Slav masalları. Альберт Генри Вратислав
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Slav masalları - Альберт Генри Вратислав страница 8
“İşte buradayız, sana yardıma geldik,” dedi karıncalar. Dört bir yandan koşuşup etrafını sarmışlardı. “Ne istiyorsun bizden?”
“Çayırdaki incileri toplamam gerek ama tek bir inci dahi göremiyorum.”
“Bekle biraz. Biz senin için toplayacağız hepsini.”
Çok geçmeden çimenlerin içinden bir sürü inci toplayıp getirdiler. George’a incileri ipe dizmek kalmıştı. Tam kolyenin ipini bağlayacaktı ki bir karınca daha topallaya topallaya geldi. Yuvalarında çıkan yangında bacağı fena halde yaralanmıştı bu karıncanın. “Dur, George!” diye bağırdı, “İpi bağlama. Bir inci daha getiriyorum.”
Kral, George’un getirdiği incileri bir bir saydı, hiç eksik yoktu. “İşini iyi yaptın,” dedi. “Yarın sana bir görev daha vereceğim.”
Sabah olunca Kral, George’a şöyle dedi: “Altın saçlı kızım denizde yıkanırken altın yüzüğünü kaybetti. O yüzüğü bulup getirmen gerek.”
George, denize gitti, üzgün bir şekilde sahilde yürümeye başladı. Deniz berraktı ama öyle derindi ki dibini görmek mümkün değildi. Yüzüğü bulmasına imkân yoktu. “Ah! Altın balık arkadaşım burada olsa bana yardım ederdi belki,” dedi.
Bunun üzerine denizde bir şeyin parladığını gördü. Altın balık derinlerden gelip suyun yüzüne çıktı: “Sana yardıma geldim George. Ne yapmamı istiyorsun?”
“Denize düşen altın yüzüğü bulmam gerek ama suyun dibini göremiyorum.”
“Daha biraz önce bir turnabalığıyla karşılaştım, ağzında altın bir yüzük vardı. Birazcık bekle, hemen getireceğim sana o yüzüğü.” Kısa süre sonra altın balık suyun derinliklerinden geri döndü. Turnabalığı ve yüzük de yanındaydı.
Kral, bu görevi de başarıyla tamamladığı için George’u övdü. Sonra üçüncü görevini verdi: “Altın saçlı kızımı, Kral’ına eş olarak vermemi istiyorsan, bana ölüm ve hayat sularını getirmen gerek.” George bu suları nerede bulacağını bilmiyordu. Ayaklarına kara sular inene kadar dolaştı durdu. Sonunda karanlık bir ormana vardı. “Ah! Kuzgun yavruları burada olsaydı, belki bana yardım edebilirlerdi,” diye iç geçirdi.
Başının üzerinde iki küçük kuzgun yavrusu kanat çırpıyordu: “İşte buradayız. Sana yardım etmeye geldik. Ne diliyorsun bizden?”
“Ölüm ve hayat sularını bulmam gerek ama nereye bakmam gerektiğini dahi bilmiyorum.”
“Ah, biz bu suların yerini çok iyi biliyoruz. Birazcık bekle, hemen getireceğiz ikisini de.”
Çok geçmeden George’a sukabağından yapılmış iki şişe getirdiler, ikisinin de içi su doluydu. Şişenin birinde hayat suyu, diğerinde ölüm suyu vardı. George, bu kadar şanslı olduğu için çok mutluydu. Hemen saraya dönmek için yola çıktı.
Ormanın kenarındaki iki çam ağacı arasında bir örümcek ağı gördü. Ağın tam ortasında kocaman bir örümcek oturmuş, ölü bir sineği emiyordu. George ölüm suyuyla dolu şişeden biraz su alıp örümceğin üzerine serpti. Örümcek, tıpkı olgun bir kiraz gibi yere yuvarlanıverdi. O anda ölmüştü. Sonra hayat suyundan alıp sineğe serpti ve sinek hemen hareket etmeye başlayarak örümcek ağından kurtuldu. “Beni diriltmekle pek iyi yaptın George,” dedi sinek kulaklarına vızıldayarak. “Ben olmasam, on iki kızdan hangisinin Altın Saçlı olduğunu asla bilemezsin çünkü.”
Kral, George’un bu görevi de başardığını görünce ona altın saçlı kızını vereceğini söyledi. “Ama,” diye ekledi, “onu kendin seçmen gerek.”
Sonra Kral, George’u büyük bir salona götürdü. Salonun ortasında yuvarlak bir masa vardı. Masanın etrafında on iki güzel kız oturuyordu. Kızların hepsi birbirine benziyordu. Üstelik her birinin saçı kar beyaz bir mendille örtülüydü. Bu yüzden hangisinin altın saçlı olduğunu bilmeye imkân yoktu. “İşte kızlarım,” dedi Kral. “Hangisinin Altın Saç olduğunu tahmin edebilirsen onu alıp götürebilirsin. Aksi halde, tek başına memleketine dönersin.”
George çok endişeliydi, ne yapacağını bilemiyordu. Bu sırada kulağında bir ses işitti: “Vız! Vız! Masanın etrafında dolaş. Hangisi olduğunu söyleyeceğim sana.”
Bu, George’un hayat suyuyla dirilttiği sinekti. “Bu değil, hayır bu da değil. Evet, işte Altın Saç bu!”
“Bana bu kızınızı verin,” diye bağırdı George. “Onu efendime götürmeyi hak ettim.”
“Evet, doğru tahmin ettin,” dedi Kral. Genç kız hemen masadan kalkıp başını örten mendili çıkardı. Altın saçları berrak ırmaklar gibi ta yerlere kadar akıyor, tıpkı sabah güneşi gibi etrafa ışık saçıyordu. George’un gözleri kamaşmıştı.
Sonra Kral, kızına yolculuk için gereken her şeyi verdi. George, efendisiyle evlenmesi için onu saraya götürdü. Altın saçlı kızı gören yaşlı kralın gözleri ışıldamıştı. Böyle güzel bir kızla evleneceği için sevinçten havalara uçan Kral, düğün için hazırlıkların yapılmasını emretti. "İtaatsizliğin yüzünden seni astıracak, kuzgunlara yem edecektim,” dedi George’a. “Ama bana öyle iyi hizmet ettin ki başını bir baltayla uçurtmakla yetineceğim. Sonra da seni şerefli bir şekilde gömdüreceğim."
Böylece George idam edildi. Altın Saçlı, cesedin kendisine verilmesi için yalvardı. Kral, altın saçlı güzele hayır diyemiyordu. İsteği yerine getirilen kız, George’un başını bedenine yapıştırıp üzerine ölüm suyundan serpti. Böylelikle başı ve vücudu birleşti. Boynundaki yaradan eser kalmamıştı. Sonra kız, hayat suyundan serpti ölünün üzerine. George bir anda dirilmişti, sanki yeniden doğmuş gibi yüzünden can fışkırıyordu.
“Ah, ne derin uyumuşum!” dedi George gözlerini ovuşturarak.
“Evet, hakikaten pek derin bir uykudaydın,” dedi Altın Saçlı. “Ben olmasam sonsuza dek uyanamayacaktın.”
Kral, George’un dirildiğini, üstelik eskisinden de genç ve yakışıklı olduğunu görünce kendisi de gençleşmek istedi. Başının kesilip cesedinin üzerine hayat suyu serpilmesini emretti. Emri yerine getirildi. Kesik başını vücuduna yapıştırıp hayat suyundan serptiler. Su bitene kadar devam ettiler ama baş ile vücut bir türlü birleşmiyordu. Ardından ölüm suyundan serpmeye başladılar. Kral’ın başı ile beden birleşti lakin artık dirilmesi imkânsızdı çünkü hayat suyundan hiç kalmamıştı.
Krallık, kralsız kalamazdı. George gibi zeki ve tüm hayvanların lisanından anlayan bir başkası yoktu. İşte bu yüzden George’u kral, Altın Saç'ı ise kraliçe ilan ettiler.
Zekâ ile Şans
Evvel zaman içinde Şans, bir bahçede oturmuş dinlenen Zekâ ile karşılaşmıştı. “Bana