Slav masalları. Альберт Генри Вратислав

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Slav masalları - Альберт Генри Вратислав страница 5

Slav masalları - Альберт Генри Вратислав

Скачать книгу

damat!” dedi neşeyle.

      Kral bebeğin suda boğulup öldüğünü sanıyordu ama yanılıyordu. Çocuk, sepetin içinde sanki beşiğindeymiş gibi rahattı. Nehrin ninnisiyle mışıl mışıl uyudu ve akıntı onu nihayet bir balıkçının evine getirdi. Balıkçı bu sırada su kenarında oturmuş ağını onarıyordu. Akıntı boyunca yaklaşan bir şey görünce hemen teknesine atlayıp bebeğin bulunduğu sepeti sudan çıkardı. Çocuğu karısına götürüp dedi ki: “Hep küçük bir oğlun olsun isterdin. Bak işte bir oğlumuz var artık! Nehir getirdi onu bize.” Balıkçının karısı öyle mutluydu ki! Bu çocuğu kendi evladı gibi besleyip büyüttü. Nehrin akıntısıyla geldiği için ona “Suda Yüzen” (Plaváczek) adını verdiler.

      Nehir akmaya devam etti ve olayın üstünden yıllar geçti. O küçük bebek büyümüş, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir delikanlı olmuştu.

      Bir yaz günü Kral tek başına at binerken delikanlının yaşadığı yerden geçiyordu. Hava pek sıcaktı. Kral’ın dili damağına yapışmıştı. Bu yüzden balıkçıdan biraz tatlı su istedi. O sırada babasına yardım eden Suda Yüzen, hemen gidip su getirdi. Kral, genç adama şaşkınlıkla baktı. “Ne güzel bir delikanlı bu, balıkçı! Oğlun mu?”

      "Hem evet, hem hayır," diye cevap verdi balıkçı. "Bundan yirmi sene evvel nehirde yüzen bir sepette buldum onu, küçücük bir bebekti. Karımla beraber onu yanımıza alıp büyüttük."

      Bu sözleri işiten Kral’ın gözleri bir anda buğulandı, yüzü kireç gibi ağarmıştı. Bu delikanlının, boğulmasını emrettiği çocuk olduğunu anlamıştı. Ama hemen kendini toparlayıp atından indi ve şöyle dedi: “Sarayıma bir ulak göndermem gerek ama yanımda kimse yok. Bu delikanlı bana yardım edebilir mi?”

      “Majesteleri, emretmeniz yeterlidir. Elbette, oğlumu gönderebilirsiniz saraya,” dedi balıkçı. Kral oturup Kraliçe’ye bir mektup yazmaya koyuldu:

      “Sana yolladığım bu delikanlı, bir kılıçla yere devrilmeli. Zira tehlikeli düşmanlarımdandır. Ben saraya dönmeden bu iş hallolsun. Emrimdir.”

      Sonra mektubu katladı, bağladı ve mühürledi.

      Suda Yüzen, mektubu götürmek için hemen yola koyuldu. Büyük bir ormanı aşması gerekiyordu ama yolu şaşırınca kaybolmuştu. Akşama kadar oradan oraya yürüdü durdu. Sonra yaşlı bir cadı çıktı karşısına: “Nereye gidiyorsun, Suda Yüzen?” “Kral’ın sarayına bir mektup götürüyorum ama yolumu kaybettim. Nineciğim, ne tarafa gitmem gerek biliyor musun?” “İstesen de bugün saraya varamazsın oğlum. Hava çoktan karardı,” dedi cadı. “İyisi mi bu akşam benim evimde kal. Ben yabancı değilim, senin vaftiz annenim.”

      Genç adam ikna olmuştu. Biraz yürüdükten sonra küçücük şirin bir ev çıktı karşılarına. Sanki bir anda yerden bitmişti. Gece olunca delikanlı uykuya daldı. Bu sırada yaşlı cadı Suda Yüzen’in cebindeki mektubu alıp yerine şunların yazılı olduğu başka bir mektup koydu: “Sana gönderdiğim bu delikanlıyı hemen kızımızla evlendir. Damadım olmak, bu çocuğun alnına yazılmıştır. Ben dönmeden evlenmiş olsunlar. Emrimdir.”

      Kraliçe mektubu okur okumaz düğün için hazırlıkların yapılmasını emretti. Genç adamı o kadar sevmişlerdi ki ne Kraliçe ne de genç Prenses ona bakmaya doyabiliyordu. Suda Yüzen de müstakbel karısını çok beğenmişti. Birkaç gün sonra Kral saraya döndü. Olanları öğrenince Kraliçe'ye çok kızmıştı. “İyi ama sen geri dönmeden kızımızı bu delikanlıyla evlendirmemi emrettin,” diye cevap verdi Kraliçe mektubu uzatarak. Kral mektubu alıp okudu. Yazı, mühür, kâğıt hepsi kendisine aitti. Sonra damadını çağırıp o gün saraya giderken neler olduğunu sordu.

      Suda Yüzen, yola nasıl çıktığını ve ormanda yolunu kaybedince yaşlı ninesinin evinde kaldığını anlattı. "Bu kadın nasıl biriydi, tarif et bakalım," dedi Kral.

      “Şöyle şöyle yaşlı bir kadındı.” Kral, delikanlının anlattıklarından bunun tam yirmi yıl önce kızı ile kömürcünün oğlunu aynı kaderde birleştiren o üç cadıdan biri olduğunu anladı. Düşünüp taşındıktan sonra şöyle bir karar aldı: “Olan olmuş, bunu değiştiremem. Ama hiçbir karşılık vermeden damadım olamazsın. Eğer kızımı istiyorsan, Çokbilmiş Dede’nin üç altın saçını çeyiz olarak getirmen gerek.” Kral, verdiği bu zorlu görev sayesinde hiç sevmediği damadından kurtulacağından emindi.

      Suda Yüzen, karısına veda edip yola çıktı. Lakin hangi tarafa gitti, hiç bilmiyorum. Elbette, Yazgı’lardan biri vaftiz annesi olduğundan doğru yolu bulması zor olmayacaktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti, nice nehirler ile dağları aştı. Nihayet kara bir denize vardı. Burada bir tekne gördü, içinde bir adam oturuyordu.

      “Tanrı yardımcın olsun ihtiyar kayıkçı!”

      “Tanrı razı olsun genç yolcu! Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’nin yanına gidiyorum, üç altın saçını almam gerek!”

      “Amanın! Uzun zamandır senin gibi birini bekliyordum. Yirmi yıldır burada kayıkçılık yaparım ama beni azat etmeye gelen bir kişi bile olmadı. Çokbilmiş Dede’ye işimin ne zaman biteceğini sormaya söz verirsen, seni kayığımla karşıya geçiririm.” Suda Yüzen soracağına söz verince kayıkçı delikanlıya yardım etti.

      Böylece karşıya geçen Suda Yüzen, büyük bir şehre vardı. Harap olmuş bir yerdi burası. Şehrin girişinde yaşlı bir adam çıktı karşısına. Elindeki bastonla zar zor yürüyebiliyordu.

      “Tanrı yardımcın olsun dede!”

      “Tanrı razı olsun delikanlı! Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’ye gidiyorum, üç altın saçını alacağım.”

      “Ah! Uzun yıllardır bu sözleri söyleyecek birini bekliyordum. Hemen seni kralımıza götürmem gerek.”

      Saraya vardıklarında Kral şöyle dedi: “Duydum ki Çokbilmiş Dede’yi arıyormuşsun. Burada bir elma ağacımız vardı, meyveleri sihirliydi. Bu ağacın bir elmasını yiyen bir ayağı çukurda olsa bile yeniden can bulur, gencecik bir adam olurdu. Fakat yirmi senedir elma ağacımız meyve vermiyor. Çokbilmiş Dede’ye bize bir çare göstermesi için ricada bulunacağına söz ver, ne dilersen veririm sana.” Suda Yüzen, bunu yapacağına söz verdi. Bunun üzerine Kral, onu güzel sözlerle uğurladı.

      Bundan sonra Suda Yüzen, bir başka şehre vardı. Şehrin yarısı yıkık döküktü. Yakınlarda bir adam, ölen babasını gömüyordu. Gözyaşları sel gibi akıyordu. “Tanrı yardımcın olsun yaslı adam!” dedi Suda Yüzen.

      “Tanrı razı olsun genç yolcu. Nereye gidiyorsun?”

      “Çokbilmiş Dede’den üç altın saçını istemeye gidiyorum.”

      “Çokbilmiş Dede’ye mi gidiyorsun? Ne olurdu daha erken gelseydin! Kralımız nice zamandır senin gibi birini bekliyor.

      Hemen seni onun yanına götüreyim.”

      Saraya vardıklarında Kral şöyle dedi: “

Скачать книгу