Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 22

Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

girince konuşmalarına ara verdiler. İkisi de hayır dedi.

      “En önemli şey hakkında kafa yoralım biraz,” dedi Wallander. “Sıkıştırdığınız denizaltıyı salıverme emrine nasıl tepki verdiniz?”

      “Kulaklarıma inanamamıştım.”

      “Bunu nasıl haber almıştınız?”

      “Nyman aniden geri durma, Landsort’a gitme ve orada bekleme emri almıştı. Açıklama yapılmamıştı, Nyman da gereksiz sorular soracak bir tip değildi. Bana telefon geldiğini söylediği sırada ben makine dairesindeydim. Kamarama koştum. Arayan Håkan’dı. Yalnız olup olmadığımı sordu.”

      “Sık sık böyle yapar mıydı?”

      “Pek yapmazdı, hayır. Ben de ona yalnız olduğumu söyledim. Bana gerçeği söylüyor olmamın çok önemli olduğunu söyledi. Buna kızdığımı hatırlıyorum. Sonra onun kumanda odasından çıkmış olduğunu ve beni bir telefon kulübesinden aradığını anladım.”

      “Bunu nereden bilebilirsiniz ki? Size o mu söyledi?”

      Nordlander soran gözlerle Wallander’e baktı.

      “Burada polis siz misiniz, ben mi? Nefes nefese kaldığını duyabiliyordum!”

      Wallander provoke edilmeye izin vermeyecekti. Sadece başını sallayarak Nordlander’den devam etmesini istedi.

      “Huzursuzdu, hem öfkeli hem de korkmuştu diyebiliriz sanırım. Bunun vatana ihanet olduğunu söyleyip duruyordu; emirlere karşı geleceğini, ne emir verirlerse versinler o Tanrı’nın belası denizaltıyı bombalayıp su üstüne çıkaracağını söylüyordu. Sonra parası bitti sanırım. Sanki biri hattı kesmiş gibi gelmişti bana.”

      Wallander gözlerini dikip devamını anlatması için bekledi ama devamı gelmedi.

      “Bu çok ciddi bir itham. Vatana ihanet mi?”

      “Ama durum tam tamına buydu! Bizim karasularımızı işgal eden bir denizaltıyı salıverdiler.”

      “Kim sorumluydu?”

      “Genelkurmay başkanlığından biri; yapılması gerekeni yapmaktan birdenbire çok korkan biri, büyük olasılıkla tek bir kişi değil. Bir Rus denizaltısının su yüzüne çıkarılmasını istemediler.”

      Elinde kahve fincanı olan bir müşteri, bulundukları yere gelmişti ama Nordlander öyle dik dik baktı ki adam diğer bölümde başka bir masa aramak üzere hemen yeniden dışarı çıktı.

      “Sorumluluk kimdeydi, bilmiyorum. ‘Neden’ sorusunu cevaplamak daha kolay olabilir ama böyle bile olsa, bir spekülasyon olmaktan öteye gitmez. Bilmiyorsan bilmiyorsundur.”

      “Bazen yüksek sesli düşünmek gerekir, polisler bile yapar bunu.”

      “Diyelim ki o denizaltında İsveç otoritelerinin el süremeyeceği bir şey vardı.”

      “Bu ne olabilir?”

      Sten Nordlander sesini alçalttı, çok fazla değil ama yine de Wallander’in dikkatini çekmişti.

      “Belki yaptığımız tahmin oyununu biraz genişletebilir ve bunun ‘bir şey’ değil, ‘birisi’ olduğunu düşünebiliriz. Ya gemide İsveçli bir subay olduğu ortaya çıksa neler olurdu, örnek bu ya!”

      “Bu nereden aklınıza geldi?”

      “Benim gelmedi. Håkan’ın varsayımlarından biriydi. Böyle bir sürü teorisi vardı.”

      Wallander konuşmaya devam etmeden önce bir süre düşündü. Nordlander’in söylediği her şeyi not etmediğine pişman oluyordu.

      “Sonrasında neler oldu?”

      “Neyin sonrasında?”

      Nordlander sinirlenmeye başlamıştı ama sebebi bütün bu sorular yüzünden miydi, yoksa arkadaşının kaybolmasıyla mı ilgiliydi, Wallander karar veremedi.

      “Håkan bana çevreye sorular sormaya başladığını söyledi,” dedi Wallander.

      “Neler olup bittiğini bulmaya çalışıyordu ama tabii her şey çok gizliydi. Hatta bazı dokümanlar ultra-gizli olarak sınıflandırılmıştı; bu, yetmiş seneliğine kilit altına alındıkları anlamına gelir. İsveç’te bir şeyin gizli olarak saklanabildiği en uzun süredir bu. Normal sınır kırk yıldır. Fakat bu işte bazı belgelere yetmiş yıl ambargosu konmuştu. Herhâlde bize kahve ile kurabiye getiren küçük Marie’nın bile onları okumaya ömrü yetmeyecek.”

      “Evet ama, Maria iyi genlere sahip bir aileden geliyormuş,” dedi Wallander.

      Sten Nordlander bu espriye karşılık vermedi.

      “Håkan bir şeyi kafasına takarsa inatçı bir insan olabilirdi,” diye devam etti Nordlander. “Kendini tıpkı İsveç karasuları gibi hakkına tecavüz edilmiş olarak görüyordu. Birileri görevini yapamadı ve bunu açıkça dile getiremedi. Pek çok gazeteci denizaltı olayını deşmeye başlamıştı ama bu Håkan’a yetmiyordu. Hakikaten gerçeği bilmek istiyordu. Bu yüzden kariyer hayatını tehlikeye attı.”

      “Kiminle konuştu?”

      Nordlander’in cevabı çok çabuk gelmişti, sanki görünmez bir atı hizaya getirmek için şaklatılan kırbaç gibi.

      “Herkesle. Aklınıza gelebilecek herkese sordu. Belki bir krala sormamıştır ama belli de olmaz tabii. Başbakan’la bir görüşme istedi, bu biliniyor. Thage G. Peterson’u aradı, şu bakanlar kurulundaki yaşlı kurdu; ve ondan Palme ile bir görüşme ayarlamasını istedi. Peterson, başbakanın ajandasının yoğun olduğunu söylediyse de Håkan’ı isteğinden caydırabilmek mümkün değildi. ‘O hâlde zaman ayrılabilecek yeri bulun,’ diye ısrar etmişti. ‘Hani, acil toplantılar için her zaman ayrılabilecek olan zamanı.’ Ve ona bir randevu gerçekten de ayarladılar. 1983 yılında, Noel’den birkaç gün önce.”

      “Size bundan kendisi mi bahsetti?”

      “Onunla birlikteydim o gün.”

      “Palme ile buluştuğu zaman mı?”

      “O gün onun şoförüydüm, diyebiliriz. Dışarıda arabada oturup onu bekledim; üniforması içinde, üstünde koyu renk bir paltoyla, saraydan sonra ülkedeki en üst düzey işlerin görüldüğü binanın ana kapısından içeri girip gözden kayboluşunu izledim. Görüşmeleri yaklaşık yarım saat sürdü. On dakika sonra polisin biri camımı tıklatıp, indirme bindirme yapılabileceğini ama park etmenin yasak olduğunu söyledi. Camı indirip ona içeride başbakanla önemli görüşmesi olan birisini beklediğimi ve hiçbir yere gitmeye niyetli olmadığımı söyledim. Bunun üzerine beni rahat bıraktılar. Håkan nihayet geldiğinde alnı boncuk boncuk ter içindeydi.”

      Hiçbir şey konuşmadan oradan uzaklaşmışlardı.

      “Buraya geldik,” dedi Sten Nordlander. “Tam da bu masaya oturmuştuk. Arabadan indiğimizde kar yağmaya başlamıştı.

Скачать книгу