Taras Bulba. Николай Гоголь
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Taras Bulba - Николай Гоголь страница 8
Askerî talim iki kardeşin pek az bir zamanını alıyordu. Yaşadıkları muhitte ne nazariyeden ne disiplinden ne de herhangi bir talimden bahsolunmuyordu. Gençler iş görerek kendi kendilerini terbiye etmeye yani muharebe ateşi içinde yaşayarak bir şey öğrenmeye mecburdular. Zaten bu sebepten dolayı Kazaklar hemen mütemadiyen harp hâlinde bulunuyorlardı. Nadiren muharebe etmedikleri kısa zamanlarda harp sanatında ileri gitmeye çalışmayı beyhude addediyorlar, nihayet ok atma talimi yapıyorlar, at yarışları tertip ediyorlar veyahut stepte vahşi hayvanları avlıyorlardı. Lakin tabiatları alicenaplık ve cömertlikle dolu olduğu için zamanlarının büyük bir kısmını eğlencelerle, ziyafetlerle geçiriyorlardı.
Siyeç daimî bir bayram manzarası arz ediyordu. Dans gürültüsünün sonu gelmiyordu. Kazakların pek azı bir sanatla meşguldü, bazıları ufak mikyasta ticaret yapıyor ve küçük bir barakada çalışıyordu. Lakin çoğu, her gün sabahtan gecenin geç vaktine kadar, yani ceplerinde para şıkırtısı kalmayıncaya kadar, içki ile eğlenmeye devam ediyorlardı. O suretle ki ellerinde silah, ne kazandılarsa dükkâncıların, meyhanecilerin cebine naklolunuyordu.
Bu çılgınca eğlenceler her şeye rağmen bir dereceye kadar cazipti. Bu eğlentiler işret buharıyla dertlerini unutmak için sarhoşların toplandıkları sefil meyhaneleri hatırlatmıyordu, bilakis şeytani bir neşe ve canlılık alabildiğine hüküm sürüyordu. Yeni gelenler eskiden alakadar oldukları şeyden büsbütün ayrılıyor, dünya gözlerine görünmüyor ve evvelce orada oturanlar gibi evsiz, ailesiz ve rabıtasız hürriyetten ve daimî eğlenceden başka bir şey düşünmeyerek samimi bir arkadaşlık hissine kendilerini kaptırıyordu. İşte bu bir tanecik muhit, başka hiçbir sebebin hasıl edemeyeceği çılgınca bir neşe meydana getiriyordu.
Tembel tembel toprak üzerine uzanmış olan Kazak grupları içinde herkesin birbirine anlattığı hikayeler ve bir kısmını diğer bir kısmıyla münakaşaya sevk eden muhavereler19 ekseriya çok tuhaftı ve o kadar tatlı idi ki bunların karşısında hissiz kalmak, hatta göz kırpmak için hakikaten Zaporog ırkını temyiz eden soğukkanlılığa malik olmak lazım gelirdi. Tabiat bugün bile güneydeki Rusları diğer Ruslardan tamamıyla farklı bir hâlde bulundurmaktadır.
Bütün bu arkadaşların neşeleri çok hareketli ve gürültülü idi.
Lakin meyhanelerin hareketlerine ve gürültülerine hiç benzemiyordu. Çünkü meyhanelerde insanlar her şeyi hatta kendilerini bile unuturlar ve nefislerini hazin ve tereddi ettirici20 ihtiraslarına terk ederler.
Burada daha ziyade birbirlerini bulduklarından memnun olan mektep arkadaşlarının samimi meclisi kurulmuş zannolunurdu. Bunlar sınıflarının ve profesörlerinin can sıkıcı derslerinden kaçarak 5-6 bin süvariden müteşekkil gruplar hâlinde çapulculuğa çıkmış ve top oyunlarını mektep avlularında bırakarak yağmacı Tatarlara karşı iyi muhafaza edilmeyen hudutlara doğru atılmış insanlara benziyorlardı.
Öyle hudutlar ki buralarda onları ya yağmacı Tatarlar veyahut yeşil sarıklı Türklerin sert ve durgun nazarları bekliyordu.
Bunları bilhassa muntazam askerlerden ayıran şey şu idi ki kendileri bir kumandanın arzusu ile toplanmamış, belki kendiliklerinden evlerinden kaçarak, analarını, babalarını terk ederek sergüzeşt arkasında koşmak için bir yere gelmişlerdi. Birtakımları da celladın ipinden dar kurtulmuş ve ölüme bedel bu ateşli ve baş döndürücü hayata tekrar atılmışlardı.
Bu neşeli delikanlıların arasında birçokları vardır ki âdetler arasında en asili olan, cepte beş para tutmamak âdetinde idiler. O suretle ki Yahudi mültezimlerinin himmet ve gayreti sayesinde korkmadan ceplerini dışarı çıkarabilirler ve bu cepten bir metelik düşmeyeceğini bilirlerdi.
Dersle alakasını kesmiş, akademinin kırbaçlarından usanmış ve orada öğretilen ilmî, edebî sermayelerden hiçbir şeyi muhafaza etmemiş olan seminer talebeleri, orada öğrendiği Roma tarihini bilen ve Çiçero’yla Horatius hakkında fikir sahibi olan mezunlarla yan yana bulunuyorlardı. Yine orada, sonraları Leh ordusu saflarında temeyyüz edecek olan zabitlere ve kavga olsun da nerede olursa olsun diyen askerlere tesadüf olunuyordu.
Siyeç’te neler yoktu! Hatta birtakım adamlar görülüyordu ki “Ben bir gün Siyeç’te yaşadım!” diyerek cesur muhariplere karşı herkesin gösterdiği hürmeti kendi üzerlerine cezbetmek için oraya gelmişlerdi.
Bu garip cumhuriyetin mevcudiyeti bir dereceye kadar haklı idi. Çünkü serseriliğe atılmak isteyen para, erzak, mücevherat, zengin kumaş ve ipekli yağma etmek isteyen herkes için burası bir meşguliyet buluyordu. Yalnız kadın meftunları21 burada arzularına nail olamıyorlardı, çünkü nizam kadınların ne Siyeç’e girmelerine ne varoşlarında yaşamalarına müsaade etmiyordu.
Ostap’la kardeşi, Siyeç’e gelen insanlara kimsenin adlarını bile sormadığını ve bunların nereden geldiklerinin de belli olmadığını görerek hayretler içinde kalmışlardı.
Yeni gelenler kısa bir ayrılıktan sonra rahat rahat evlerine dönen insanlara benziyorlardı. Bunlar bütün Zaporog Kazaklarının reis olarak intihap ettikleri “koşevoi atamanın” önüne geliyorlar, ataman da umumiyetle bunların her birine şu sualleri soruyordu:
“Bonjur! İsa’ya inanır mısın?”
“İsa’ya inanırım!”
“Ya mukaddes teslise?”
“Ona da inanırım!”
“Kiliseye gider misin?”
“Kiliseye giderim!”
“İstavroz çıkar!”
Adam işareti yapıyor, reis de şu hükmü veriyordu:
“İstediğin kurene22 gidebilirsin.”
Bu sözle kabul muamelesine nihayet veriyor ve gelen adam intihap ettiği kurene gidiyordu, yani bugün bizim tabur dediğimiz “cüz’ü tam”a giriyordu.
Bütün Kazaklar aynı kilisedeki dinî ayinlerde bulunuyorlardı. Bunlar icap ettiği zaman kiliseyi kanlarının son damlasına kadar müdafaa etmeye azmetmişlerdi. Lakin hiçbiri oruç ve perhiz kaidelerine riayet etmek istemiyordu.
Tatar, Ermeni, Yahudi tacirler muhtekirlikle23 varoşta yerleşmekte tereddüt etmiyorlar ve orada ticaret ediyorlardı. Çünkü Kazaklar hiç pazarlık etmiyorlar ve ceplerinden gelişigüzel avuçlarıyla çıkarabildikleri para ile istediklerini alıyorlardı. Zaten bu satıcıların akıbetleri, Vezüv Yanardağı’nın yamaçlarında ev yapan köylülerin akıbeti gibi kararsızdı. Çünkü Kazaklar çok defa olduğu gibi parasız kalır kalmaz dükkânlara hücum ediyorlar, yağmaya koyuluyorlar, parasız geçiniyorlardı.
Siyeç’te altmış kadar kuren vardır, bunların her biri serbest birer cumhuriyete benziyordu. Daha ziyade leyli24 bir mektepte yaşayan talebe sınıfını andırıyordu. Kurenin intihap edilmiş olan reisi kurennoi, her nevi levazımı elleri altında bulunduruyordu.
19
Muhavere: İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma. (e.n.)
20
Tereddi etmek: Soysuzlaşmak, yozlaşmak. (e.n.)
21
Meftun: Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş. (e.n.)
22
Kuren: Bölük. (e.n.)
23
Muhtekirlik: Vurgunculuk. (e.n.)
24
Leyli: Yatılı. (e.n.)