Güvenlik Duvarı. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль страница 12

Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

batısında oturuyordu. Wallander adresi yazdı, ayağa kalktı, paltosunu giydi. Tam çıkarken telefon çaldı. Telefonu açtı. Linda arıyordu. Arka fondan gelen gürültü ve takırtıya bakılırsa kızı restorandaydı.

      “Mesajını bu sabah aldım,” dedi.

      “Bu sabah mı?

      “Dün gece evde yoktum.”

      Wallander kızına geceyi nerede geçirdiğini sormaması gerektiğinin farkındaydı. Bu sadece Linda’nın tepkisine sebep olur, Linda telefonu suratına kapatırdı.

      “Eh, öyle özel bir şey için aramadım,” dedi. “Nasılsın diye merak ettim.”

      “İyiyim. Sen nasılsın?”

      “Biraz üşütmüşüm. Yoksa her şey bildiğin gibi. Acaba bu yakınlarda şehre gelip beni görme planın var mı?”

      “Hiç vaktim yok.”

      “Yol paranı öderim.”

      “Dedim ya, vaktim yok. Paradan dolayı değil.”

      Wallander, Linda’nın fikrinin değişmeyeceğini anladı. Kızı da aynı onun gibi inatçıydı.

      “Sen nasılsın bu arada?” dedi Linda tekrar. “Baiba ile bu aralar görüştün mü, konuştun mu hiç?”

      “O defter çok uzun zaman önce kapandı. Biliyorsun.”

      “Bu gidişin hiç iyi değil.”

      “Ne demek istiyorsun?”

      “Biliyorsun ne demek istediğimi. Mızmızlık yapıyorsun. Daha önce öyle konuşmazdın.”

      “Sence mızmızlık mı yapıyorum?”

      “Şu anda yapıyorsun işte. Ama bir teklifim var. Bence bir çöpçatanlık ajansını aramalısın.”

      “Çöpçatanlık ajansını mı?”

      “Randevulaşabileceğin birisini bulmak için. Yoksa benim hangi geceyi nerede geçirdiğimi kara kara düşünen, mızmızın önde gideni, yaşlı bir adama döneceksin.”

      İçimi okudu, diye düşündü Wallander. Neysem oyum.

      “Yani gazeteye ilan mı vermeliyim sence?”

      “Evet, ya da eş bulan o şirketlerden birini kullanabilirsin.”

      “Hayatta yapmam.”

      “Nedenmiş?”

      “Ben öyle şeylere inanmıyorum.”

      “Neden inanmıyorsun?”

      “Bilmiyorum.”

      “Eh, benden sana bir öneriydi işte. Sen bunu bir düşün. İşe dönmem lazım.”

      “Neredesin?”

      “Restorandayım.”

      Vedalaşıp telefonu kapattılar. Wallander, Linda’nın geceyi nerede geçirdiğini merak etti. Birkaç yıl önce Linda, Lund’da tıp okuyan Kenyalı bir gençle takılıyordu. Ancak ilişkileri bitmişti ve Wallander o zamandan beri, Linda’nın kimle çıktığını bilmiyordu, sadece ara sıra yeni birileriyle tanıştığından haberi vardı. Biraz sinirlendi, biraz kıskandı. İlan vermek ya da çöpçatanlık ajanslarına başvurmak onun aklından geçtiyse de hep son dakika caymıştı. Sanki bir kere bu kararı verdi mi kabul edilemez bir çaresizliğin dibine batmış olacaktı.

      Dışarı adımını atar atmaz sert rüzgârdan dolayı üşüdü. Wallander arabasına binip motoru çalıştırdı, kötüye giden o garip seslere kulak verdi. Sonra Hökberg’lerin oturduğu eve doğru sürdü. Martinson’un raporundan, sadece Hökberg’in babasının “kendi işini” yaptığı bilgisine ulaşmıştı. Ne işi olduğunu hiç bilmiyordu. Küçük ön bahçeleri temiz ve derli topluydu. Wallander zili çaldı. Bir süre sonra bir adam kapıyı açtı. Wallander daha önce tanıştıklarını hemen anladı. Bir kere gördüğü yüzü kolay kolay unutmazdı. Ancak adamla nerede ve ne zaman tanıştığını bilmiyordu. Adam da Wallander’i hemen tanımıştı.

      “Sensin demek,” dedi. “Polisin kapıyı çalacağını tahmin etmiştim ama senin gelmeni beklemiyordum.”

      Wallander’in içeri girmesi için kenara çekildi. Bir yerlerden televizyon sesi duydu. Bu adamla daha önce nerede tanıştıklarını hatırlayamadı.

      “Beni tanıdığını sanıyorum?” dedi Hökberg.

      “Evet, tanıdım,” dedi Wallander. “Ama tam çıkaramadım.”

      “Erik Hökberg desem, bir şey çağrıştırır mı?”

      Wallander hafızasını taradı.

      “Ve Sten Widén?”

      Birden hatırladı. Stjärnsund’da at çiftliği olan Sten Widén. Ve Erik. Üçü operaya çok düşkündü. Sten aralarında en çok operayla ilgili olandı, Erik de onun çocukluk arkadaşıydı ve birlikte plakçaların yanına oturup Verdi’nin operalarını dinlerlerdi.

      “Evet, şimdi hatırladım,” dedi Wallander. “Ama o zaman adın Hökberg değildi, değil mi?”

      “Karımın soyadını aldım. Çocukken adım Erik Eriksson’du.”

      Hökberg iri yarı bir adamdı. Wallander’e uzattığı palto askısı elinde küçücük kalmıştı. Wallander onu zayıf hatırlıyordu ama şimdi dalyan gibiydi. Bu yüzden de bağlantıyı kurmakta zorlanmış olmalıydı.

      Wallander paltosunu astı, Hökberg’in arkasından oturma odasına girdi. Odanın ortasında bir televizyon vardı ama kapalıydı. Ses başka bir odadan geliyordu. Oturdular. Wallander söze nasıl başlayacağını düşündü.

      “Olanlar çok kötü,” dedi Hökberg. “Yani, ne oldu da böyle bir şey yaptı, anlayamıyorum.”

      “Daha önce şiddete meyilli miydi?”

      “Hiç.”

      “Peki ya karın? Evde mi?”

      Hökberg koltuğuna çuval gibi yığılmıştı. Yüzündeki yağ tabakalarının altından Wallander şimdi ona fersah fersah uzakta görünen bir geçmişte kalmış başka bir çehrenin ana hatlarını seçebiliyordu.

      “Emil’i alıp Höör’deki kız kardeşine gitti. Burada kalmaya dayanamadı. Gazeteciler telefon edip duruyordu. Hiç merhametleri yok. Bazıları gecenin olmadık bir vakti arıyordu.”

      “Onunla konuşmak zorundayım maalesef.”

      “Biliyorum. Polise ona orada ulaşabileceklerini söyledim.”

      Wallander nasıl devam edeceğini kestiremedi. “Sen ve karın olanlar hakkında konuşmuşsunuzdur.”

      “O

Скачать книгу