Büyük Evin Küçük Hanımefendisi. Джек Лондон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Büyük Evin Küçük Hanımefendisi - Джек Лондон страница 7
“Meniere hastalığı…” diye başladı Lute. “Sende olan bir hastalık. Canlı türler arasında yalnızca koyunların yakalandığı bir hastalıktır.”
Bundan sonra savaş ve kaos başladı. Rugbi benimsenmeden önce Kaliforniya’da futbol gibi oyunlar oynanıyordu ve Forrest bir futbol oyuncusu gibi saldırıya geçti. Kızlar aralarından geçmesine izin vererek ona doğru dönüp her taraftan taarruza geçtiler. Sonra da minderlerle onu dövmeye başladılar. Olabildiğince açılmış kollarıyla, uzun ve kanca şeklini almış her bir parmağıyla Forrest kızlara dönerek üçünü de yakaladı. Birbirleriyle dolaşmaları bir hortuma dönüştü âdeta. Ortada mahmuzlu bir adam ve ondan saçılan ince ipekten döşemelik kumaşlar, ayaktan fırlamış terlikler, dantelli kepler ve saç tokaları vardı. Minderlerden patırtılar, adamdan homurdanmalar, kızlardan ciyaklamalar, viyaklamalar, kıkırdamalar ve bu muharebenin tümüne baktığınızda bastırılamayan kahkahalar ve narin bir kumaşın sökülmesi ya da yırtılması ortaya çıkan sonuçtu.
Dick Forrest, becerikli bir şekilde atılmış minderlerden bitap düşmüş durumda, aldığı darbelerden başı uğulduyor ve bir elinde uçuk mavi ipek ve pembe gül desenli yırtılmış ve parçalanmış bir kemerden arta kalanlarla yerde yığılmış hâlde kendini buldu.
Kapı eşiklerinin birinde Rita duruyordu, mücadeleden yanakları al al olmuş bir geyik gibi alarmda ve kaçmaya hazırdı. Diğer kapı eşiğinde ise keza onun da yanakları al al olmuş, Grachi Ana’nın buyurgan tavırlarıyla bekleyen Ernestine duruyordu. Kimonosundan geriye kalanlar üzerinden düşmesin diye etrafına doladığı kollarıyla kendine sıkıca sarılıyordu. Piyanonun arkasındaki köşeye sıkışmış olan Lute ise kaçmaya çalıştı ama Forrest’ın gözdağı vermesi üzerine geri püskürtüldü. Elleri ve dizleri üzerinde Forrest ahşap döşeme üzerine avuç içleriyle gürültülü bir şekilde vuruyor, kafasını vahşice sallıyor ve bir boğa gibi kükrüyordu.
“Ve hâlâ şu tarih öncesi efsaneye inanırlar.” diye açıkladı Ernestine güvenli bölgesinden. “Bir zamanlar o dış görüntüsü sefil, pislik içinde yüzükoyun yatmış adama benzer yaratığın Stanford üzerinden zafer kazanması için Berkeley’e yol göstericilik ettiğine kim inanır?”
Güç harcamaktan kızın göğüsleri hızla inip kalkıyordu. Diğer iki kıza hızlıca göz attığında onların da aynı şekilde nefes nefese kaldıklarını görebiliyordu. Kiraz renkli pırıl pırıl parlayan ipeğe dokunurken kendi nabız atışlarının haz ile hızlandığını da fark etti.
Sabah odasına uyumlu olması için zarif, beyaz ve altın rengi minyatür bir kuyruklu piyano yerleştirilmişti. Duvara dayalı olmadığından Lute’un herhangi bir tarafından kaçma olasılığı vardı. Forrest ayağa kalktı ve enstrümanının geniş, düz yüzeyi üzerinden kızla yüz yüze geldi. Üzerinden atlamakla tehdit ettiğinde Lute dehşet içinde bağırdı.
“Ama mahmuzların var Dick! Mahmuzların!”
“Onları çıkarmam için zaman ver.” dedi Forrest.
Onları çözmek için eğildiğinde Lute kaçmaya yeltendi ama piyanonun köşesine geri gitmek zorunda bırakıldı.
“Pekâlâ.” diye gürledi Forrest. “Sana kalmış bir şey. Eğer piyano çizilirse Paula’ya söyleyeceğim.”
“Şahitlerim var.” dedi nefes nefese. Neşeli, mavi gözleriyle kapı eşiğinde duran genç arkadaşlarını işaret etti.
“Peki, tatlım.” dedi Forrest vücudunu geri çekip piyanoya dayanmış olan avuç içlerini iyice açarak.
Harekete geçmesi ve hitabı eş zamanlı oldu. Elleriyle yana yatmış şekilde vücudunu piyanonun üzerinden fırlattı. Tehlikeli mahmuzları ise cilalı beyaz yüzeyin otuz santim üzerindeydi. Aynı anda Lute eğilip elleri ve dizleri üzerinde piyanonun altına saklandı. O anda başını çarpması büyük şanssızlık oldu ve kendine gelemeden Forrest çoktan piyanonun çevresinden dolaşarak kızı köşeye sıkıştırdı.
“Dışarı çık!” diye emir verdi Forrest. “Dışarı çık ve ilaçlarını al!”
“Ateşkes.” diye yalvardı kız. “Ateşkes şövalyem, aşk uğruna ve yardıma ihtiyaç duyan bütün kadınlar adına.”
“Ben bir şövalye değilim.” diye beyan etti Forrest en derin bas sesiyle. “Ben bir canavarım; pis, aşağılık ve tümüyle ahlaksız bir canavarım. Sisli bataklıklarda doğmuşum. Benim babam da canavardı, annem ise ondan daha beterdi. Önceden hükmü verilmiş, lanetlenmiş ölü bebekler arasında bana ninni gibi gelen fırtınalarda uyurdum. Mills Kız Okulunda eğitim görmüş bakirelerin kanıyla besleniyordum sadece. En sevdiğim lokantada her zaman ahşap döşeme, bir somun Kız Okulu bakiresi ve üstü düz bir piyano yemişimdir. Babamın canavar olmasının yanı sıra Kaliforniyalı bir at hırsızıydı. Ben babamdan daha menfur sayılırım. Daha çok dişlerim var. Annem de cadı olmasıyla beraber Nevadalı kitap satıcısıydı. Annemin bütün utançları açığa çıksın. Kadın dergilerine bile abonelikler vermek için yalvardı. Ben annemden daha kötüyüm. Ben, sokak sokak gezip tıraş makinaları sattım.”
“Vahşi gönlünüzü sakinleştirip tehlikelerden uzak duramaz mısınız, şövalyem?” Kaçma şansını hesaplayıp duygu yüklü bir ses tonuyla yalvardı.
“Tek bir şey acınası kadın, sadece tek bir şey. Dünyanın üzerinde, dünyanın üstünde ve dünyanın tahrip olmuş sularının altında…”
Çok iyi bildiği bir eserden alıntı yapması Ernestine’i unutmasını sağlamıştı.
“Bakınız, Ernest Dowson, sayfa yetmiş dokuz, ince bir kitap ama bilgi yüklü ve Mills Kız Okulunda alıkonulan genç hanımlara âdeta kepçe ile bilgi sunuyor.” diye devam etti Forrest. “Sizi tam bilgilendirecektim ki biri benim sözlerimi kaba bir şekilde kesti. Bu vahşi gönlüme merhem olup mühürleyebilecek bir şey ve sadece bir şey vardır. O da ‘Bakire Duası’dır. Beni bütün kulaklarınızla dinleyin yoksa hepsini bütün olarak koparıp çiğnerim! Beni dinle piyanonun altındaki budala, biçimsiz, bücür, kısa bacaklı çirkin kadın! Bakire Duası’nı ezbere söyleyebilir misin?”
Kapı eşiğindeki gençlerin sevinç çığlıkları doğru cevabın verilmesini engelledi ve piyanonun altına gizlenmiş olan Lute kapıda beliren Wainwright’a feryat etti.
“Kurtar beni, şövalyem! Kurtar beni!”
“Bakireyi bırak!” diye meydan okudu Bert.
“Sen de kimsin?” diye sordu Forrest.
“Kral George, pislik! Yani, ah, Aziz George.”
“O hâlde ben de bir ejderhayım.” diye açıklamada bulundu, alçak gönüllülükle. “Kıymayın bu yaşlı, onurlu adama. Sadece tek bir boynum var.”
“Koparın kafasını!” diye cesaret verdi gençler.
“Orada kalın bakireler, lütfen!” diye yalvardı Bert. “Ben önemsiz biriyim. Ama korkak değilim, ejderhaya sakal yapacağım. Hem de gırtlağına. Benim nahoşluk ve cesaretim karşısında