığı için Wallander’in vicdanı rahat değildi. Geçen yıl kendisinden otuz yaş genç birisiyle, evine haftada üç kez yardıma gelen sosyal hizmet görevlisi bir kadınla evleneceğine dair o şaşırtıcı haberi aldığında artık arkadaşsız kalmayacağını tahmin etmişti. Şimdi elinde telefon ahizesiyle otururken babasıyla ilişkilerinde hiçbir şeyin değişmediğini fark etti.
Ahizeyi yerine koyup yere düşen fincanı aldı ve not defterinden kopardığı bir kâğıt parçasıyla pantolonunu temizledi. O anda Savcı Åkeson’u arayıp açıklama yapması gerektiğini hatırladı. Åkeson’un sekreteri telefonu hemen bağladı. Wallander gelemeyeceğini söyledi, Åkeson buna karşılık ertesi sabah buluşmayı önerdi.
Wallander bir kahve daha almaya gitti. Koridorda bir elinde dosya taşıyan Höglund’a rastladı.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Wallander.
“Yavaş,” dedi Höglund. “İki avukatın ölümünde bir bityeniği olduğuna dair düşünceleri aklımdan çıkaramıyorum.”
“Ben de aynen öyle hissediyorum,” dedi Wallander. “Seni böyle düşündüren ne?”
“Tam olarak bilmiyorum.”
“Bunu yarın tartışalım,” dedi Wallander. “Tecrübelerime göre kelimelerle ifade edemediğin ya da tam olarak anımsayamadığın şeyleri asla hafife almamak gerekir.”
Wallander odasına dönüp telefonun fişini çekti ve not defterini açtı. Sten Torstensson’un Skagen’deki kumsalda havanın buz gibi olduğu o gün, sislerin içinden kendisine doğru yürüdüğü âna dönmeye çalıştı. Bu, soruşturmanın benim için başlama ânıydı, diye düşündü. Sten daha ölmemişken başlamıştı bu soruşturma.
İki avukat hakkında bildiği her şeyi gözden geçirdi. Sağını ve solunu dikkatle izleyerek geri çekilen bir asker gibiydi. Kendisinin ve arkadaşlarının şimdiye kadar topladıkları bilgileri tek tek incelemesi bir saatini aldı.
Görebildiğim ve henüz göremediğim şeyler ne? Soruşturma notlarını gözden geçirirken defalarca bunu sorup durdu kendine. Fakat elindeki kalemi bir kenara fırlattığında elde edebildiği tek şey kafasındaki son derece dekoratif ve süslü soru işaretiydi.
İki avukat öldü, diye düşündü. Bir tanesi muhtemelen kaza süsü verilen garip bir olayda öldürüldü. Gustaf Torstensson’u öldüren her kimse soğukkanlı ve kurnaz biri olmalı. Sandalye bacağı ise alışılmamış bir hataydı. Elimde kim ve neden soruları var ama başka sorular da olabilir.
O anda yapabileceği, hatta yapması gereken bir şey aklına geldi. Berta Dunér’in telefonunu notlarından bulup aradı.
“Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın,” dedi. “Ben Komiser Wallander. Size bir sorum olacak. Hemen cevap verebilirseniz minnettar olurum.”
“Yardımcı olabilirsem sevinirim,” diye karşılık verdi Berta Dunér.
Aslında iki sorum var, diye düşündü Wallander, ama Asyalı kadın hakkında soracaklarımı başka bir zamana saklıyorum.
“Gustaf Torstensson’un öldüğü gece Farnholm Şatosu’na müvekkiliyle görüşmeye gittiğini kimler biliyordu?” diye sordu Wallander.
Berta Dunér cevap vermeden önce biraz bekledi. Wallander bunun daha iyi hatırlamak için mi yoksa zaman kazanmak