Scarlet Pimpernel. Baroness Emma Orczy
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Scarlet Pimpernel - Baroness Emma Orczy страница 7
Sally, hanımların yol pelerinlerini çıkarmıştı bile. Hanımların her ikisi de titreye titreye döndüler ve harıl harıl yanan şömineye yöneldiler.
Tavernadaki herkes bir şeyle meşguldü. Sally mutfağa doğru gitti, bu sırada Jellyband ateşin etrafında bir iki sandalye ayarladı. Bay Hempseed saçıyla oynuyor ve şömine önündeki oturağında sessizce oturuyordu. Herkes, meraklı fakat saygılı bir şekilde yeni gelenlere bakıyordu.
“Ah, mösyöler! Ne diyebilirim ki?” dedi iki hanımdan yaşça büyük olan, bu sırada narin aristokrat ellerini sıcacık ateşe doğru uzatıyordu. Bir Efendi Antony’ye, bir dostlarına eşlik eden genç adamlardan birine tarif edilemez bir minnetle bakıyordu. Bu genç adam, o sırada kendisini ağır pelerinli paltosundan kurtarmakla meşguldü.
“Umuyorum ki İngiltere’de olmaktan memnunsunuzdur ve zorlu yolculuğunuz size çok dert olmamıştır,” dedi Efendi Antony.
“Tabii, tabii ki İngiltere’de olmaktan memnunuz,” dedi kadın, gözleri yaşlarla dolmuştu. “Çektiğimiz dertleri unuttuk bile.”
Sesi ahenkli ve kısık çıkıyordu. O günün modasına uyup kar beyazı gür saçlarını alnından yukarıya doğru toplamış ve süslemişti, aristokratlara has güzellikteki yüzünde asilce göğüs gerdiği birçok acının izleri ve vakur bir asalet vardı.
“Umuyorum ki dostum Sör Andrew Ffoulkes, size iyi bir yol arkadaşı olmuştur.”
“Ah tabii, Sör Andrew çok nazikti. Ah baylar, ben ve çocuklarım size nasıl teşekkür edebiliriz?”
Yanındaki refakatçisi, görünüşte çıtı pıtı küçük bir kızı andıran hanım üzgün görünüyordu, yüzünde bitkinlik ve keder vardı, henüz hiçbir şey söylememişti. Ancak yaşlarla dolu kahverengi büyük gözlerini şömineden ayırıp ateşin ve kendisinin yanına doğru yaklaşmış Sör Andrew Ffoulkes’un gözlerine dikti. Sonra, açık bir minnet duygusuyla dolu yüzündeki gözleri Sör Andrew’un gözleriyle buluşunca, solgun yanaklarına sıcak bir renk geldi.
“Demek İngiltere burası,” dedi, tıpkı bir çocuk gibi merakla önce büyük şömineye ve meşe kalaslara, sonra da güler yüzlü Britanyalı çehreleri olan ve özenle işlenmiş iş önlükleri giyen köylülere baktı.
“Bir parçası matmazel… Ama tümü emrinize amadedir,” diye cevap verdi Sör Andrew, gülümseyerek.
Genç kızın yanakları tekrar kızardı, güzel yüzünü büyük ve tatlı bir gülümseme aydınlattı. Hiçbir şey söylemedi, Sör Andrew da sessizdi, yine de bu iki genç insan birbirini anlayabiliyordu. Zira zamanın başlangıcından beri dünyadaki genç insanlar birbirlerini anlama kabiliyetine sahiplerdi.
“Yemek, yemek diyorum!” diye patladı Efendi Antony’nin şen sesi. “Dürüst Jellyband, yemek! Güzel genç kızın ve çorbalar nerede kaldı? Bu gidişle sen orada ağzın açık bir şekilde hanımlara bakarken onlar açlıktan bayılacak.”
“Bir saniye! Bir saniye izin verin efendim,” dedi Jellyband, mutfağa giden kapıyı açtı ve şiddetle bağırdı: “Sally! Hey, Sally!
Hazır mısın kızım?”
Sally hazırdı, çok geçmeden koca bir çorba kâsesiyle kapı eşiğinde göründü. Çorbanın üstünden buhar yükseliyor, etrafa müthiş iştah açıcı bir koku yayılıyordu.
“Ah, hayat! Nihayet yemek!” diye bağırdı Efendi Antony keyifle, sonra büyük bir nezaketle kolunu Kontes’e uzattı.
“Bu onuru bana lütfeder misiniz?” diye sordu kibarca, sonra kadını yemek masasına doğru götürdü.
Salonda büyük bir hengâme vardı. Bay Hempseed, köylüler ve balıkçıların birçoğu “asalet”e yol açmak için gitmişler ve pipolarını başka bir yerde tüttürmeye karar vermişlerdi. Yalnızca iki yabancı kalmıştı, sessizce ve umursamazca domino oynuyor, şaraplarını içiyorlardı. Başka bir masada da tepesi çabuk atan Harry Waite vardı, masayla ilgilenen güzel Sally’yi izliyordu.
Sally, İngiliz kırsal hayatının çok zarif bir resmini sunuyordu, bu yüzden şıpsevdi genç Fransız’ın gözlerini Sally’nin güzel yüzünden ayıramaması şaşırtıcı değildi. Tourney Vikontu, on dokuz yaşına daha yeni girmiş sakalsız bir gençti; ülkesinde cereyan eden korkunç trajediler onu pek de etkilemiş gibi görünmüyordu. Şık hatta züppece giyinmişti, İngiltere’ye sağ salim vardıklarında ise devrimin dehşetini, İngiliz hayatının zevkleri içinde unutmaya çoktan hazır gibiydi.
“İngilteğe buysa,” dedi memnuniyet ve arzuyla Sally’ye bakarken, “çok sevdim.”
Bu noktada Bay Harry Waite’in, sıktığı dişleri arasından tehditkâr bir sesle konuya dahil olmaması imkânsızdı. Yalnızca “asalet”e olan saygısı ve Efendi Antony’ye olan büyük hürmeti sebebiyle, genç yabancıya dair hoşnutsuzluğunu kontrol altında tuttu.
“Hayır, burası İNGİLTERE, seni meczup,” diye gülerek araya girdi Efendi Antony, “ayrıca yalvarıyorum, gevşek yabancı davranışlarını bu çok ahlaklı ülkeye getirme.”
Efendi Antony masanın başına çoktan oturmuştu, sağında da Kontes vardı. Jellyband koşuşturuyor, bardakları dolduruyor, sandalyeleri düzeltiyordu. Sally, çorbaları servis etmek için hazır halde bekledi. Bay Harry Waite’in arkadaşları en sonunda gelip onu tavernadan çıkardılar, zira Vikont’un Sally’ye olan bariz hayranlığını gördükçe tepesi atıyor ve daha hırçın bir hal alıyordu.
“Suzanne,” dedi sert mizaçlı Kontes, şiddetli ve etkili bir vurguyla.
Suzanne tekrar kızardı. Ateşin yanındayken zaman ve mekân kavramını unutmuş bir halde, yakışıklı genç İngiliz adamın gözlerini güzel yüzüne dikmesine ve sanki bilinçsizce elini kendi elinin üstüne koymasına izin vermişti. Annesinin sesi onu tekrar gerçekliğe döndürdü, uysalca “Hemen, annecim,” diyerek yemek masasındaki yerini aldı.
Dördüncü Bölüm
Scarlet Pimpernel ve Birliği
Masanın etrafına dizildiklerinde hepsi neşeli ve mutlu görünüyordu. Bir yanda kendilerine has yakışıklılıklarıyla asil ve soylu Sör Andrew Ffoulkes ile Efendi Antony Dewhurst, diğer yanda ise korkunç tehlikelerden kaçıp nihayetinde İngiltere kıyılarında güvende hisseden aristokrat Fransız Kontes ve iki çocuğu.
Görünüşe göre köşedeki iki yabancı oyunlarını bitirmişti. Biri ayağa kalktı, masada güleryüzüyle oturan dostuna sırtını dönüp büyük bir özenle üç pelerinli geniş paltosunu düzeltti. Bunu yaparken hızla etraftakilere bir göz attı. Herkes gülmekle ve sohbet etmekle meşguldü, bunun üzerine “Güvenli!” diye mırıldandı. Sonra arkadaşı, uzun çalışmalar sonucu elde edilebilecek bir dakiklikle, göz açıp kapayıncaya kadar dizlerinin üstüne çöküp meşeden yapılma uzun oturağın altına doğru sessizce süründü. Yabancı, yüksek bir sesle “İyi geceler,” deyip yavaş yavaş tavernadan dışarı çıktı.