Slav masalları. Альберт Генри Вратислав
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Slav masalları - Альберт Генри Вратислав страница 7
Aşçısı George, Kral’ın emrine pek şaşırmıştı. “Ömrümde böyle bir balık görmedim,” dedi kendi kendine. “Tıpkı bir yılana benziyor! Hem pişirdiği yemekten tatmayan aşçı görülmüş müdür?”
Yılanı pişirdikten sonra bir lokma alıp tattı ve kulakları çınlamaya başladı: “Bize de biraz ver! Bize de biraz ver!” George etrafına baktı ama mutfakta uçuşan sineklerden başka bir şey görmedi. Yine dışarıdan bir ses geliyordu: “Nereye gidiyorsun? Nereye gidiyorsun?” Daha tiz birkaç ses cevap verdi: “Değirmencinin arpasına! Değirmencinin arpasına!”
George pencereden dışarı bakarken bir erkek kaz gördü, onu bir dişi kaz sürüsü izliyordu. “Aha!” dedi, “Demek bu böyle bir balıkmış.” Artık ne olduğunu biliyordu. Hemen ağzına bir lokma daha atıp pişirdiği yılanı Kral’a sundu. Hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı.
Yemekten sonra Kral, George’a atları hazırlayıp onunla gelmesini emretti. Birlikte gezintiye çıkmak istiyordu. Kral önden ilerliyor, George da takip ediyordu.
Yeşil bir çayırda ilerledikleri sırada George’un atı sıçrayıp kişnemeye başladı. “Hey! Hey! Birader, kendimi öyle hafif hissediyorum ki dağların üstünden atlayabilirim!”
“Ah, ben de atlayıp zıplamak istiyorum,” diye cevap verdi diğer at, “Ne var ki ihtiyarın teki var sırtımda. Bir kere zıplayacak olsam, un çuvalı gibi yere yuvarlanıp boynunu kırabilir.”
“Aman kırsın, ne olacak!” dedi George’un atı. “Böylece bir ihtiyar yerine genç bir adamı taşımaya başlarsın belki.”
Bu konuşmayı işiten George gülmekten kendini alamadı ama ihtiyatlı davranıp sessizce güldüğünden Kral hiçbir şeyin farkına varmamıştı. Gelgelelim, Kral da atların konuşmasının tamamını anlamıştı. Başını çevirip George’un gülümsediğini görünce, neye güldüğünü sordu. “Hiçbir şeye, efendim!” dedi George özür dileyerek. “Aklıma bir şey geldi de.” Ama yaşlı Kral şüphelenmişti. Zaten atlara da güvenmiyordu. Bu yüzden geri dönmeye karar verdi.
Saraya vardıklarında Kral, George’a bir kadeh şarap doldurmasını emretti. “Yalnız,” diye ekledi, “kadehi ağzına kadar dolduracaksın. Ama bir damla dahi taşırırsan kellen gider, haberin olsun.”
George şarap sürahisini alıp kadehi doldurmaya başladı. Tam o sırada pencereden içeri iki kuş girdi. Biri, ötekini kovalıyordu. Kaçan kuşun gagasında üç altın saç teli vardı. “Bana ver onları,” dedi birinci kuş, “benim o saçlar.”
“Hayır, vermem. Benim onlar. Ben aldım hepsini.”
“Ama altın saçlı kız, saçlarını tararken yere düşen saç tellerini ilk once ben gördüm. En azından ikisini bana ver.”
“Bir tane bile vermem!”
Bunun üzerine öteki kuş bir hamleyle altın saçları kaptı. Didişen iki kuşun gagasında bir tel vardı. Üçüncü saç teli ise yere düşmüş, bu sırada bir çınlama sesi çıkmıştı. Tam o anda George başını çevirip saç teline bakmış, sonra şarabı doldurmaya devam etmişti.
“Başın gitti bil!” diye bağırdı Kral, hizmetçisinin kuşları anladığını fark etmişti. “Ama eğer altın saçlı kızı bulup karım olması için bana getirirsen, sana merhamet göstereceğim,” dedi.
George ne yapacaktı şimdi? Canını kurtarmak istiyorsa o kızı bulmak zorundaydı. İyi de nerede arayacaktı onu? Bu kız nerededir bilmiyordu ki!
Atına binip rasgele dolaşmaya başladı. Kara bir ormana vardı. Ormanın kenarında yanan çalılıklar gördü. Bir sığır çobanı burayı yakmıştı. Çalıların altında bir karınca yuvası vardı. Alevler yuvalarına düştüğü için beyaz yumurtalarını alıp dört bir yana kaçışıyorlardı.
“Yardım et, George! Bize yardım et!” diye bağırdılar. “Yanarak öleceğiz burada. Yavrularımız da öyle!”
George hemen atından inip çalılığı dağıttı ve ateşi söndürdü. “Başın ne zaman derde düşse bizi düşün. Hemen yardımına koşacağız,” diyerek teşekkür etti karıncalar kurtarıcılarına.
George orman boyunca yola devam etti. Ulu bir çam ağacına varmıştı. Ağacın tepesinde bir kuzgun yuvası vardı. Yerdeyse iki kuzgun yavrusu ağlayıp sızlanıyordu: “Anne babamız uçup gitti, kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız ama henüz uçamıyoruz bile. Bize yardım et George, ne olur! Bizi besle yoksa açlıktan öleceğiz!” George hiç düşünmeden yere inip kılıcını atının böğrüne soktu. Böylece kuzgun yavruları yiyecek bulmuş ve açlıktan kurtulmuştu. “Başın ne zaman derde girse, bizi düşün. Hemen imdadına koşarız,” dedi kuzgun yavruları.
Bundan sonra George yoluna yayan devam etmek zorundaydı. Uzunca bir yol yürüyüp nihayet ormandan çıktıktan sonra engin bir denize ulaştı. Sahilde iki balıkçı tartışıyordu. Ağlarında kocaman bir altın balık vardı. İkisi de balığın kendisine ait olduğunu söylüyordu. “Ağ benim olduğuna göre balık da benim,” dedi biri.
Öteki cevap verdi: “Seni tekneme alıp yardım etmemiş olsam, senin ağın ne işe yarayacaktı bakalım?”
“Bir daha böyle bir balık yakalarsak senin olsun.”
“Yok canım, sen sonrakini al. Bu benim.”
“Ben aranızdaki anlaşmazlığı çözebilirim,” dedi George. “Balığı bana satın, size çok para veririm. Parayı bölüşürsünüz.”
Kral'ın yolculuk için verdiği bütün parayı balıkçılara uzattı. Artık cebinde tek kuruş kalmamıştı. Balıkçılar durumdan pek memnundu.
George balığı tekrar denize saldı. Altın balık neşeyle suya dalıp kıyıdan biraz uzaklaştıktan sonra başını sudan çıkardı. “Bana ne zaman ihtiyacın olursa, hiç çekinmeden çağırabilirsin George. Hemen yardımına koşarım,” diyerek gözden kayboldu. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu balıkçılar.
George, “Altın saçlı kızı bulup ihtiyar kralımızla evlenmesi için saraya götürmem gerekiyor. Ama kızı nerede aramam gerektiğini bile bilmiyorum.”
“Biz sana o kız hakkında öğrenmek istediğin her şeyi anlatabiliriz,” dedi balıkçılar. “Aradığın kız, Altın Saç’tır. Şu uzaktaki adada, Kristal Saray’da yaşayan Kral’ın kızıdır. Her sabah gün doğarken altın saçlarını tarar, o güzel saçlarından gelen ışık göklere ve denize vurur. Dilersen seni o adaya götürebiliriz. Ne de olsa bize çok yardımcı oldun. Sakın yanlış kızı getireyim