Güvenlik Duvarı. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль страница 6

Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

sen?”

      “Oradaydım, tahmin edemeyeceğin kadar boğucuydu.”

      “Anne nasıl karşılamış bu haberi? Adını unuttum.”

      “Anette. Kadının hayatta şansı hiç yaver gitmemiş. Ama bence elinde kalan tek çocuğuna iyi bakıyor. Ya da en azından bakmaya çalışıyor.”

      “Göreceğiz.”

      “Nasıl yani?”

      “Çocuğun adı ne?”

      “Jens.”

      “On yıl sonra Jens Fredman ismi polis kayıtlarımıza girecek mi girmeyecek mi, bekleyip göreceğiz işte.”

      Wallander başını salladı. Bu ihtimal dâhilindeydi.

      Höglund çıktı, Wallander de yeni bir kahve almaya gitti. Genç polisler kantinden ayrılmıştı. Wallander, Martinson’un odasına yürüdü. Kapı ardına kadar açıktı ama oda boştu. Wallander kendi odasına döndü. Baş ağrısı geçmişti. Camdan dışarıya baktı. Su kulesinin orada bir grup karatavuk ciyak ciyak bağırıyordu. Wallander kuşları saymaya çalıştı ama sayıları çok fazlaydı.

      Telefon çaldı, Wallander masasına oturmadan açtı. Arayan kitapçıydı, sipariş ettiği kitabın geldiğini haber veriyordu. Wallander kitap siparişi verdiğini hatırlamıyordu ama ertesi gün almaya geleceğine söz verdi.

      Ahizeyi yerine koyar koymaz hangi kitap olduğunu anımsadı. Linda’ya bir hediyeydi. Antika mobilyaları yenilemek üzerine yazılmış Fransızca bir kitaptı. Wallander doktorun muayenehanesindeki dergide bu kitabın tanıtımını okumuştu. Linda’nın para kazanmak için mobilya yenileme fikrine dönmesini umuyordu hâlâ, oysaki kızı başka kariyerler denemekle meşguldü. Wallander kitabı sipariş etmiş, ânında da sipariş ettiğini unutmuştu. Kahve fincanını kenara itip akşamın ilerleyen saatlerinde kızını aramaya karar verdi. En son konuşmalarının üstünden haftalar geçmişti.

      Martinson içeri girdi. Hep bir acelesi vardı ve nadiren kapıyı çalardı. Yıllar içinde Wallander’in Martinson’un polisliğine olan inancı artmıştı. En büyük zayıflığı muhtemelen başka bir iş yapmayı tercih edecek olmasıydı. İşi bırakmayı ciddi ciddi kafasına koyduğu zamanlar olmuştu, en kötüsü de kızının okulda saldırıya uğradığı dönemdi. Ona saldıranlar, sırf polis kızı olduğu için yaptıklarını ısrarla ifade etmişti. Bu da Martinson’u zıvanadan çıkarmaya yetmişti. Ancak Wallander sonunda bir şekilde onu ikna etmeyi başarmıştı. Martinson’un en güçlü yönleri hem inatçı hem de zeki oluşuydu. İnatçılığı bazen sabırsızlığına yeniliyordu ve o zaman zekâsından yeterince faydalanamıyordu. Ara sıra özensiz işler teslim edebiliyordu.

      Martinson kapının eşiğine yaslandı. “Seni aramaya çalıştım,” dedi, “ama cep telefonun kapalıydı.”

      “Kilisedeydim,” dedi Wallander. “Tekrar açmayı unutmuşum.”

      “Stefan’ın cenazesinde mi?”

      Wallander, Martinson’a Höglund’a anlattıklarını anlattı, tahmin edeceği üzere son derece kasvetli olduğunu söyledi. Martinson masadaki dosyayı işaret etti.

      “Okudum,” dedi Wallander. “Hâlâ o kızlar hangi şeytana uyup da bir çekiç ve bıçak alıp birisine öylece saldırıvermişler, aklım alamadı.”

      “Orada yazıyor ya,” dedi Martinson. “Paraya ihtiyaçları varmış.”

      “İyi de neden böyle bir şiddete başvurmuşlar? Adam nasıl bu arada?”

      “Lundberg mi?”

      “Başka hangi adam olacak?”

      “Hâlâ şuuru kapalı ve durumu kritik. Herhangi bir değişiklik olursa arayacaklarına söz verdiler. Ama durum pek umut verici görünmüyor.”

      “Bunlardan herhangi bir şey anlıyor musun?”

      Martinson oturdu. “Hayır,” dedi. “Kesinlikle anlamıyorum. Anlamak istediğimden de emin değilim.”

      “Ama anlamak zorundayız. Bu işi yapıyorsak.”

      Martinson, Wallander’e baktı. “Biliyorsun, sık sık işi bırakmayı düşünürüm. En son düşündüğümde benimle konuşup beni ikna ettin. Bir sonraki sefere bu kadar kolay olmayacak ama.”

      Wallander endişeliydi. Martinson’u kaybetmek istemiyordu, aynı şekilde Höglund da istifa dilekçesiyle kapısını çalsa hiç memnun olmazdı. “Belki gidip şu Hökberg denen kızla konuşuruz,” dedi.

      “Bir şey daha var.”

      Wallander sandalyede arkasına yaslandı. Martinson’un elinde birkaç belge vardı.

      “Buna bakmanı istiyorum. Dün gece olmuş. Ben nöbetçiydim ve seni yataktan çıkarmanın çok gerekli olduğunu düşünmedim.”

      “Anlatsana.”

      Martinson alnını kaşıdı. “Gece devriyelerinden biri, saat bir civarı aradı ve şehirdeki mağazaların orada bir ATM’nin önünde ölü bir adam olduğunu söyledi.”

      “Hangisinde?”

      “Vergi dairesinin yanındaki.”

      Wallander başıyla onayladı.

      “Arabayla bakmaya gittik. Doktora göre, adam öleli çok olmamış, en fazla iki saat dedi. Elbette otopsi raporunu birkaç gün sonra alırız.”

      “Ne olmuş?”

      “Mesele de bu. Başında çok kötü bir yara vardı ama birisi ona vurdu mu, adam yere düşüp mü yaralandı, anlayamadık.”

      “Soyulmuş mu?”

      “Cüzdanı yanındaydı ve paralar da duruyordu.”

      Wallander bir saniye düşündü. “Kimse bir şey görmemiş yani?”

      “Hayır.”

      “Adam kimmiş?”

      Martinson belgeye baktı. “Adı Tynnes Falk. 47 yaşında, o civarda oturuyormuş. Apelbergs Caddesi 10 numarada en üst katta kiracıymış.”

      Wallander elini havaya kaldırdı.

      “Apelbergs Caddesi 10 numara mı?”

      “Evet.”

      Wallander yavaş yavaş başını salladı. Yıllar önce, Mona’dan boşanmasının hemen ardından, Saltsjöbaden Oteli’ndeki bir dans gecesinde bir kadınla tanışmıştı. Wallander çok sarhoştu. Kadınla birlikte evine gitmişti ve ertesi sabah tanımadığı bir kadının yanında, hiç bilmediği bir yatakta uyanmıştı, kadının adını hatırlamıyordu. Hemen giysilerini giymiş ve oradan ayrılmış, kadını da bir daha görmemişti. Her nedense Wallander o kadının Apelbergs Caddesi 10 numarada oturduğundan emindi.

      “Adresi

Скачать книгу