Taras Bulba. Николай Гоголь
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Taras Bulba - Николай Гоголь страница 7
O zaman Kazaklar atlara bindiler ve nehir kenarına muvazi17 dış mahallelere daldılar, bu yol onları yarım verst uzakta bulunan Siyeç’e götürdü.
Oraya vardıkları anda kulaklarına sağır edici bir gürültü çarptı. Bu gürültü toprağa gömülmüş yirmi kadar demirhaneden geliyordu. Burada cesur arkadaşlar kuvvetle demir dövüyorlar, çekiçler örs üzerine inip duruyordu. Biraz ötede siperlerin altında, yolun kenarında sağlam vücutlu debbağlar koyun derileri üzerinde hararetle çalışıyorlar, onların yanında, tüfek için çakmak taşı, barut satan esnafın barakaları görülüyordu. Bir Ermeni gayet süslü ve güzel mendiller satıyor, onun yanında koyun eti geçirilmiş bir şiş görülüyor ki sinsi bakışlı bir Tatar yavaş yavaş şişteki koyun etlerini ateşte çeviriyor ve boynunu uzatmış rakı satan bir Yahudi’ye gözlerini dikmiş bakıyordu.
Lakin iki birader, kollarını ve bacaklarını salip gibi birbiri üzerine koymuş ve sükûnetle yolun ortasında uyuyan bir Zaporog Kazağını görerek hayret ettiler. Taras bila-ihtiyar Kazak’a bakmak için durdu ve haykırdı:
“Hakikat, işte heybetli bir babayiğit! Ne güzel uzanmış!”
Manzara hakikaten dikkate şayandı. Tembel tembel uzanıp uyumuş olan adamın başında bir kadem uzunluğundaki saçları tozlar içinde sürünüyordu. Gayet güzel al renkte bir çuhadan pantolonu üzerinde, kasten yapılmış büyük katran bulaşıkları vardı. İhtimal ki bu lekeler emlak sahiplerinin her türlü ziynete istihfafla baktıklarını göstermek için yapılmıştı.
Taras bir müddet hayran hayran baktıktan sonra, sanatlarını icra eden birçok işçinin şose üzerinde bıraktıkları dar yolda ilerlemeye başladı. Aynı zamanda burada her milletten birçok satıcı görülüyor ve bunlar Siyeç’in dış mahallelerine bir panayır manzarası veriyordu.
Hakikaten burası bir panayırdı. Yalnız dövüşmeyi ve zevk etmeyi bilen Siyeç Kazaklarını burası besliyor, burası giydiriyordu.
Küçük kafile nihayet varoştan çıktı. Çuhalarla veyahut çimenlerle Tatar usulünce örtülmüş ilk karargâha vardı. Bu karargâhların bazıları toprakla çevrilmişti.
Burada, şehrin dış mahallelerinde olduğu gibi kısa direklerle tutturulmuş binalar, baraka hâlinde dükkânlar yoktu. Karargâhın methali18 bir yokuşla müdafaa olunuyordu. Burada hiçbir nöbetçi beklemiyordu. Bu hâl, karargâha kapanmış olan askerlerin pek ziyade ihmalci olduğunu gösteriyordu. Yolcular yol üzerinde yatmış 4-5 Zaporog Kazağının yanından geçtiler. Kazaklar bunlar geçerken yerlerinden bile kımıldamadılar. Yalnız lakayt bir surette pipolarını tüttürerek bakmakla iktifa ettiler. Taras’la oğulları bunların arasından büyük bir ihtiyatla geçmeye mecbur oldular. Taras onlara “Bonjur efendiler!” dedi.
Zaporoglar cevap verdiler:
“Size de bonjur.”
Her tarafta garip kıyafetli Kazak grupları görünüyordu. Bunların esmerleşmiş yüzlerinde kapanmış yara izleri vardı. Bu izler birçok şanlı kavgayı, birçok acı felaketi hatırlatıyordu.
İşte, Siyeç! İşte aslan gibi kuvvetli cesur ve mağrur Kazakların kuvvet aldıkları yuva! Buradan hürriyet fikri ve Kazak âdetleri Ukrayna’nın ta uzaklarına kadar yayılır!
Süvariler büyük bir meydana geldiler. Burada mutat olarak meclis toplanıyordu. Şimdiki hâlde gövdesi çıplak bir Kazak burada büyük bir fıçının üzerine oturmuş dikkatle gömleğini tamir ediyordu. Meydanı geçtikten sonra mızıkacılarla tıkanmış bir yola girdiler. Genç bir Kazak göğsünü açmış, kollarını gelişigüzel başına koymuş, elleri havada hararetle dans ediyordu. Bir taraftan dönüyor ve ardı arası kesilmeden bağırıyordu:
“Mızıkacılar hızlı çalınız, durmadan çalınız! Sen de Toma! Rakı için hasislik etme, arkadaşlara, canları ne kadar isterse rakı ver.”
Bir kavga neticesinde gözü şişmiş olan Toma, gayet büyük kadehlerle arkadaşlarına ve oraya gelen herkese bol bol rakı ikram ediyordu. Dört yaşlı Kazak, genç arkadaşıyla kısa adımlarla dans ediyorlar, kendilerini birdenbire yanları üzerine atıyorlar ve hemen mızıkacıların başları üzerine düşüyorlar, nihayet gümüş mahmuzlu ökçelerini kuvvetle şakırdatarak sert toprak üzerine atılıyorlardı.
Hafif rüzgâr bu halk danslarının sesini kırlara dağıtıyor, “hopaks trepaks” denilen bu raksın ökçe vuruşları, mahmuz şıkırtıları ahengini teşkil ediyordu.
Bilhassa bir Kazak, ötekilerinden ziyade bağırarak şeytan gibi çırpınıyordu. Göğsü açık, koyun derisinden elbisesi arkasındaydı, kollarını bile geçirmişti. Alnı ter içinde idi. Taras ona bir dakika baktı ve ceketini çıkarması için bağırdı. Adam cevap verdi:
“Kabil değil!”
“Niçin?”
“Kabil değil! Çünkü neyi arkamdan çıkarırsam doğrudan doğruya meyhaneciye gider!”
Bu yiğit doğru söylüyordu: Külah, kemer, işlemeli mendil hepsi meyhaneciye gitmişti.
Kalabalık dans edenler yeniden yeniye dans edenlerin gelmesiyle artıyordu. Genç ihtiyar bütün bu adamların hâline bakanlar ve bu cesur adamların Kazak dansı dedikleri ve danslar içinde en çılgın ve en sürükleyici olan bu dansın son derece çabuk ve delice hareketlerini görenler, istemeyerek teessür duyuyorlardı. Taras bu manzaradan heyecana gelmişti, yola düzüldüğü sırada dedi ki:
“Vallahi beygirim olmasaydı ben de onlara katılacaktım.”
Taras’la oğulları yolda giderlerken cesaretlerinin telkin ettiği hürmet ve eski kahramanlıkları sebebiyle ekseriya Siyeç’in reis intihap ettikleri ihtiyar Kazaklara tesadüf ediyorlardı.
Taras, bu Kazak gruplarındaki hemen birçok arkadaşını tanıyordu. Ostap’la Andre gruplardan gelen hayret seslerini anlamak için başlarını her dakika kâh sağa kâh sola çeviriyorlardı. Bu seslere babaları neşeli neşeli cevap veriyordu:
“Sen misin koca Peçeriça! Bonjur Kozolup!”
“Taras seni hangi rüzgâr buraya attı?”
“Ya sen, Dolofo nereden geliyorsun?”
“Bonjur Kırdıyağa! Bonjur Gusti!”
“Remen seni tekrar göreceğimi zannetmiyordum.”
Doğu Rusya’nın bütün bu karışık köşelerinde şerefle, şanla kanlarını dökmüş olan bu ihtiyar muharipler, kardeşçesine birbirlerini kucaklıyorlar ve yekdiğeri hakkında sorular soruyorlardı:
“Kasiyan ne oldu?”
“Ya Borodavka, Koloper, Pitsitok?”
17
Muvazi: Paralel. (e.n.)
18
Methal: Giriş. (e.n.)