Adanın Kızı Anne. Люси Мод Монтгомери
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Adanın Kızı Anne - Люси Мод Монтгомери страница 8
“Gerçekten de diledim bunu. Evlenebilirdim isteseydim. Hadi gelin şu mezar taşını üzerine oturalım da tanışalım. Çok zor olmayacaktır. Birbirimize bayılacağımıza eminim. Bu sabah sizi Redmond’da görür görmez anladım bunu. Hemen yanınıza gelip size sarılmak istedim.”
“Neden sarılmadın peki?” diye sordu Priscilla.
“Çünkü bunu yapmaya karar veremedim. Herhangi bir şeye asla karar veremem. Kararsızlık illetine yakalanmışım. Bir şeye karar verir vermez diğer şeyin daha doğru olacağını ta iliklerimde hissediyorum. Bu çok büyük bir talihsizlik. Ama dünyaya bu şekilde gelmişim. Bazı insanların yaptığı gibi kendimi bundan dolayı suçlamam saçma olur. Yani her ne kadar istesem de yanınıza gelip sizinle konuşmaya karar veremedim.”
“Utangaç olduğunu düşünmüştük.” dedi Anne.
“Hayır, hayır canım. Utangaçlık Philippa Gordon’ın, kısaca Phil, sahip olduğu kusur ya da erdemlerden değil. Bana Phil diyebilirsiniz. Sizin isimleriniz ne acaba?”
“Kendisi Priscilla Grant olur.” dedi Anne işaret ederek.
“O da Anne Shirley.” dedi Priscilla aynı şekilde arkadaşını göstererek.
“İkimiz de adadan geliyoruz.” dediler aynı anda.
“Benim memleketim ise Bolingbroke, Nova Scotia.” dedi Philippa.
“Bolingbroke mu!” diye haykırdı Anne. “Orası benim doğum yerim.”
“Gerçekten mi? O zaman sen Nova Scotialısın demek ki.”
“Hayır değilim.” diye cevap verdi Anne. “Ne demişti Dan O’Connell, ‘Bir insanın at ahırında doğmuş olması onu at yapar mı?’ Ben dibine kadar adalıyım.”
“Pekâlâ, yine de Bolingbroke’ta doğmuş olmana sevindim. Bu, bizi bir şekilde komşu yapar öyle değil mi? Bu da hoşuma gider çünkü sana sırlarımı anlattığımda yabancıya anlatıyor gibi olmam. Sırlarımı da anlatmam lazım. Sır saklayamıyorum, denemek faydasız. Bu benim en büyük kusurum, az önce bahsettiğim kararsızlıkla beraber. İnanır mısınız buraya gelirken hangi şapkayı giyeceğime karar vermem yarım saatimi aldı, mezarlığa gelirken! İlk önceleri tüylü kahverengi şapkama meylettim ama onu takar takmaz gevşek kenarlı pembe şapkanın daha uygun olacağını düşündüm. Şapkayı iğneyle saçıma tutturunca kahverengiden daha çok hoşlandım. En sonunda hepsini yatağa koyup gözlerimi kapattım ve şapka iğnesini attım. İğne pembeye yerleşince pembeyi taktım. Uygun olmuş değil mi? Görünüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Son derece ciddi bir ses tonuyla sorulan bu saf soru karşısında Priscilla bir kez daha kahkaha patlatıverdi. Ama Anne, Philippa’nın elini dürtüsel bir hareketle sıkarak şöyle dedi:
“Senin Redmond’da gördüğümüz en güzel kız olduğunu düşündük bu sabah.”
Philippa’nın yamuk ağzında aşırı beyaz dişlerini gösteren büyüleyici bir gülümseme belirdi.
“Ben de öyle düşündüm.” şeklinde şaşırtıcı bir cevap verdi. “Ama kendi kanaatimi desteklemek için başka birinin fikrine ihtiyaç duydum. Dış görünüşüme kendi başıma karar veremiyorum. Güzel olduğuma hükmettiğim anda perişan hâlde aslında öyle olmadığımı hissetmeye başlıyorum. Ayrıca bir büyük halam var ki kederli bir iç çekişle bana bebekken çok güzel olduğumu, çocukların büyüdüklerinde değişmelerinin tuhaf olduğunu söylüyor. Ben halalara bayılırım, büyük halalardan ise nefret ederim. Eğer sizin için sorun olmayacaksa lütfen bana sık sık güzel olduğumu söyleyin. Güzel olduğuma inanabildiğim zamanlarda çok daha rahat hissediyorum kendimi. Siz de aynı şekilde karşılık vermemi isterseniz bunu gönül rahatlığıyla yapabilirim.”
“Teşekkürler.” diye güldü Anne. “Ama Priscilla ve benim dış görünüşümüz hakkındaki kanaatlerimiz o kadar kesin ki dışarıdan güvence arama ihtiyacı hissetmiyoruz. Yani zahmet etmene gerek yok.”
“Benimle alay ediyorsun. Rahatsız edici derecede kibirli olduğumu düşündüğünüzü biliyorum. Ama bu doğru değil. İçimde zerre kadar kibir yok. Eğer hak ediyorlarsa diğer kızlara iltifat etmekten zerre gocunmam. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Buraya cumartesi günü geldim ve o gün bugündür yuva özleminden neredeyse öleceğim. Korkunç bir duygu değil mi? Bolingbroke’ta önemli bir kişiyken Kingsport’ta hiç kimseyim. Ruhumun karardığı zamanları hissettiğim oldu. Siz nerede kalıyorsunuz?”
“St. John Caddesi, no: 38.”
“İyi iyi… Ben de Wallace Caddesi’nin hemen köşesindeyim. Kaldığım pansiyonu sevmiyorum ama. Çok kasvetli ve yalnız. Odam da kötü bir arka avluya bakıyor. Dünyanın en çirkin yeri. Kedilere gelince, Kingsport’un bütün kedilerinin orada toplanamayacağı aşikâr fakat en azından yarısının orada olma mecburiyetleri var gibi geliyor. Şömine önü halısının üzerinde güzel, dostane ateş karşısında uyuklayan kedileri çok severim. Ama arka avlunun gece kedileri tamamen farklı bir tür. Burada bulunduğum ilk gece sabaha kadar ağladım. Kediler de aynı şekilde ağladı. Sabah burnumun ne hâlde olduğunu görmeliydiniz. Evden ayrılmamayı nasıl da istedim!”
“Madem bu kadar kararsız bir insansın Redmond’a gelmeye nasıl karar verdin, anlamış değilim.” dedi keyifli Priscilla.
“Tanrı iyiliğini versin hayatım. Ben karar vermedim. Buraya gelmemi babam istedi. Kalbinde bu vardı ama sebebini bilmiyorum. Lisans derecesi almak için öğrenim görmem çok saçma geliyor değil mi? Ama mesele bunu yapabilecek olmam değil elbette. Yığınla beynim var benim.”
“Ah!” dedi Priscilla belli belirsiz.
“Evet. Ama asıl sorun beynini kullanmakta. Lisans derecesi sahibi insanlar da bilgili, ağırbaşlı ciddi yaratıklar. Öyle olmak zorundalar. Hayır, ben Redmond’a gelmek istemedim. Babamı sevindirmek için yaptım bunu. Kendisi tam bir ördek. Ayrıca evde olsaydım evlenmek zorunda kalacaktım. Annemin istediği buydu. Hem de kesinlikle istiyordu bunu. Annemde kararlılık bol miktarda var. Ama şimdilik evlenme fikrinden nefret ediyorum. Evlenip barklanmadan önce bol bol eğlenmek istiyorum. Lisans derecesi almam evlenip barklanmam kadar absürt bir fikir, öyle değil mi? Daha on sekiz yaşındayım. Evlenmektense Redmond’a gelmeyi tercih ederim diye düşündüm. Ayrıca kiminle evleneceğime nasıl karar vereceğim ki?”
“Çok mu talibin var?” diye güldü Anne.
“Sürüsüne bereket. Erkekler benden çok hoşlanıyorlar. Gerçekten. Ancak dikkate değer sadece iki kişi vardı. Geri kalanı çok genç ve çok fakirdi. Zengin bir adamla evlenmem lazım benim. Anlarsınız ya.”
“Neden peki?”
“Beni fakir bir adamın karısı olarak hayal edemezsin tatlım, edebilir misin? İşe yarar tek bir şey yapamam çünkü ben aşırı müsrif biriyim. Kocamın yığınla parası olmalı. Böylece aday sayısını ikiye indirdim. Ama iki kişi arasında karar vermek iki yüz kişi arasında karar vermekten daha kolay bir iş değil benim için. Hangisiyle evlenirsem evleneyim diğeri ile evlenmediğim için hayatımın sonuna kadar pişmanlık duyacağımı çok iyi biliyordum.”
“Peki,