Adanın Kızı Anne. Люси Мод Монтгомери
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Adanın Kızı Anne - Люси Мод Монтгомери страница 4
Anne, sözlerini sona erdirirken bir yandan kahkaha attı, bir yandan iç çekti. Hassas doğasından ötürü her türlü onaylamamanın ağırlığını hissederdi. Düşüncelerine çok az saygı duyduklarının onaylamaması bile onu zorlardı. O an için hayatı tatsız tuzsuzdu ve içindeki bütün heves, sönmüş mumun ateşi misali kaybolmuştu.
“Ne dediklerine aldırmamalısın ama.” diyerek itiraz etti Gilbert. “Her ne kadar mükemmel kimseler olsalar da hayata bakışlarının ne kadar kısıtlı olduğunu biliyorsun. Hiç yapmadıkları bir şey onlara imkânsız gibi gelir. Sen koleje gidecek ilk Avonlea kızısın ve bütün öncülerin çılgın olmakla itham edildiğini çok iyi biliyorsun.”
“Biliyorum aslında. Ama hissetmek bilmekten çok farklı. Sağduyum söylenebilecek her şeyi söylüyor bana. Ama sağduyunun bile fayda etmediği zamanlar oluyor. O zaman bilinçsizlik devralıyor ruhumu. Bayan Elisha gittiğinde toplanmayı güç bela bitirdim.”
“Sadece yorgunsun Anne. Hadi her şeyi unut ve bataklığın ötesindeki ağaçlığa kadar benimle bir yürüyüş yap. Orada sana göstermek istediğim bir şey olabilir.”
“Olabilir mi? Olup olmadığından emin değilsin yani.”
“Hayır, ilkbaharda gördüğüm bir şeyden dolayı olabileceğini biliyorum sadece. Hadi bakalım. İki çocukmuşuz gibi davranacağız ve rüzgâr bizi nereye götürürse oraya gideceğiz.”
Neşeyle yola koyuldular. Önceki gecenin tatsızlığını hatırlayan Anne, Gilbert’a çok iyi davranıyordu. Akıllıca davranmayı öğrenen Gilbert ise okul arkadaşı dışında bir şey olmamak için büyük özen gösterdi. Bayan Lynde ve Marilla onları mutfak penceresinden izliyorlardı.
“Bunlar bir gün evlenecekler.” dedi Bayan Lynde onaylayarak.
Marilla ise yüzünü hafifçe buruşturdu. Kalbinden geçenler bu birlikteliğin gerçekleşmesi yönünde olsa da konunun Bayan Lynde’in dedikoducu tavrıyla dile getirilmesi hoşuna gitmedi.
“Onlar hâlâ çocuk.” dedi kısaca.
Bayan Lynde iyi niyetli bir kahkaha attı.
“Anne on sekiz yaşında. Ben de evlendiğimde o yaştaydım. Bizim gibi ihtiyarlar çocukların asla büyümediğini düşünmeye meyilli oluyorlar o kadar. Anne genç bir kadın, Gilbert ise bir adam. Üstelik Anne’in üzerinde yürüdüğü yola tapıyor, herkesin de görebildiği gibi. O düzgün bir delikanlı ve Anne daha iyisini bulamaz. Umarım Redmond’da kafasını romantik saçmalıklarla bulandırmaz. Ben zaten o karma eğitim veren kurumları hiç onaylamıyorum, o kadar. Bence…” diye konuşmasını bitirdi Bayan Lynde ciddiyetle. “O kolejlerdeki öğrenciler flört etmek dışında bir şey yapmıyorlar.”
“Herhâlde biraz ders çalışıyorlardır.” dedi Marilla gülümseyerek.
“Çok az.” diyerek burun kıvırdı Bayan Rachel. “Ama ben Anne’in ders çalışacağına inanıyorum. Hiçbir zaman oynak bir kız olmadı. Ama Gilbert’ın kıymetini bilmiyor, o kadar. Ben kızları iyi tanırım. Charlie Sloane da ona deli oluyor. Ama ben bir Sloane ile evlenmesini asla tavsiye etmezdim. Elbette Sloanelar iyi, dürüst, saygın insanlar. Ama eninde sonunda Sloanelar.”
Marilla kafasını salladı. Dışarıdan bakan biri için Sloaneların Sloane olmaları çok da aydınlatıcı bir ifade olmasa da Marilla arkadaşının söylemek istediğini anlıyordu. Her köyde bulunur böyle aileler: Dürüst, saygıdeğer insanlar olsalar da onlar Sloane’du ve hep böyle kalacaklardı, insanların hatta meleklerin diliyle konuşsalar bile.
Geleceklerinin Bayan Rachel tarafından bu şekilde dizayn edildiğinden habersiz olan Gilbert ve Anne, Lanetli Koru’nun gölgelerinde geziniyorlardı. Ötedeki tarlalar gün batımının kehribar rengi ışıltısında, gül rengi ve mavi gökyüzünün solgun güzelliğinin altında uzanıyordu. Uzaklardaki ladin korusu bronz misali parlıyordu ve ağaçların uzun gölgeleri yayla çayırlarına düşüyordu. Etraflarında gezinen rüzgârsa köknarların arasında şarkısını mırıldanıyordu. Bu şarkıda bahar tınısı vardı.
“Bu koru artık gerçekten de lanetlendi, eski hatıralar tarafından.” dedi Anne ayazın bembeyaz yaptığı eğreltilerden bir tutam toplamak için eğildiğinde. “Diana ve benim küçüklük hâllerimiz hâlâ burada oynuyor gibi geliyor. Alaca karanlık vakitlerinde Orman Tanrıçası Baloncuğu’nun yanında oturuyor, hayaletlerle buluşuyorlar sanki. İnanır mısın gün batımından sonra bu patikadan o eski korkuyu ve ürpertiyi az da olsa hissetmeden geçemiyorum hâlâ. Yarattığımız hayaletlerden biri özellikle korkutucuydu. İnsana arkasından sürünerek yaklaşıp soğuk elleriyle dokunan cinayet kurbanı çocuğun hayaleti… Buraya gece vakti geldiğimde arkamdaki o küçük ve sinsi adımlarını düşlemekten bugün dahi kendimi alamıyorum. Beyazlı kadın, kafasız adam ya da iskeletlerden korkmuyorum. Ama keşke o bebeğin hayalini kurup da hayat vermeseydim diye düşünüyorum. Marilla ve Bayan Barry bu olaydan sonra nasıl da kızmışlardı.” diyerek sözlerini noktalayan Anne, eskileri yâd eden bir kahkaha attı.
Bataklığın başını çevreleyen ağaçlar ince ince işlenmiş morluklarla doluydu. Eğri büğrü ladin ağaçlarının olduğu sert bir araziden ve akçaağaçların püskül misali çevrelediği sıcacık bir çukurdan geçtikten sonra Gilbert’ın aradığı şeye ulaştılar.
“İşte burada!” dedi Gilbert memnun bir şekilde.
“Bir elma ağacı, hem de burada!” diye haykırdı Anne keyifle.
“Evet, elmalarla dolu hakiki bir elma ağacı, üstelik de çamların ve kayın ağaçlarının arasında, herhangi bir meyve bahçesinden bir buçuk kilometre uzaklıkta. Geçen ilkbaharda bir gün buralardaydım ve bu ağacı bembeyaz çiçek açmış hâlde buldum. Sonra da elma verip vermediğini görmek üzere sonbaharda buraya gelme kararı aldım. Gördüğün gibi meyve dolu. Üstelik de iyi görünüyorlar. Uru-set elması gibi açık kahverengi ama bir yanağı koyu kırmızı. Çoğu yabani fideler genelde yeşil olur, çok da çekici gelmezler insana.”
“Sanırım yıllar önce tesadüfen ekilmiş bir tohumdan filizlenmiş.” dedi Anne hülyalı bir şekilde. “Cesur ve kararlı ağaççık nasıl da büyümüş, çiçek açmış ve bu kadar yabancının arasında tutunmuş öyle!”
“Burada