Güvenlik Duvarı. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль страница 13
“Benim üvey kızım olduğunu biliyordun, değil mi?”
Raporda yazmış olsa Wallander mutlaka hatırlardı.
“Sadece Emil ortak çocuğumuz,” dedi Hökberg. “Ben onunla tanıştığımda Sonja iki yaş civarındaydı. 17 yıl önceydi. Ruth ve ben bir Noel partisinde tanıştık.”
“Sonja’nın babası kim?”
“Adı Rolf. Kızla hiç ilgilenmemiş. Ruth’la evlenmemişler bile.”
“Nerede olduğunu biliyor musun?”
“Birkaç sene önce vefat etti. İçe içe öldü gitti.” Wallander paltosunun cebinde tükenmez kalem aradı. Hem gözlüğünü hem defterini unuttuğunu zaten fark etmişti. Cam sehpada bir tomar gazete duruyordu.
“Sakıncası yoksa bir parça koparabilir miyim?”
“Polisin kırtasiye malzemesine yetecek parası yok mu artık?”
“İyi bir soru. Not defterimi unutmuşum da.”
Wallander kâğıdı bir derginin üstüne koyup yazdı. İngilizce yazılmış bir finans dergisi olduğu dikkatini çekti.
“Sakıncası yoksa, ne iş yaptığını sorabilir miyim?”
Cevap çok şaşırtıcıydı.
“Borsada oynuyorum.”
“Anladım. Bu ne anlama geliyor yani?”
“Hisse alıp satıyorum, yabancı döviz alıp satıyorum. Aynı zamanda bahislere giriyorum, daha çok İngiliz kriket maçlarına. Bazen Amerikan beyzbol iddialarına da yatırım yapıyorum.”
“Yani kumar oynuyorsun?”
“Bildiğimiz kumar değil. At yarışlarına asla girmem. Ama hisse senedi alıp satmaya da bir tür kumar denebilir herhâlde.”
“Tüm bunları evden yapıyorsun yani?”
Hökberg ayağa kalkıp Wallander’e onu takip etmesini işaret etti. Bitişikteki odaya girince Wallander eşikte kaldı. Bu odada sadece bir değil, üç televizyon vardı. Ekranların en altından çeşitli rakamlar akıyordu. Duvarda dünyanın çeşitli yerlerindeki zamanı gösteren bir saat asılıydı. Âdeta hava trafiği kontrol kulesine girmek gibiydi.
“İnsanlar hep teknoloji sayesinde dünya küçüldü der,” dedi Hökberg. “Bence orası tartışılır. Ancak şu bir gerçek ki benim dünyamı tartışılmaz biçimde büyüttü. Ystad’ın ucundaki bu alelade evden dünyanın bütün piyasalarına ulaşabiliyorum. Londra ya da Roma’daki bahis merkezleriyle temas kurabiliyorum. Hong Kong piyasasında vadeli işlem yapıp Jakarta’da Amerikan dolarıyla satabiliyorum.”
“Gerçekten o kadar basit mi?”
“Hiç değil. İzinler gerekiyor, iyi kontakların ve bilgin olması lazım. Ama ben bu odaya adım attığımda dünyanın tam merkezindeyim. İstediğim yerdeyim. Güç ve hassasiyet yan yana yürüyor burada.”
Oturma odasına döndüler.
“Sonja’nın odasını da görmek isterim,” dedi Wallander. Hökberg merdivenlerden çıkarken ona eşlik etti. Wallander’in, oğulları Emil’e ait olduğunu düşündüğü odanın önünden geçtiler.
“Ben aşağıda beklerim,” dedi Hökberg. “Bana ihtiyacın yoksa yani.”
“Hayır, gerek yok.”
Wallander, Hökberg’in ağır adımlarla alt kata indiğini duydu. Odanın kapısını açtı. Tavan aşağı eğimliydi ve pencerelerden biri aralıktı. İncecik perde rüzgârda dalgalanıyordu. Wallander uzun tecrübelerinden öğrenmişti ki ilk izlenim her zaman çok önemliydi. Yakından inceleme yapıldığında ilk bakışta göze çarpmayan önemli detaylara ulaşılabilirdi ancak Wallander, her zaman o ilk izlenimine bir dönerdi.
Bu odada bir insan yaşıyordu. Wallander’in aradığı kişi oydu. Yatak toplanmıştı; pembe, çiçekli yastıklar vardı. Duvarlardan birinde bir raf dolusu oyuncak ayıcık duruyordu. Gardırop kapağı aynalıydı ve yerde kalın bir halı vardı. Pencere kenarında bir çalışma masası vardı ama üstünde hiçbir şey yoktu. Wallander çok uzun bir süre kapının eşiğinde durup odaya baktı. Sonja Hökberg burada yaşıyordu. Wallander odaya girdi, yatağın yanına diz çöküp altına baktı. Her taraf ince bir toz tabakasıyla kaplıydı, sadece bir noktada, oradan alınmış bir şeyin izi kalmıştı. Wallander ürperdi. Çekicin bulunduğu yer burası olmalı, diye düşündü. Ayağa kalktı, çalışma masasının çekmecelerini açtı. Hiçbir çekmece kilitli değildi. Hatta kilit bile yoktu. Ne aradığını bilmiyordu aslında. Belki bir günlük ya da birkaç fotoğraf. Ancak çalışma masasında dikkatini çeken hiçbir şey yoktu. Wallander yatağa oturup kızla karşılaşmasını düşündü.
Odayı kapının ardından görür görmez dikkatini çeken bir şey fark etmişti.
Bir uyumsuzluk. Hökberg ve odası birbiriyle uyuşmuyordu. Onu burada, bu pembe yastıkların ve ayıcıkların arasında hayal edemiyordu. Yine de burası onun odasıydı işte. Wallander bunun ne anlama geliyor olabileceğini çözmeye çabaladı. Hangisi gerçeğe daha yakındı: Emniyette tanıştığı o pervasız kız mı, yoksa yaşadığı, yatağının altında çekiç sakladığı bu oda mı?
Yıllar önce Rydberg ona dinlemenin inceliklerini öğretmişti: Her odanın kendi yaşamı ve nefesi vardır. Kulak verip dinlemek zorundasın. Bir oda, içinde yaşayan insan hakkında birçok sır anlatır.
Wallander ilk başta Rydberg’in bu tavsiyesine şüpheyle yaklaşmıştı ancak zaman içinde, Rydberg’in ona hayati öneme sahip bir bilgi verdiğine kanaat getirmişti.
Wallander’in başı ağrımaya başlıyordu, özellikle şakakları zonkluyordu. Kalkıp gardırobun kapısını açtı. Giysiler askıdaydı, yerde ayakkabılar diziliydi. Kapının iç kısmında Şeytanın Avukatı filminin posteri asılıydı. Başrol oyuncusu Al Pacino’ydu. Wallander bu aktörü Baba filminden hatırlıyordu. Gardırobun kapağını kapatıp çalışma masasının yanındaki sandalyeye oturdu. Odaya yeni bir açıdan bakmış oldu.
Bir şey eksik, diye düşündü. Linda’nın odasının ergenlik yıllarındaki hâlini anımsadı. Tabii ki bazı pelüş oyuncaklar vardı. Ama ondan öte, her yer hayranlık duyduğu idollerin resimleriyle doluydu, zaman zaman bu idoller değişirdi ama muhakkak birileri asılıydı.
Hökberg’in odasında bu tarz bir şey yoktu. Kız 19 yaşındaydı ve sadece gardırobun içinde bir film afişi asılıydı. Wallander orada birkaç dakika daha oturdu, sonra odadan çıkıp merdivenlerden indi.
Hökberg ona dikkatlice baktı.
“Bir şey buldun mu?”
“Sadece şöyle bir bakmak istemiştim.”
“Ona ne olacak?”
Wallander başını iki yana salladı. “Bir yetişkin