Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın. Yasin Topaloğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın - Yasin Topaloğlu страница 6
Şehir efsaneleri seslendiriliyor halk arasında.
Aynen efsane gibi. Birçok kişi; İsmet Paşa’nın Millî Mücadele’ye geç katıldığını, önemli bir dönemde Ankara’da olmadığını; Garp Cephesi komutanı olmakla birlikte Millî Mücadele’nin askerî boyutunda önemli bir rol üstlenmediğini hatta Kütahya Altıntaş’ta ordunun bozulmasına İsmet Paşa’nın sebep olduğunu, meclisin buna isyan ettiğini; Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın orduyu hızla Sakarya’nın gerisine çektiklerini, aksi taktirde İsmet Paşa’nın Altıntaş bozgunu ve Eskişehir’in düşmesinden sonra çok büyük bir lojistik probleme sebebiyet vereceğini; Sakarya Savaşı’ndan sonra ise Garp Cephesi’nin önemli bir işlevinin kalmadığını, Mustafa Kemal’in başkomutan olarak ordunun idaresini devraldığını, 26 Ağustos’taki Büyük Taarruz’un hazırlık ve planlarının en ince detaylarına kadar Fevzi Paşa’nın Genelkurmay başkanlığı sırasında hazırlandığını, bunun icracısının da doğrudan doğruya Atatürk’ün kendisinde olduğunu; İsmet Paşa’nın Millî Mücadele’de bir asker olarak büyük bir faydasının söz konusu olmadığını; Atatürk’ün inkılaplarının zaten onun eşsiz dehasının ürünü olduğunu ve bu konuda İsmet Paşa’ya ayrıca bir hisse çıkarmanın söz konusu olamayacağını söylüyordu. 1937’de Bayar başbakan yapıldı. Çünkü özellikle ülkenin ekonomik durumu ile ilgili Atatürk’ün şikâyetleri söz konusuydu, gidişattan muzdaripti. Bayar’ın böyle bir isyanla iş başına getirildiği düşünülüyordu. İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanlığına seçilmesinde Bayar çok büyük bir rol oynamıştır.
Olumlu anlamda bir rol mü bu?
Evet, çok olumlu. İsmet İnönü 10 ay sonra Bayar’ı başbakanlıktan aldı. Ayrıca Şükrü Kaya gibi, Tevfik Rüştü gibi Atatürk’e son derece yakın bakanların, Bayar’ın kurduğu kabineye girmesini engelledi. Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Kaya gibi bazı isimlerin, “Bayar bizi almadı, 10 ay sonra da aynı akıbet kendi başına geldi.” dedikleri iddia edilmiştir. Bu şekilde İsmet İnönü cumhurbaşkanı olur olmaz sadece paradan Atatürk’ün resmini kaldırmakla kalmadı, Atatürk’ün ne kadar yakını varsa bakan seviyesinde olsun, milletvekili seviyesinde olsun, bunlar tam anlamıyla tasfiye etti. İsmet Paşa, “İsmet” isminin masumiyet anlamına geldiğini vurgulamıştır. Önceki dönem masum değilmiş gibi kendi devrini “İsmet Devri” olarak tanımlamıştır.
Halk nezdinde bunun karşılık bulacağını mı düşünüyordu acaba?
Halk, “Geldi İsmet, kesildi kısmet!” diye, özellikle 1960’tan sonra böyle bir mukabelede bulunmuştur. Hâlâ üzerinde tartışılması gereken bir durumla karşı karşıyayız. Tarihî gerçekler böyleyken nasıl oldu da 1950’li yıllarda Bayar âdeta Atatürk düşmanı, İsmet Paşa ise Atatürkçü, Atatürkçülüğün, Kemalizmin temsilcisi hâline geldi? Bu soru önem taşımaktadır. Burada bir iki cümle ile tamamlayacağım. Tekrar 1938 öncesine dönüş lüzumunu hissediyorum. Esasen Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa ilişkileri pürüzsüz değildir. Özellikle aradaki anlaşmazlıklar giderek artmıştır ve Atatürk son yıllarında, devrim demokrasisi ile İsmet Paşa ittifakının arasında bir izolasyon içerisine alınmak istenmiştir. Bunları bu sohbet içerisinde sırası geldiğinde tartışabiliriz. Türkiye de bunları görecek, tartışacaktır. Birincisi budur. İkinci konu da fevkalade önemlidir. Gerçi gerekçelerine ve içeriğine tam olarak katılmamakla birlikte, merhum Attila İlhan’ın son derece önemli bir tespitini de burada ifade ederek bu konuyu şimdilik, hiç olmazsa noktalı virgülle bitirebiliriz. Attila İlhan, bilindiği gibi Kemalizmden hazzetmez. “Kemalizm aslında İnönizmdir ve gerçek Mustafa Kemal’le, gerçek Atatürk’le bir irtibatı yoktur.” demiştir. Bana göre de bu fevkalade doğrudur. Hemen şu hususu buna ekleyelim: Aslında Türkiye’de uzun yıllar İsmet İnönü ile Atatürk’ün bir bütünlük içerisinde görülmüş olmasının sebebi, 1930’lu yılların ortalarında bugünkü devletin zirvesinde, demokrasinin içerisinde ortaya çıkan Atatürksüz Atatürkçülük çerçevesinde “Atatürk’ü çok büyütelim” anlayışıdır.
Muhtevasını boşaltarak tabii…
“Muhtevasını da boşaltalım ve o muhtevayı biz yeniden kendimiz dizayn edelim, kendimiz yazalım.” diye düşünülmüştür. Bu düşünce o dönemin egemen bürokrasisine hâkimdi. Egemen kesimler kendi tercihlerini, kendi ideolojilerini Atatürkçülük kisvesi altında söyleme alışkanlığına sahiptir. İsmet Paşa’nın 1938’deki seçimde çok büyük bir ekseriyetle hemen cumhurbaşkanı olması ve 1950’den sonra da bahsettiğim şekilde Bayar’ın neredeyse Atatürk düşmanı, İsmet Paşa’nın ise Atatürk’ün tek temsilcisi hâline gelişi, bana göre Türkiye’de Atatürkçülüğün devamını değil, Atatürkçülükten kopuşu simgeleyen bir gelişmedir. Bu durum adı Atatürkçülük olarak konan bir sürü askerî müdahaleye gerekçe teşkil etmiştir. Hâlâ da günümüzde devam eden, Mustafa Kemal Atatürk’ü yansıtmayan bir İnönizm söz konusudur. Hâlbuki aralarında ciddi bir ayrılık vardır. Cumhuriyet’in kuruluşu, İstiklal Savaşı, Atatürk’ün 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışı gibi olayları alalım, bunların hiçbirinde İnönü’nün önemli bir rolü yoktur. Özellikle de Hatay konusundaki ihtilaf, Atatürk ile İsmet İnönü anlaşmazlığını derinleştirmiş ve İnönü’nün başbakanlıktan alınmasına kadar varmıştır. Bu son derece ilgi çekicidir. Mutlaka bunun üzerinde durulması gereklidir. Buna arkeolojik bir çalışma denilebilir. Biz İnönizm kalıntılarını temizleyerek, onu Mustafa Kemal Atatürk’ün üzerinden sıyırarak Atatürk gerçeğine varmak mecburiyetindeyiz. Bu sevilir sevilmez, benimsenir benimsenmez, ayrı bir mesele. Ama sürekli Atatürk diye, Mustafa Kemal diye, Kemalizm diye, Atatürkçülük diye vurgu yapılıyor ama ortada Atatürk yok, sadece İnönizm var. Bu çarpıklığın artık kökünden çözülmesi gerekiyor. Herkes buradan istediği neticeyi çıkartabilir hatta ve hatta “İsmet Paşa, Atatürk’ten daha büyük bir devlet adamıydı.” diye düşünenler vardır. Türkiye’de böyle, dışarı duyurulmamış düşünceler de söz konusudur. Bunlar da gayet rahatlıkla ifade edilebilir. 1967’de İsmet İnönü’nün, Milliyet’ten Abdi İpekçi’ye verdiği ve kitap olarak da basılan bir röportajı vardı. Orada İsmet Paşa’nın, “Özellikle son dönemde Atatürk akşam genellikle içki masasındaydı, gündüz gittiğim vakit bazen küvete girmiş olurdu ve beni o vaziyette kabul ederdi. Âdeta Mustafa Kemal akşam içkili, sarhoş, gündüz de mahmurdu, devleti o dönemde ben idare ettim.” gibi düşünceleri de vardı.
Bir ima söz konusu. İmanın ötesinde de açıkça buna benzer yaklaşımları ortaya koyan sözleri de var. Yeniden ilkokul yıllarına dönmeden önce şunu sormak istiyorum: Mustafa Kemal’in gerek 1923 öncesinde, Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı süreçte ve gerekse 1923’ten sonra Cumhuriyet’in kurulması aşamasında birlikte olduğu insanların büyük bir bölümü, ya Mustafa Kemal tarafından ya da yakın çevresinin politikaları, yaklaşımları, siyaset etme biçimleri sebebiyle tasfiyeye uğruyor. Kurtuluş Savaşı başlarken veya Cumhuriyet kurulurken yanında bulunan aktörler sonrasında Mustafa Kemal’in etrafında durmuyorlar. Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü arasında yine bu süreçten önce ve sonra psikolojik