Taras Bulba. Николай Гоголь
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Taras Bulba - Николай Гоголь страница 5
Aç kalmış seminer talebeleri Kiev sokaklarında dolaştıkları zaman ahali için daima kendilerini muhafaza etmek mecburiyeti vardı. Çarşıda satıcı kadınlar bir seminer talebesinin yaklaştığını görür görmez çöreklerini, kuru bisküvilerini, kabak çekirdeklerini korumak için bunların üzerine sanki bir kartalın yavrularını korumak için kanatlarını açması gibi kollarını uzatıyordu.
Arkadaşlarına nezaret etmeye memur olan konsül, elbisesinin altında o kadar büyük bir cebe malikti ki dikkatsiz bir satıcının bütün malı oraya sığabilirdi.
Zaten seminer hususi bir âlem teşkil ediyordu: Talebe, memleketin asilzade Lehlileriyle Ruslarından mürekkep olan kibar muhite kabul olunmuyordu. Voyvoda Adam Kissel akademiyi himaye için hiçbir fırsatı kaçırmadığı hâlde talebeyi cemiyete kabul etmek istemiyor ve onların en büyük bir şiddetle muamele görmesini tavsiye ediyordu. Bu tavsiye fazla idi. Çünkü kırbaç ve kayış, akademinin rektörü ve profesörleri tarafından gayet şiddetle kullanılıyordu; konsüller bile bundan kurtulamıyorlardı. Dayak atanlar cezayı o kadar şiddetli yapıyorlardı ki ceza gören talebe uzun zamanlar pantolonunun arkasını kaşımaktan vazgeçemiyordu.
Ceza görenlerden bazıları bu kırbaçları ehemmiyetsiz bir iş gibi telakki ediyor ve belki bir kadeh biberli rakı içmekten biraz daha sert bir şey görüyordu. Diğerleri bu ardı arası kesilmeyen zalimane cezaları çekmeye dayanamıyor, Zaporijya’ya gidebilmek ümidiyle mektepten kaçıyor, lakin ekseriya yarı yolda yakalanıyordu.
Ostap bir türlü bu kırbaçlardan kendini kurtaramıyor, mantık ve din derslerinde gösterdiği gayret buna mâni olamıyordu. Bundan dolayı çok kızıyordu, fakat bu cezalar hakiki bir Kazak’a layık olan çelik gibi bir salabet veriyor ve onun metanetini artırıyordu. Mektep arkadaşları onu, talebe serseriliklerine nadiren elebaşılık ettiği hâlde, iyi bir arkadaş sayıyorlardı.
Talebeler bostanları, bahçeleri yağma ettikleri sırada Ostap kendilerini idare eden cesur seminer talebesinin yanında birinciler sırasında tereddüt etmeden yer alıyordu.
Dünyada hiçbir şey onu bir arkadaşını ele vermeye icbar edemiyordu.10 Onun kendine layık gördüğü iki meşgalesi vardı: Biri kavga biri eğlence… Başka hiçbir şey düşünmüyordu. Mektep arkadaşlarıyla münasebetinde büyük bir doğruluk gösteriyor, bu doğruluğu bu alicenaplığı da o zamanın o kadar müstebit olan yaşayış tarzına uygun bir şekilde yapıyordu.
At koştururken biraz kederli idi çünkü annesinin hâli ona çok dokunmuştu. Annesinin yeisini hatırlayarak müteessir oluyordu.
Küçük kardeşi Andre daha uyanık fikirliydi. Zekâsı daha ziyade inkişaf etmişti. Kardeşi gibi zorlamaksızın kendini okumaya verebiliyordu. Daha ziyade sergüzeşt seven bir tabiatı vardı. Ekseriya en hayalî işlere teşebbüs ediyor ve arkadaşlarını da sürüklüyordu. Kendini cezadan kurtarmakta mahareti vardı. Büyük kardeşinin tamamıyla aksine olarak, yakalanır yakalanmaz sükûnetle ceketini çıkarıyor ve kendini haklı çıkarmaya tenezzül etmeyerek dayak yemek üzere yere yatıyor ve affı istemeyi aklına bile getirmiyordu.
Andre’nin ruhu kardeşininkinden daha hisli idi. Genç kalbi tatil esnasında karşılaştığı bir Kazak kızını heyecanla hatırlıyor, bu tatlı hayal, içine işleyen bu sevgi, derslerde zihninden hiç çıkmıyordu. O zaman çok dalgın bir hâlde felsefe derslerini takip ediyor ve bir Kazak’a yakışmayan bu düşüncelerini mektep arkadaşlarından dikkatle saklıyor ve içinin acısını örtmeye çalışıyordu. Çünkü seminerde bulunduğu son senelerde yavaş yavaş arkadaşlarıyla beraber kendini tehlikeli sergüzeştlere atmaktan vazgeçti. Ve mektepten tek başına çıkarak şehrin dış mahallelerinde gelişigüzel dolaşmayı âdet etti.
Buradaki fakirane evleri kısmen örten kiraz ağaçları arasında dolaşıyor, bazen de bugün Kiev’de Eskişehir denilen, küçük, Ruslarla Lehlilerin ve asilzadelerin oturdukları kibar mahallelere dalıyordu. Buralarda bir dereceye kadar mimari kıymeti olan bazı evler bulunuyordu.
Bir gün düşüncelerine dalmış bir hâlde etrafında ne olduğuna bakmaksızın dolaşırken bir Leh beyzadesinin az kaldı arabasının altında kalıyordu. İri bıyıklı arabacı ona dehşetli bir bakışla baktı. Ve oturduğu yerden ona gayet ustaca bir kırbaç yapıştırdı. Genç adam çılgınca bir tehevvürle11 atıldı ve iki eliyle araba tekerleğinin bir sopasını tutarak arabayı durdurdu. Arabacı böyle yaman bir adamla boy ölçüşmeyi gözüne kestiremediği için atlarını kırbaçladı.
Andre tam zamanında tekerleği ellerinden bırakabildi. Fakat arabanın verdiği atalet tesiriyle kendini tutamadı, yüzükoyun çamurlar içine yuvarlandı. O zaman yukarıdan genç bir billuri kahkaha duydu, gözlerini kaldırınca bir pencerenin önünde, kendine gayet güzel gelen bir kadın gördü. Bu kadın, kar gibi beyaz tenli, gayet güzel siyah gözlü idi. Sabah güneşinin ilk hüzmeleri yüzüne vurmuştu. Bütün kalbiyle gülüyor ve bu gülüş onun parlak güzelliğini daha çok arttırıyordu.
Andre biraz sersem bir hâlde orada kalmıştı, hayretinden kendini toplayamıyordu. Yüzüne bulaşan çamurları, ne yaptığını bilmeksizin eliyle silmeye çalışıyor fakat sildikçe bir kat daha yüzüne sıvaştırıyordu.12
Bu derece fevkalade güzel olan kadın kim olabilirdi? Evin kapısı önünde bandura çalan bir delikanlıyı dinlemek için birikmiş uşaklar duruyordu. Hemen onlardan malumat almak istedi. Lakin uşaklardan hiçbiri ona cevap vermeye tenezzül etmedi ve hepsi de onun çamurlu yüzüyle eğlendiler.
Bununla beraber Andre, bu güzel kızın Kovno voyvodasının kızı olduğunu ve muvakkaten13 Kiev’de oturduğunu öğrenebildi.
Andre yalnız talebelerin gösterebileceği bir düşüncesizlikle, ertesi gece duvardan atlayarak voyvodanın oturduğu evin bahçesine girdi. Bir ağaca tırmandı. Ağacın bir dalı evin damı üzerine uzanmıştı. Bu daldan geçerek dama ayak bastı. Bir bacaya gitti, bacadan kendini içeri sarkıttı ve tam genç kızın odasına indi. Oda iki meşale ile aydınlanmıştı. Güzel Lehli kız bu sırada kulaklarından elmas küpelerini çıkarıyordu, birdenbire genç adamı görünce o kadar şaşırdı ki bir söz söyleyemedi. Lakin delikanlının kendi önünde hareketsiz durduğunu ve ellerini bile kımıldatmaya cesaret etmediğini görünce daha dikkatli baktı ve sabahleyin kendini o kadar güldüren seminer talebesi olduğunu anladı. O zaman gülmeye başladı. Çünkü Andre’nin yüzü onu korkutmuyor ve simasının fevkalade güzel olduğu görülüyordu; onun için bütün kalbiyle güldü. Ve bu beklenilmeyen ziyaretçi ile eğlendi.
Güzel genç kız ekser Lehli kadınlar gibi işvekârdı. Lakin şaşaalı derin gözlerinin öyle uzun ve yüreğe işleyen bakışları vardı ki seminer talebesini uyuşturuyordu. Andre nefes alamıyor, kımıldanmaya cesaret edemiyordu. Hâlbuki voyvoda kızı gidip geliyor ve bin türlü işveler yapıyordu. Ansızın ona yaklaştı ve kendi elmaslı tacını onun başına koydu. Sonra küpelerini dudakları arasına sıkıştırarak gayet ince muslinden kenarı kılaptan işlemeli bir atkı aldı. Ve Andre’nin omuzlarına örttü. Andre kendisiyle bu kadar cazibeli ve samimi bir hoppalıkla eğlenen bu sehhar14 kadının önünde ne yapacağını şaşırmıştı.
Şaşkınlığı
10
İcbar etmek: Zorlamak. (e.n.)
11
Tehevvür: Çok kızma, öfkelenme, köpürme. (e.n.)
12
Sıvaştırmak: Bulaştırmak, üstüne sürmek. (e.n.)
13
Muvakkaten: Geçici olarak. (e.n.)
14
Sehhar: Büyü gibi bir kuvvetle çeken, büyüleyici. (e.n.)