Adanın Kızı Anne. Люси Мод Монтгомери

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Adanın Kızı Anne - Люси Мод Монтгомери страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Adanın Kızı Anne - Люси Мод Монтгомери

Скачать книгу

bakıyorlardı. Gilbert ve Charlie görünürlerde yoktu.

      “Bir Sloane’u görme ihtimalinin beni mutlu edeceği aklımın ucundan geçmezdi.” dedi Priscilla kampüsten geçtikleri sırada. “Ama Charlie’nin pörtlek gözlerini sevinçle karşılardım. Onun gözleri en azından tanıdık gözler.”

      “Ah!” diyerek iç çekti Anne. “Kayıt olmak için ayakta sıramı beklerken nasıl hissettiğimi tarif edemem. Kocaman bir kovanın içindeki en minik su damlası misali önemsiz hissediyordum kendimi. Böyle hissetmek yeterince kötüyken asla ama asla önemsiz dışında bir şey olamayacağımı hissetmenin tüm ruhuma işlemiş olması ise dayanılmaz. Kendimi böyle hissettim işte. Sanki görünmezmişim de ikinci sınıflar üzerime basacakmış gibi geldi. Hiç kimse arkamdan ağlamadan, beni onurlandırmadan ve bana ağıt yakılmadan mezarıma gömülürdüm herhâlde.”

      “Gelecek yıla kadar bekle.” diye teselli etti arkadaşını Priscilla. “O zaman biz de herhangi bir ikinci sınıf kadar sıkılmış ve çokbilmiş görünmeyi başaracağız. Önemsiz hissetmek elbette ki çok korkunç ama benim gibi kocaman ve tuhaf hissetmekten daha iyi bence. Sanki tüm Redmond’a yayılmışım gibi… Ben de kendimi işte böyle hissettim. Sanırım kalabalıktaki herhangi bir kişiden en az beş santim uzundum. İkinci sınıflardan birinin üzerime basmasından korkmadım. Beni fil ya da patatesle beslenmiş aşırı gelişkin bir adalı zannetmelerinden korktum.”

      “Sanırım asıl sorun büyük Redmond’ın küçük Queens olmamasını kabul edemiyor oluşumuz.” dedi Anne, ruhunun çıplaklığını eski ve bilindik neşeli felsefesinin kırıntılarını bir araya getirerek kaplamaya çalıştı. “Queens’ten ayrıldığımızda herkesi tanıyorduk ve kendimize ait bir yerimiz vardı. Sanırım Queens’te bıraktığımız yerden Redmond’a devam edeceğimizi düşündük bilinçaltımızda. Şimdi ise zeminin ayaklarımızın altından kayıp gittiğini hissediyoruz. Şu anki hâletiruhiyemi Bayan Lynde’in ya da Bayan Elisha Wright’ın bilmiyor ve asla bilemeyecek olmaları beni memnun ediyor ‘Ben demiştim’ diye övünürler, sonun başlangıcının geldiğini düşünürlerdi. Hâlbuki daha başlangıcın sonundayım.”

      “Kesinlikle. İşte bu tam Annelik bir söz. Kısa süre içinde ortama alışır, insanlarla tanışırız ve her şey iyi olur. Peki karma eğitimcilerin giyinme odasının kapısının önünde bütün sabah tek başına duran kıza dikkat ettin mi? Yamuk ağızlı kahverengi gözlü güzel kızdan bahsediyorum.”

      “Evet, fark ettim. Özellikle dikkatimi çekti çünkü benim hissettiğim kadar yalnız ve arkadaşsız görünüyordu. Benim yanımda sen vardın ama onun yanında kimsesi yoktu.”

      “Sanırım kendini yapayalnız hissediyordu. Birkaç kez bize yaklaşmak ister gibi bir hareket yaptığını gördüm ama yine de hiç yaklaşmadı. Galiba çok utangaçtı. Ben de onun gelmesini isterdim. Eğer az önce bahsettiğim şekilde kendimi fil gibi hissetmeseydim ona ben yaklaşırdım. Ama o oğlanlar merdivende uğuldarken koca koridorun karşısına ağır aksak yürümeyi göze alamadım. Bugün gördüğüm en güzel birinci sınıf öğrencisiydi. Ne var ki Redmond’daki ilk gününde iyi olmak aldatıcı, güzel olmak boşunadır gibi geliyor bana.” diyen Priscilla sözlerini bir kahkaha ile sonlandırdı.

      “Öğle yemeğinden sonra Eski St. John Mezarlığı’na gideceğim.” dedi Anne. “Bir mezarlığın neşelenmek için uygun bir yer olmadığını düşünsem de ağaçların olduğu tek yer gibi geliyor ve benim de ağaçlara ihtiyacım var. O eski taşlardan birinin üzerine oturur, gözlerimi kapatır ve Avonlea ormanlarında olduğumu hayal ederim.”

      Ne var ki Anne bu söylediğini yapmadı. Çünkü Eski St. John’da gözlerini dört açmasını gerektirecek ilginç şeyler vardı. Giriş kapılarından içeri yürüdüler ve İngiltere aslan ambleminin üzerinde yükseldiği taştan yapılma devasa kemerin altından geçtiler. Anne ürpererek baktı. Daha sonra kendilerini rüzgârların hırlamayı sevdiği loş, serin ve yeşil bir yerde buluverdiler. Çimlerin uzadığı mezarların arasında ileri geri yürüyüp insanların şimdi olduğundan daha fazla boş vakte sahip olduğu zamanlarda kazınmış tuhaf mezar yazılarını okudular.

      Burada merhum Albert Crawford Beyefendi’nin naaşı bulunmaktaydı, yazısını okudu Anne eskimiş bir gri mezar taşının üzerinde. Uzun yıllar majestelerinin Kingsport’taki mühimmat muhafızı olarak görev yaptı. 1763 barışına kadar orduda hizmetlerde bulunduktan sonra sağlık sorunları sebebiyle emekliye sevk edildi. Cesur bir subay, çok iyi bir koca, çok iyi bir baba ve çok iyi bir dosttu. 29 Ekim 1792’de, 84 yaşında vefat etti.

      “Bak senin için de bir mezar kitabesi var Prissy. İçinde de kesinlikle hayal gücüne yer var. Böyle bir hayat nasıl maceralarla doludur kim bilir! Şahsi özelliklerine gelince, eminim methiyeler fazlasını belirtemiyordur. Merak ediyorum, acaba ona hayattayken bütün bu şeylerin ‘çok iyisi’ olduğunu hiç söylemişler midir?”

      “Bir tane daha var.” dedi Priscilla. “Dinle bak…”

      22 Eylül 1840’ta 43 yaşında vefat eden Alexander Ross’un hatırasına. 27 yıl boyunca sadakatle hizmet verdiği kişiden, en büyük güveni ve bağlılığı hak etmiş arkadaşından bir sevgi hatırası olarak yazılmıştır.

      “Çok güzel bir mezar yazısı!” dedi Anne düşünceli bir şekilde. “Daha iyisi olamazdı herhâlde. Hepimiz bir şekilde hizmetkârız. Eğer gerçekten sadık olduğumuz mezar taşımıza kazınıyorsa daha fazlasına da gerek yok. Baksana hüzünlü, küçük bir taş var burada Prissy: En sevilen evladın hatırasına. Burada da var bir tane: Başka bir yerde gömülmüş olanın hatırasına dikilmiştir. Bu bilinmeyen mezarın nerede olduğunu merak ettim doğrusu. Hakikaten Pris, günümüzün mezarlıkları asla bunun kadar ilginç değiller. Sen haklı çıktın. Buraya sık sık geleceğim. Şimdiden sevdim bu yeri. Burada yalnız olmadığımızı görüyorum. Yolun sonunda aşağıda bir kız var.”

      “Evet. Sanırım o kız bu sabah Redmond’da gördüğümüz kızın ta kendisi. Onu beş dakikadır izliyorum. Yaklaşık on kez bu yoldan yürümeye davrandı. En az beş kez de geri dönüp aşağı yürüdü. Ya korkunç derecede utangaç ya da vicdanında bir şey var. Hadi gidip onunla tanışalım. Sanırım bir mezarlıkta tanışmak Redmond’da tanışmaktan daha kolay.”

      Koca bir söğüdün altındaki gri taşın üzerinde oturan yabancıya doğru yürüdüler uzun çimlerle kaplı patikadan geçerek. Kesinlikle çok güzeldi. Capcanlı, sıra dışı ve büyüleyici türde bir güzelliğe sahipti. Saten pürüzsüzlüğündeki saçlarında kestane ışıltısı vardı. Yuvarlak yanaklarında ise yumuşak, olgun bir parlaklık vardı. Tuhaf bir keskinliği olan siyah kaşlarının altındaki iri gözleri kahverengi ve kadifemsiydi. Yamuk ağzı da gül pembeliğindeydi. Şık kahverengi takımının altında modaya uygun küçük ayakkabıları göz kırpıyordu. Donuk pembe renginde hasırdan şapkası altın-kahverengi gelinciklerle çevrelenmişti. Şapkacı dükkânındaki bir sanatçının tanımlanamaz ve şaşmaz “tasarımını” andırıyordu. Priscilla iğne gibi batan ani bir farkındalıkla kendi şapkasının köydeki şapkacı tarafından yapıldığını hatırladı. Anne ise Bayan Lynde’in biçip kendisinin diktiği bluzun, yabancının şık kıyafetleri ile kıyaslandığında oldukça köylü ve ev yapımı olduğuna dair rahatsız edici bir hisse kapıldı. Bir an için iki arkadaş geriye dönmek ister gibi oldular.

      Ne var ki çoktan gri taşa doğru yürümeye başlamışlardı.

Скачать книгу