Taras Bulba. Николай Гоголь
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Taras Bulba - Николай Гоголь страница 9
Bir Kazak ne kadar ehemmiyetsiz olursa olsun bir hırsızlık cürmü işlerse bu hırsızlık bütün cemaat için bir leke addolunuyor, hırsız büyük meydanın ortasına dikilen bir direğe bağlanarak yanına bir sopa konuluyor ve canı çıkıncaya kadar gelen geçen ona bir sopa vuruyordu.
Borcunu veremeyen her borçlu, zincirle bir topa bağlanıyor ve borçlunun arkadaşları alacaklının gönlünü edinceye kadar bağlı olarak kalıyordu.
En müthiş ceza katillere veriliyordu: Bir çukur kazılıyor, katil oraya indiriliyor, öldürülen adamın cesedini havi25 tabut katilin üzerine konuluyor ve ikisi birden toprak altına gömülüyordu. Andre böyle bir idam cezasını gördü ve bu müthiş manzara onu o dereceye kadar dehşete düşürdü ki bu meşum sıkletin altında diri diri gömülen bedbahtın hayalini uzun zaman unutamadı.
İki genç, Kazaklar arasında temeyyüz etmekte gecikmediler. Bunlar kendi kurenlerinden birkaç arkadaşla, hatta bazı kere bütün kurenle sık sık stepi boyluyorlar, birçok ceylan, geyik, kuş avlıyorlardı, stepte bunlar çoktu, bazı kere de göllerde, nehirlerde balık tutuyorlar, birçok balıkla Siyeç’e dönüyorlardı. Bu balıklar bütün kurenin beslenmesine sarf ediliyordu.
Her ne kadar bu işler bir Kazak için pek güç şeyler değilse de Ostap ve Andre bunlarda cesaretleri ve muvaffakiyetleriyle öteki delikanlıları gölgede bırakıyorlardı. Eğer ok atmada göze çarpacak derecede liyakat gösterirler ve yüzmede Dinyeper Nehri’ni cereyanının aksi istikamette yüzerek geçmekle herkesin hayretini mucip olurlarsa bunlar öyle bir meziyet teşkil ederdi ki acemiler resmen Kazakların arasına kabul olunurlardı.
Bununla beraber ihtiyar Bulba kendi çocukları için onların şerefiyle daha ziyade mütenasip başka bir faaliyet tarzı düşünüyordu. Sürdüğü tembel hayat onun canını sıkmaya başlamıştı. Daha ciddi bir şeylerle uğraşmak istiyordu, zihninde birtakım projeler kuruyor ve Siyeç’i cüretkârane bir sergüzeşte sürükleyerek Kazakların kol ve bacaklarını uyuşukluktan nasıl kurtaracağını kendi kendine soruyordu.
Nihayet koşevoinin yanına gitti. Ve birdenbire dedi ki:
“Koşevoi, Zaporogların kendilerini biraz eğlendirmeleri zamanı gelmedi mi dersin?”
Koşevoi soğukkanlılıkla piposunu ağzından çekti, yanına tükürdü ve cevap verdi:
“Hiçbir çare yok.”
“Nasıl çare yok Türklerin, Tatarların üzerine atılabiliriz.”
“İmkânı yok, ne birinin ne ötekinin üzerine atılabiliriz.”
Bu cevabı verdikten sonra sükûnetle gene piposunu ağzına koydu.
“Niçin imkân yok.”
“Sultana vadettik, ona taarruz etmeyeceğiz.”
“Kâfire sulh vadedilmek caiz olur mu? Allah ve İncil-i Şerif kâfirlerle kavga etmeyi bize emrediyor.”
“Eğer dinimize yemin etmemiş olsaydık belki dediğin mümkün olurdu. Hâlbuki şimdi buna hakkımız yok, onun için imkânsız.”
“Niçin imkânsız? Niçin hakkımız yok? Benim iki genç oğlum var ki henüz harbe girmediler, sen bana imkânsız diyorsun, demek Zaporoglar artık kavga etmeyecekler.”
“Söylediğim gibi.”
“O hâlde senin fikrince kuvvetlerimizi tembellikle tüketelim, Kazaklar iyi bir iş görmeden köpekler gibi gebersinler, vatan ve Hristiyanlık onların cesaretinden istifade etmesin! O hâlde niçin yaşamalı! Vay canına, şunu bana izah et, sen boş yere koşevoi intihap edilmedin, zekisin, niçin yaşadığınızı bana izah et.”
Koşevoi bu suale cevap vermeye tenezzül etmedi. Biraz sükûttan sonra ısrarla dedi ki:
“Ne olursa olsun harp olmayacak!”
Taras şiddetle tekrar etti:
“Harp olmayacak mı?”
“Onu akla getirmek bile lüzumsuz.”
Bulba ayrılırken homurdanıyordu:
“Sen hele dur! Şeytan kafalı! Sana bir ders verelim.”
Ve koşevoiden intikam almaya yemin etti.
Taras bazı dostlarıyla gizlice konuştuktan sonra Kazakları bir eğlentiye davet etti. Ziyafetin sonunda Kazaklar son derece sarhoş olarak kalktılar ve hepsi birden gürültüyle meydana doğru yürüdüler, burada dikilmiş bir direk vardı ki üzerine bir çan asılmıştı, bu çan “rada”yı, yani Kazaklar meclisini toplamak için çalınırdı. Taras çan çalmak için kullanılan değneği bulamadı çünkü çan çalmaya memur olan adam değneği yanında saklardı. Kazaklar birer odun aldılar, her biri sıra ile çana olanca kuvvetleriyle vurmaya başladılar. Gürültü çancıyı uyandırdı. Bu, zayıf, uzun boylu, bir gözü kör bir adamdı. Uyku sersemi olarak göründü:
“Ne cüretle çan çalıyorsunuz!”
“Sus!” dediler. “Değneği al sen çal!”
Bunu söyleyen reisler diğer Kazaklar kadar sarhoştular, bu gibi işlerin nasıl nihayet bulacağını iyi bilen çancı tereddüt etmedi, üzerinde taşıdığı değnekleri çıkardı, hemen çalmaya başladı.
O anda Zaporoglar karga sürüleri gibi meydana doldular, az bir zaman içinde meydan siyah elbiseli Zaporoglarla dolmuştu.
Hepsi halka teşkil edecek surette dizildiler.
Birbirini müteakip üç çandan sonra idare erkânı göründüler. Elinde amirlik alameti olan gümüş topuzla koşevoi, sonra yine elinde ordu mührüyle hâkim, hokkasıyla kâtip, değneğiyle mülazım geldiler. Her dördü derin bir eğilişle dört tarafı selamladılar. Kazaklar yumruklarını kalçalarına dayamışlar, azametle karşılarında duruyorlardı. Koşevoi sordu:
“Bu cemiyet niçin? Ne istiyorsunuz efendiler?”
Sözü bağrışmalar ve tahkirlerle kesildi:
“Topuzu bırak! Hemen şimdi! Şeytan oğlu! Biz seni artık istemiyoruz!”
Ziyafete ve içki âlemine iştirak etmemiş olan kuren, koşevoinin lehinde işe karışmaya kalkıştı ve kurenler kulakları sağır edici bağrışmalar arasında pençe pençeye geldiler.
Söz dinletmek için beyhude uğraştıktan sonra koşevoi, bu çılgınların kendine emsali çok defa görüldüğü üzere tecavüz edeceklerini bildiği için onları yerlere kadar eğilerek selamladı, topuzu bıraktı, kalabalığın içine karıştı.
Hâkimin, kâtibin ve mülazımın
25
Havi: İçinde bulunduran, kapsayan. (e.n.)