Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın. Yasin Topaloğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aydın Menderes Anlatıyor: Gölgede Bir Şey Kalmasın - Yasin Topaloğlu страница 7
Duyarlı davranarak, rakı sofrasındaki dostlarını iktidar erkininin içine sokmamıştır.
Atatürk’ün rakı sofraları son derecede ciddi sohbetlere de zemin olmuştur. Mustafa Kemal, belki rakı sofrası dediğiniz yere gitmeden önce veya onu erken dağıtarak ciddi insanlarla beraber olmuştur diye düşünüyorum. Bu kişileri rakı sofralarına Atatürk’ün davet edip etmediğini de araştırmak gerekir. Ayrıca oraya dönemin şairi, âlimi de geldi hatta orada bir kara tahta bulunurdu. Orada çeşitli konuları tartıştıklarını da biliyoruz.
Bu kadar kolay tasfiye eden veya çevresini dönüştüren bir lider niye İsmet İnönü karşısında bir anlamda edilgin kalmıştır?
Çok doğru, bunun üzerinde durmalıyız. Şimdi bir kere şu kombinasyona burada girmemiz gerekiyor. Baştan beri Mustafa Kemal’in İsmet Paşa tercihi, İsmet Paşa’nın çok üstün vasıflarından kaynaklanmaz. İsmet Paşa’nın bir asker olarak hiçbir önemli başarısını bilmiyoruz. Hâlbuki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu fevkalade başarılı komutanlar, paşalar çıkardı. Hatta 1918 yılı itibarıyla savaştaki ünleri Mustafa Kemal’inkinden bile fazla olan paşalar bulunduğunu kabul etmemiz gerekiyor. İstiklal Savaşı’nda da biz aşağı yukarı bunu gördük. Mustafa Kemal, yaşadığı devrin her alandaki vasıflı insanlarıyla çalışmak istemiştir, vasıflı insanlar seçmiştir. Ama diğer taraftan da bizim bin yıllık merkeziyetçi geleneğimizin bir tezahürü olarak, o dönemin şartları içerisinde belki yadırgamayacağımız bir şekilde, kendi başına şöhreti olan ve kendisine karşı çıktığı takdirde problem yaratabilecek insanları da uzağında tutmaya çalışmış, bunları siyaset dışı bırakmaya gayret etmiştir. Bunu biliyoruz. Kâzım Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ile başlayan süreci de biliyoruz. Ayrıca ikinci bir grubun tasfiyesi de söz konusu. Bunların arasında fevkalade faziletli ve aynı zamanda dirayetli insanlar olduğunu da biliyoruz. Bunlar da bir şekilde tasfiyeye uğradılar. Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’yı tercih etmesi, doğrudan doğruya bu dişli kişilerle kendi arasına bir mesafe koyma, kendi sözünden hiçbir zaman dışarı çıkmayacak olan bir zatı önemli görevlerin başına getirme düşüncesidir. Bu suretle kendi tercihlerini çok daha kolay uygulatmayı, o kişiyi önemli görevlerde tutarken başkalarının o görevleri üstlenme ihtimalini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. İsmet Paşa’yı, diğerlerini dengelemek, önemli görevlerden uzakta tutmak için tercih etmiştir. Bir bakıma İsmet İnönü’nün mistifikasyonunu başlatan kişinin Mustafa Kemal olduğunu da söylememiz gerekir.
İsmet İnönü, kendi gücü veya kabiliyetinden ziyade, Mustafa Kemal’in hedeflerine ulaşmasını destekleyen bir aktör olarak mı anlaşılmalı?
İsmet Paşa’dan fevkalade farklı bir mizaca, geçmişe, dirayete, beceriye sahip olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Genelkurmay başkanlığında tutulmuş olmasının da aynı sebebe bağlı olduğunu söylemekte çok fazla mahsur görmüyorum. Arada önemli farklılıklar olsa bile.
Atatürk açısından bir fark yok ama.
Yok, sebep aynı. Genelkurmay başkanı olacak asker o anda vardı, yoktu tartışmasına girmiyorum ama başvekil olacak insan çok daha farklı olabilirdi. Devrimlerin yapıldığı süreç İsmet İnönü’nün Başvekalette olduğu döneme rastladığı için, İsmet Paşa ile Atatürk arasındaki idari simetri bozulmaya başlamıştır. İsmet Paşa, bir şekilde, Atatürk’e “Ya ben ya diğerleri!” diyebilecek bir konuma kendiliğinden gelmiştir. Böylece İsmet Paşa’ya rakip olabilecek Rauf Orbay’ından Kâzım Paşa’sına kadar birçok kişiyi Atatürk karşısına almıştır. Mustafa Kemal, bazı sivil kökenli devlet adamlarına güvense de onların başbakanlık görevini yürütebileceklerinden şüpheye düşmüştür. İsmet Paşa’yı kullanırken, daha sonra onu dengeleyebileceği kişileri, unsurları da bu süreçte kendi eliyle tasfiye etmiştir. Onlardan birisi de Kâzım Paşa’dır. Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet Paşa ona iade-i itibarda bulunmuştur. Şimdi burada bir Serbest Fırka olayı var. Atatürk’ün, İsmet Paşa’dan kurtulmak için yakın arkadaşı Fethi Okyar’a bu partiyi kurdurduğu düşünülür. Fakat millet bu partiyi çok ciddiye almıştır. Fethi Okyar, İsmet Paşa’ya dönüp, “İstediğiniz tercihi yapabilirsiniz ama benim gitmemle kalmam Nisan’a kadar da uzar, devrimlere kadar da uzar.” diyebilecek bir güce erişmiştir. Ayrıca şöyle bir anekdot anlatılır: Mustafa Kemal, aralarında İsmet İnönü ve Fethi Okyar’ın da olduğu arkadaşlarıyla briç oynamaktadır. O sırada Mustafa Kemal’in bardağının altına yerleştirilmiş şekilde bir telgraf metni gelir. Bu yazı şifreli bir telgrafın çözülmüş şeklidir ve Şeyh Sait İsyanı’nı haber vermektedir. O tarihte, 1924-25 civarında, Fethi Okyar başvekildir. Mustafa Kemal etrafındakilere “Şimdi iki insanın, iki devlet adamının, İsmet İnönü ile Fethi Okyar’ın farkını size göstereceğim.” der. Telgrafı alır, Fethi Bey’e gönderir. Fethi Bey okur, cebine koyar, briç oynamaya devam eder. Hemen bir kopyasını da İsmet Paşa’ya gönderir, İsmet Paşa onu okur, telaşla ayağa kalkar; hemen bir sigara yakar, masanın etrafında dolaşmaya başlar. Ertesi gün Fethi Bey başvekillikten alınır, yerine İsmet Paşa gelir ve böylece Mustafa Kemal’in kaderi İsmet Paşa ile bütünleşmeye başlar. İsmet Paşa da bunu yavaş yavaş Mustafa Kemal’e karşı kullanır. İsmet Bozdağ’ın anlattığına göre Atatürk, 1933’te Yalova’da bir olaydan dolayı İsmet Paşa’yı azarlar. Görevden alınacağı bellidir. İsmet İnönü, odasına çekilirken Salih Bozok’u bulur ve “Aman, sabaha kalırsam bu iş biter, ne yapıp edip beni yanına sok!” der. Böylece Atatürk’ün yanına girer, orada ne olursa olur, ertesi gün görevine devam eder.
1937’ye gelindiği vakit artık İsmet İnönü bürokrasi içerisinde Atatürk’ten güçlüdür. Atatürk misyonunu tamamlamıştır hatta Atatürk ne yapacağı önceden kestirilemeyecek, devleti birtakım maceralara sokabilecek bir insan olarak gözükmeye başlamıştır. “Evet, Türkiye her şeyini Atatürk’e borçludur ama Atatürk’ün eserinin devam etmesi ancak İsmet Paşa ile mümkün olacaktır.” yönünde bir anlayış vardır. Dolayısıyla o tarihlerden itibaren Türkiye’nin İsmet Paşa’ya olan ihtiyacı Atatürk’e olan ihtiyacının önüne geçmiştir. Böyle bir düşünce yavaş yavaş uyanmaya ve benim biraz önce söylediğim bir izolasyon olayı kendisini hissettirmeye başlamıştır. Hem de o ana kadar hiçbir şeye itiraz etmemiş olan İsmet Paşa, Hatay gibi bir konuda Atatürk’e itiraz edince fikir ayrılığı büyür. Bu olay şöyle gelişmiştir: Atatürk’ün sofrasına İsmet Paşa geç gelir, uzakta bir yere oturur; Ulus gazetesini çıkartıp okur. Tamamen aldırmaz bir havadadır. Hatay meselesini Atatürk açınca İsmet Paşa da Atatürk’e dönüp, “Ne vakte kadar memleket meseleleri içki masasında konuşulacak!” diyerek kendisinden hiç beklenilmeyecek bir ifade kullanır. Atatürk önce şaşırır, “Cumhuriyet’i bile işte, hep beraber bu masada ilan etmedik mi önemli kararları hep burada almadık mı?” dese de keyfi kaçar. Bir süre sonra da yemeği dağıtır. Yine İsmet Bozdağ’ın yazdıklarına göre, bu olaydan sonra Atatürk Fevzi Paşa’yı çağırır. Bir soru işareti Atatürk’ün zihnine ve beynine yerleşmiştir: “İsmet Paşa’nın güvendiği bir şey olmasa bana bu şekilde hitap edemez, bu şekilde kafa tutamaz. Ben onu kendimden iyi tanıyorum, her şeyini bildiğim bir adam. Buna rağmen böyle davranıyorsa kendisinin bildiği, benim bilmediğim bir güç var İsmet Paşa’nın arkasında.” İşte böyle tereddütte düşer. Eğer hatırlanacak olursa daha sonra hem Celal Bayar’ı