.
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу - страница 9
Bütün bunlar bir mucizeyi andırıyordu. O ve kocası, “şüpheli kişiler” listesine girmenin günler ya da (hatta belki de) saatler geçmeden mahkeme ve ölümle sonuçlanacağını biliyordu.
Sonra kurtuluş umudu doğdu. Kızıl işaretle damgalanmış gizemli mektup, açık ve mutlak emirler, zavallı kadının Tourney Kontu’ndan ayrılışı ve kalbinin iki arada bir derede kalması, tekrar birlikte olma umudu, iki çocuğuyla kaçışı, üstü örtülü yük arabası, arabanın başında ise kırbacının sapındaki mide bulandırıcı süslemeleriyle kötü bir şeytanı andıran korkunç yaşlı kadın!
Kontes, gözlerini eski moda İngiliz hanında gezdirdi. Bu toprakların medeni ve dini özgürlüğünün huzuru içinde gözlerini kapatarak Batı Barikatı’nın akıldan çıkmayan görüntüsünü ve yaşlı kadın vebadan bahsedince panik içinde geri çekilen devrim çetesini unutmaya çalıştı.
Arabada olduğu her an yakalanma ve tutuklanma endişesi içindeydi, çocuklarıyla birlikte mahkemeye çıkarılıp hüküm giyeceğinden korkuyordu. Oysa cesur ve gizemli liderlerinin rehberliği altındaki bu genç İngilizler, tıpkı daha önce yüzlerce masum insanı kurtardıkları gibi, onları da kurtarmak için yaşamlarını riske atıyorlardı.
Üstelik bütün bunları macera heveslerinden dolayı mı yapıyorlardı? Bu imkânsızdı! Sör Andrew’un gözleri, dostlarını korkunç ve istenmeyen bir ölümden, kendisinin düşündüğünden daha büyük ve daha asil bir sebeple kurtardığını söylüyordu sanki.
“Peki bu cesur birliğinizde kaç kişi var, mösyö?” diye sordu çekinerek.
“Tastamam yirmi kişi matmazel,” diye cevap verdi. “Bir kişi emrediyor, on dokuz kişi emirlere uyuyor. Hepimiz İngiliziz ve hepimiz aynı amaç için ant içtik: Liderimizin emirlerine uymak ve masum insanları kurtarmak.”
“Tanrı hepinizi korusun, mösyöler,” dedi Kontes büyük bir coşkuyla.
“Şu âna dek korudu, madam.”
“Bu muhteşem bir şey, muhteşem! Hepinizin bu kadar cesur ve dostlarına bağlı olması muhteşem! Oysaki İngilizsiniz! Fransa’da ise özgürlük ve kardeşlik adı altında hainlik hüküm sürüyor.”
“Fransa’daki kadınlar, biz aristokratlara karşı erkeklerden bile daha acımasız,” dedi Vikont, iç çekerek.
“Ah, bu doğru,” dedi Kontes. Mağrur bir tiksinti ve hüzünlü gözlerindeki yoğun acıyla birlikte, “Bir kadın vardı, Marguerite St. Just. St. Cyr Markisi’ni ve tüm ailesini o korkunç dehşet mahkemesine ihbar etmişti,” diye devam etti.
“Marguerite St. Just mü?” diye sordu Efendi Antony, hemen Sör Andrew’a doğru kısa ve kaygılı bir bakış attı.
“Marguerite St. Just mü? Emin misiniz…”
“Evet!” diye cevap verdi Kontes. “Eminim ki onu tanıyorsunuzdur. Comédie-Française’de baş aktristi, sonradan bir İngilizle evlendi. Tanıyor olmalısınız.”
“Tanımak mı?” dedi Efendi Antony. “Londra’nın en şık kadını, İngiltere’nin en zengin adamının eşi Leydi Blakeney’yi tanımak mı? Tabii ki, onu hepimiz tanıyoruz.”
“Paris’teki manastırda öğrenciydik,” diye araya girdi Suzanne, “hatta dilinizi öğrenmek için birlikte İngiltere’ye gelmiştik. Marguerite’i çok severdim, bu kadar fena bir şey yaptığına hâlâ inanamıyorum.”
“Gerçekten de akıl almaz bir şey,” dedi Sör Andrew. “Sahiden St. Cyr Markisi’ni ihbar ettiğini mi söylüyorsunuz? Böyle bir şeyi neden yapsın ki? Şüphesiz bir hata olmalı.”
“Hata falan yok mösyö,” diye cevap verdi Kontes, soğuk bir şekilde. “Marguerite St. Just’ün erkek kardeşinin cumhuriyetçi olduğu biliniyor. O ve kuzenim St. Cyr Markisi arasında ailevi bir ihtilaf çıkmıştı. St. Justler halk takımına çok yakınlar, cumhuriyetçi hükümet de birçok casus çalıştırıyor. Bu yüzden hata falan olmadığına dair sizi temin ederim. Gerçekten bu olayı duymamış mıydınız?”
“Madam, inanın belli belirsiz dedikodular duymuştum, ama İngiltere’de hiç kimse bunlara itibar etmiyordu. Eşi Sör Percy Blakeney çok zengin bir adam, sosyal mevkisi yüksek ve Galler Prensi’nin yakın bir arkadaşı. Leydi Blakeney de Londra’da hem moda hem de yüksek tabakanın en önde gelen isimlerinden biri.”
“Tabii ki olabilir mösyö, ama benim umudum İngiltere’de sakin bir hayat sürmek. Tanrıdan tek isteğim var, o da bu güzel ülkede kaldığım süre boyunca Marguerite St. Just ile karşılaşmamak.”
Deyimdeki ünlü öküz, bu kez masada oturan küçük neşeli topluluğun içine oturmuştu. Suzanne üzgün ve sessizdi, Sör Andrew ise sıkıntıdan elindeki çatalla oynuyordu, bu sırada aristokratlara özgü önyargı zırhını kuşanmış Kontes sırtını sandalyesine dayamış bir halde tüm ciddiyeti ve kararlılığıyla oturuyordu. Efendi Antony’ye gelince, o da son derece rahatsız olmuştu, kaygılı bir şekilde bir iki kere Jellyband’e doğru baktı, o da en az kendisi kadar rahatsız görünüyordu.
Hiç dikkat çekmeden, “Sör Percy ve Leydi Blakeney ne zaman gelirler?” diye fısıldamayı başardı taverna sahibine.
Jellyband de “Her an gelebilirler efendim,” diye fısıldadı.
Onlar henüz konuşurken yaklaşan bir at arabasının sesi hafif hafif duyulmaya başladı. Ses gitgide daha da şiddetlendi, bir iki bağırış seçilebilir hale geldi, sonra at nallarının kesme taşlar üzerindeki takırtısı duyuldu, nihayetinde ise seyis tavernanın kapısını açıp büyük bir heyecanla içeriye daldı.
“Sör Percy Blakeney ve Hanımefendi şimdi geldiler,” diye bağırdı avazı çıktığı kadar.
Daha fazla bağırış, koşum takımının şıngırtısı, taş üzerindeki demir nallar ve dört güzide doru at tarafından çekilen muhteşem bir at arabası… Tüm bunlar, Balıkçı Misafirhanesi’nin verandasının önündeydi.
Beşinci Bölüm
Marguerite
Hanın sıcak tavernası
6