Çöküş. Steve Taylor
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çöküş - Steve Taylor страница 17
Güney Mısır, Mezopotamya ve Orta Asya’ya hâkim militarist topluluklar gibi Şanglar da otoriter ve kadınlarla çocukları hor gören alışkanlıklar geliştirmişti: kutsal krallık, erkek tanrılar, büyük servetlerin gömüldüğü devasa tapınak mezarlar, tanrılara insan kurban etme, askerî kast sistemi ve kölelik gibi.170
Yaklaşık beş yüz yıl sonra Orta Asya çöllerinden gelen başka bir topluluk olan Çular da (ya da Zular – Chou / Zhou) Çin’i istila etti. Onlar daha da savaşçıydılar. Ayrıca Şanglar’a kıyasla daha fazla toplumsal baskı uygulamaya başladılar. Bronz silahların ve iki tekerlekli savaş arabalarının yardımıyla kısa sürede büyük bir bölgeyi işgal ettiler. Askerlerden oluşan bir asiller sınıfı oluşturdular. Kalelerinden oluşan şehirlerde lüks bir hayat sürüyorlardı. Yönettikleri köylüler ise kale dışındaki sefalet içinde geçen yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyordu. Çular’ın yönetimi altında ataerkillik daha da güçlendi. “Törensel dul cinayetleri” ve kız çocuklarının öldürülmesi yaygınlaştı. DeMeo’nın da yazdığı gibi, “Yönetici Çu kastının üst düzey kadınları bile büyük baskı altındaydı, aslında köleden farkları yoktu.”171 İlk başlarda alt sınıftan gelen kadınlar bir nebze de olsa hâlâ özgürdüler. İstedikleri erkekle evlenme, boşanma, halk içinde dans etme ve şarkı söyleme hakkına sahiptiler. Ancak zamanla Çular’ın kadın düşmanı tavırları toplumun geneline yayıldı ve sonunda Çin kültürü tamamen ataerkil hale geldi.
Hint-Avrupalılar, Avrupa’nın çoğunu ele geçirdikten sonra MÖ 2. binyılın başlarında doğuya göç etmeye başladılar. MÖ 1800’e gelindiğinde İran’a varmışlardı (İran kelimesi Hint-Avrupalı, yani Ari/ Aryan’dan gelmektedir). Burada da kendilerini yönetici sınıf ilan ettiler. MÖ 3. binyılda Hindistan’ın kuzeyindeki İndüs Vadisi, kökenleri muhtemelen Ortadoğu’nun çöllerine dayanan Harappa adlı bir halk tarafından fethedildi. Harappalar, Hindistan’ın yerli halkı Dravidyanları köleleştirerek dünyanın ilk “medeniyetlerinden” birini kurdular. Ancak MÖ 1500 civarında -zaten artan çölleşme nedeniyle çöküşte olan- uygarlıkları işgalci Hint-Avrupalılar tarafından yıkıldı. Hint-Avrupalılar, Harappalardan da öteye giderek anasoylu ve eşitlikçi Dravidyanları güneye sürdüler. Asker-yöneticiler, din adamları ve üreticilerden oluşan “kast sistemini” Hindistan’a getiren de Hint-Avrupalıların ta kendisi oldu. Fethedilen Dravidyanlar ise serf ve ırgatlardan oluşan dördüncü kastı, yani Shudrus’u ya da “dokunulmazları” oluşturdu. Bu kast sistemi günümüzde hâlâ varlığını sürdürüyor ve müthiş bir eşitsizliğe neden oluyor.
Atacıl kültür sadece daha geniş bir coğrafyaya yayılmakla kalmıyor aynı zamanda etkisi de gitgide artıyordu. Bazen -Sümerlerde olduğu gibi- Sahra-Asyalılar fethettikleri Neolitik insanların bazı anacıl özelliklerini özümsüyordu. Ancak MÖ 2000’e gelindiğinde anacıl kültürden geriye kalan son izler de tamamen silindi. Sümer’de anasoyluluktan ya da kadınların miras hakkından eser kalmadı. Tanrıçalar ilk dönem Sümer dininin vazgeçilmez bir parçası olsa da bu tarihte artık önemlerini yitirmişlerdi. Sadece erkek tanrıların eşleri olarak adları anılıyordu.172 Artık erkek “gök tanrıları” vardı. Mitolojide hem kadınlara hem doğaya yönelik yeni ve baskıcı bir tavır belirdi. Bunun en öne çıkan örnekleri, erkeklerin devasa yılanlar ve ejderhalar karşısında verdikleri mücadeleleri anlatan yeni “kahramanlık efsanelerinin” ortaya çıkmasıydı. Sümerler bunun bir yansıması olarak, Jaquetta Hawkes’ın “zina yapan kadınlara ve söz dinlemeyen çocuklara verilen cezaların… gitgide daha da fazla gaddarlaşması”173 olarak betimlediği bir tavır geliştirmeye başladılar.
Sümer’de de toplumsal baskılar ve eşitsizlik MÖ 2000’den sonra artmışa benziyor. MÖ 2300 gibi geç bir tarihte bile Urukagina adlı bir Sümer kralının, maddelerinden biri de tapınak topraklarında üretilen ekinlerin -geleneklerin aksine- din adamları yerine fakirlere verilmesi gerektiğini belirten bir reform programı uyguladığını görüyoruz (Reform paketinde ürünlerin eskiden fakirlere dağıtıldığının söylenmesi bunun muhtemelen Sahra-Asyalılar öncesi döneme dayanan bir uygulama olduğunu düşündürüyor).174 Ancak sadece 500 yıl sonra Mezopotamyalı başka bir kral olan Hammurabi 252 maddeden oluşan ünlü kanunnamesini yazdı. Kanunların hepsi de zalimlik ve acımasızlık içeriyordu. Başka insanlarla empati kurma yetisinden kesinlikle yoksundular. Örneğin tarlalarına zarar veren çiftçiler köle olarak satılıyor ya da bir erkek karısını ya da kızını borç karşılığında emanet verebiliyordu. Riane Eisler, geç dönem Sümer’de gittikçe güç kazanan atacıl kültürü şöyle özetliyor:
Özel mülkiyet ve siyasi iktidarın askerî liderlerin elinde merkezileşmesi üzerine kurulu katı bir hiyerarşik sisteme uyum sağlamak için akrabalık ilişkileri ciddi bir dönüşüm geçirmişti; kadınlar karar alma süreçlerinden tamamen uzaklaştırıldı.175
Bu sırada savaşın doğası da değişiyordu. Daha önceleri savaşlar kısa sürüyor, sıradan insanlar arasında gerçekleşiyor ve çoğunlukla sadece yılın hasat zamanından sonra vuku buluyordu. Ancak şimdi krallar ve asiller, imparatorluk kurmaktan bahsediyor ve yılın her zamanı savaşabilecek profesyonel ordulara ihtiyaç duyuyordu. Bunun sonucunda savaşlar hem daha sıklaştı hem de vahşileşti. Daha önce de altını çizdiğimiz gibi, Akad Kralı Sargon ilk imparatorluğu kurmuştu. Ancak MÖ 2. binyılın sonuna gelindiğinde Ortadoğu, topraklarını genişletmek ve servetlerini arttırmak için birbirleriyle acımasızca savaşan Elamlılar, Asurlular, Hititler, Mitanniler, Kassitler, Kenanlılar ve Suriyeliler gibi insan topluluklarıyla dolup taşmıştı. Savaşmak, Mısırlılar için de MÖ 1600 civarında çok daha önemli hale geldi. İlk defa onlar da profesyonel ordu kurdular ve yeni topraklar ele geçirmek için büyük savaşlar düzenlemeye başladılar.
Ortadoğu bundan sonra -aslında günümüze dek- birbirleriyle savaşan ve adeta birbirlerinin zalimliğini geçmek için yarışan farklı etnik ve dinsel kökenlere sahip insanların bir arada yaşamaya çalıştığı kaotik bir ortam haline geldi. Baring ve Cashford’un da belirttiği gibi, “Tunç Devri ilerledikçe savaşların ve kayıpların sayısı hesabı tutulamayacak derecede artmaya başladı, ta ki Asurluların barbarlığı Mezopotamya uygarlığından geriye kalan son izleri de tamamen silene dek.”176 MÖ 1200’ler ile 600 yılları arasında hüküm süren Asurlular, belki de dünyanın görüp göreceği en kana susamış halktı. Yaklaşık 600 yıl boyunca yeni topraklar ele geçirmek ve zaten daha önce fethettikleri bölgelerden haraç alarak daha fazla mal ve para toplamak için aralıksız her sene askerî harekât düzenlediler. Haraç ödemeye gücü yetmeyen herkes, son Asur krallarından Sennaçerib’in (MÖ 704-681) Babil’i işgal ettikten sonra sarf ettiği şu
169
DeMeo, 1998.
170
a.g.e., s. 348.
171
a.g.e., s. 350.
172
Baring & Cashford, 1991; Eisler, 1987.
173
Hawkes, 1973, s. xxv.
174
Stone, 1976.
175
Eisler, 1995, s. 116.
176
Baring & Cashford, 1991, s. 162.