Adanın Kızı Anne. Люси Мод Монтгомери
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Adanın Kızı Anne - Люси Мод Монтгомери страница 12
“Öyle deme! Onun suçu. Böyle gözlerle cezalandırıldığına göre bir önceki yaşamında korkunç şeyler yapmış olmalı. Pris ve ben bugün onunla çok eğleneceğiz, onun yüzüne karşı onunla alay edeceğiz ve hiçbir şeyin farkında olmayacak.”
Anne’in deyimiyle “haylaz P’ler” bu “dost canlısı” amaçlarına ulaştılar. Ne var ki Sloane, mesut bir cehalet hâlindeydi. Böyle iki kız öğrenci, özellikle de sınıfın en güzeli Philippa Gordon ile birlikte yürüdüğü için hoş bir delikanlı olduğunu düşündü. Anne bundan etkilenecekti ona soracak olursanız. Bazı insanların kıymet bildiğini görecekti genç kız.
Liman kıyısından yukarı çıkan yolda parktaki çam ağaçlarının altında diğerlerinin az biraz arkasında yürüyen Gilbert ve Anne sonbahar öğleden sonrasının sakin ve hareketsiz güzelliğinin tadını çıkarıyorlardı.
“Buradaki sessizlik dua gibi değil mi?” dedi Anne gözlerini parlak gökyüzüne çevirerek. “Çamları ne kadar da seviyorum. Sanki kökleriyle tüm zamanların romantizmine vuruyor gibiler. Onlarla güzel bir sohbet etmek için arada bir kaçamak yapmak çok rahatlatıcı. Burada hep mutlu hissediyorum kendimi.”
Ve dağda yalnızlık galip geldi
Âdeta ilahî bir sihir misali.
Dertleri sallanıp düştü
Rüzgârda sarsılan çam iğneleri gibi.
Bret Harte’ın şiirinden bir bölüm okudu Gilbert.
“Hırslarımızın küçük ve değersiz görünmesine sebep oluyorlar öyle değil mi Anne?”
“Eğer büyük bir kedere kapılsaydım teselli bulmak için çamlara gelirdim diye düşünüyorum.”
“Umarım hiç büyük bir kedere kapılmazsın Anne.” dedi Gilbert. Yanındaki canlı, neşeli yaratığı keder fikriyle bağdaştıramıyordu. En yükseklere uçabilenlerin en derinlere de gömülebileceklerinin farkında değildi. En coşkun neşeyi yaşayanların en keskin acıları da yaşayanlar olduğunu bilmiyordu.
“Ama bazen…” diye hülyalı bir şekilde konuştu Anne. “Hayat dudaklarıma uzatılmış bir kadeh saadet gibi. Ama her bir kadehte bir miktar acı da olmalı. Bir gün o acıyı tadacağım muhtemelen. Ümit ederim ki bu acı benim hatamdan dolayı gelmez. Doktor Davis’in geçen pazar akşamı ne dediğini hatırlıyor musun? Tanrı’nın bize yolladığı her bir acının içinde teselli ve güç var. Kendi aptallığımız ya da kötülüğümüzden dolayı başımıza gelen acılar ise dayanması en zor olanları. Ama böylesi bir günde kederden bahsetmemeliyiz. Bu gün sadece saf bir sevinç için var olmuş gibi değil mi?”
“Eğer bana kalsaydı hayatındaki mutluluk ve keyif dışındaki her şeyi yok ederdim Anne.” dedi Gilbert “tehlikenin yaklaşmakta olduğuna” işaret eden bir ses tonuyla.
“O zaman çok da akıllıca davranmamış olurdun.” diye cevap verdi Anne aceleyle. “Bir miktar imtihan ve hüzün içermeyen hiçbir hayat törpülenip geliştirilemez. Tabii sanırım bu sadece bunu kabul edebilecek noktaya geldiğimizde olur. Hadi gel, diğerleri çardağa varmışlar ve bize işaret ediyorlar.”
Koyu kırmızı ve soluk altın rengindeki sonbahar gün batımını seyretmek için küçük çardağa oturdular. Menekşe rengi dumanın örtü misali kapladığı çatıları ve çan kuleleri hafif karanlıkta kalan Kingsport uzanıyordu sol taraflarında. Saten pürüzsüzlüğünde ve gümüş griliğindeki su ışıl ışıl parlarken uzaktaki sislerin arasında beliren William Adası ise şehri güçlü kuvvetli bir buldok misali koruyordu. Adanın deniz feneri ise sislerin arasından uğursuz bir yıldız gibi göz kırpıyordu ve ona uzak ufuklardaki bir başkası cevap veriyordu.
“Bu kadar güçlü görünen başka bir yer gördünüz mü?” diye sordu Philippa. “William Adası’nı özellikle istediğimi söyleyemem ama istesem de alamayacağıma eminim. Kalenin zirvesinde, bayrağın hemen yanında duran nöbetçiye bakar mısınız? Romantik bir hikâyeden fırlamış gibi görünmüyor mu?”
“Romantik demişken…” dedi Priscilla. “Süpürge çalısı aradık ama bulamadık hiç. Mevsiminde değiliz galiba.”
“Süpürge çalısı!” diye haykırdı Anne. “Süpürge çalısı Amerika’da yetişmiyordu, değil mi?”
“Koca kıtada sadece iki yerde var.” dedi Phil. “Bu yerlerden biri bu park diğeri ise Nova Scotia’da bir yer. Nerede olduğunu unuttum. Meşhur Highland Alayı’nın Siyah Muhafızları burada bir yıl boyunca kamp yapmışlar. Askerler bahar vakti yataklarındaki samanları silkelediklerinde bazı süpürge otu tohumları kök salmış.”
“Ne kadar da hoş!” dedi büyülenmiş Anne.
“Hadi eve Spofford Bulvarı’ndan gidelim.” diye bir öneride bulundu Gilbert. “Zengin soyluların ikamet ettiği güzel evleri görebiliriz. Spofford Bulvarı, Kingsport’un en nezih caddesi. Milyoner olmayanlar buraya ev yapamıyorlar.”
“Hayır yapıyorlar.” dedi Phil. “Benim de sana göstermek istediğim mükemmel küçük bir yer var Anne. Bir milyoner tarafından yapılmamış. Parktan çıkar çıkmaz gördüğün ilk yer. Spofford Bulvarı hâlâ bir köy yoluyken yetişmiş. İnşa edilmemiş, yetişmiş! Bulvardaki evler umurumda değil. Çok yeniler. Ama bu bahsettiğim yer âdeta rüya gibi ve adı… En iyisi görünceye kadar bekle.”
Parkın dışındaki çamlarla püskül misali çevrelenmiş tepeden çıkarken bu yeri gördüler. Tam da zirvenin üzerinde, Spofford Bulvarı’nın düz bir yola doğru tükendiği yerde, iki tarafındaki çamların koruyucu kollarını alçak çatısının üzerine uzattığı beyaz ve küçük bir ev vardı. Kırmızı ve altın renginde asmaların arasındaki yeşil panjurlardan pencereler dışarı bakıyordu. Evin önünde alçak taş duvarlarla çevrili küçük bir bahçe vardı. hâlâ ekim ayında olsalar da bahçe eski usul, mistik çiçekler ve fundalarla süslüydü. Mayıs çiçekleri, kara pelinler, melisalar, mine çiçekleri, petunyalar, çuha çiçekleri ve kasımpatılarla doluydu bahçe. Zikzak örülmüş ufak bir kiremit duvar uzanıyordu bahçe kapısından verandaya kadar. Evin tamamı uzaklardaki bir köy evinden taşınmış gibiydi sanki. Yine de bu evde, en yakın komşusu olan tütün kralının kocaman bir bahçe ile çevrili sarayını kaba saba ve basit gösteren bir detay vardı. Phil’in de dediği gibi bu fark, yapılmış olmakla yetişmiş olmak arasındaki farktı.
“Hayatımda gördüğüm en tatlı yer.” dedi Anne keyifle. “Bana o eski, tatlı, tuhaf sızılarımdan birini yaşatıyor. Bayan Lavendar’ın taş evinden bile daha tatlı ve tuhaf.”
“Özellikle ismine dikkat etmenizi istiyorum.” dedi Phil. “Dış kapının üzerindeki kemere beyaz harflerle ne yazıldığına bakın. ‘Patty’nin Yeri’… Dehşet bir şey değil mi? Hem de Pinehursts, Elmwolds ve Cedarcroftsların bulunduğu bir bulvarda ‘Patty’nin Yeri’ olmak! Bayıldım!”
“Patty’nin kim olduğunu biliyor musun peki?” diye sordu Priscilla.
“Patty Spofford’un bu evin