Kara Melekler. Francois Mauriac
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kara Melekler - Francois Mauriac страница 6
Hiçbir şey bende nişane bırakmamış mıydı? Fakat hakikatte Mathilde aldanmıyordu: Beraber oynadığımız zamanlarda dahi ben bugünkü kadar mahvolmuştum: yaşımın saflığı bunu örtüyordu… Hayır, ben değişmemiştim; sonra ne yapabilmişsem, hakiki çehreme, ezelî çehreme bir şey ilave etmemiştim.
“Sende hasta hâli yok… Fakat bu olmalı… Evet, biliyorum. Seyahatim esnasında senin radyografini gördüm, ben şimdi hekimlikte malumatlıyım! Bu kadar sıhhatli görünmen, fevkalade bir şey!”
Hararetimi sordu ve her akşam derece koymadığıma darıldı. Beraber hareket ettik. Çok çam ağacı devrilmişti. Tanıdığımız gizli köşeleri kesmişlerdi. Evvelce Balion deresine varmak için sık ormanlıklardan geçmek iktiza ederdi. Akçaağaç ve meşelerin karışık dalları altından akan dere, şimdi apaçık görünüyor; ağaç kökleri ve kabuk parçaları dolu çıplak arazi içinde titriyordu. Mathilde:
“Hiç olmazsa Balion değişmemiştir. Top ateşinin ve gazların derelere bir şey yapabileceklerini zannediyor musun? Akan suya bir şey yapılamaz.”
“Evet, küçük çocuğum – ona daima küçük çocuğum demiştim – onu zehirliyebilirler… Bak bizim siperimiz hâlâ duruyor.” Burası yaban güvercinlerini tüfekle avlamak için saklı bir yerdi. Eski zamanda gibi oraya girdik. Mathilde’in hatrına fenalık getirmediği bu tenhalıktan istifadeye kalkmayı artık düşünmüyordum. Her vakit tatilleri aynı köyde geçiren çocuklar gibi yine birbirimizi bulmuştuk: Sadece omuz omuza dayanıyorduk. Ve tekrar, büyük sükûnet, kuru ot kokuları içinde hüviyetimde bilgisini kaybettim. Yüzümde nişan bırakmamış olan işlerimin ruhumda da yer bırakmamış olduğunu zannedebilirdim. Belki de bu küçük Mathilde ikimiz için de masumiyet vardı. Birkaç saniye mesut oldum. Evet, bununla beraber ben saadetin ne demek olduğunu bilirim. Ta ki Mathilde söze başladı:
“Ben Adila’yı çok değişmiş buldum. Tanınmayacak hâle gelmiş: Âdeta ihtiyar olmuş.”
Cevap vermedim. Yağmur taneleri siperimizin otlarına ve yapraklarına vuruyordu. Yanı başımızda bir kuş boğazını yırtarcasına ötüyordu. Adila’yı düşünmemek! Adila’yı düşünmemek! Fakat gayretlerime rağmen bundan böyle o aramızda duruyordu. Mathilde benim ne ile meşgul olduğumu soruyor ve nereden para kazandığımı öğrenmek istiyordu. İhtiyatla ve gizli titreme içinde cevap veriyordum. O işler içinde yoğurulmuş tecrübeli küçük bir kızdı. Bizde bunlardan çok bulunur. Fakat ben bulmakta çok zahmet çekiyordum. Bereket versin yaptıklarımın bazıları söylenebilirdi. O zamanlar ne olsa satın almak ve bir ay sonra büyük bir kârla satmak kabildi. Mathilde yüzünü ekşitiyordu. O buna “ahlaka aykırı vasıtalara başvurarak yaşamak” diyordu.
Bana sordu: “Liogeats’e dönmek ve burada yaşamak için Paris’i terk etmeyi hiç düşünmedin mi?”
“Liogeats’te ne yapacaktım?”
“Ben bilmem… Sen ara bul…”
Siperin gölgesinde gözlerimiz karşılaştılar. Artık yağmur yağmıyordu. Islak toprak bizi kokusu ve soğuğu ile kuşatıyordu. Lakin biz sıcak duruyorduk. Onun bana ne teklif ettiğini biliyordum. Anlıyordum… Çok geç! Yahut ki Adila’yı feda etmeli… Bir de onu feda etmek olmayacaktı.. O artık beni sevmiyordu. Onun nazarında evlenmemiz yapılan hatayı tamirden başka bir şey değildi. Bana karşı bir şey yapamazdı.
“Mesela sen benim arazimle meşgul olabilirdin…”
“Ne sıfatla?”
Lakırtıyı değiştirdi, Brighton’dan, torpillenmiş bir gemide anası babası ölmüş iki Avustralyalı kız dostundan bahsetti. Birdenbire Fransa’ya niçin geldiğini biliyor muyum diye sordu. Amcazadelerinden biriyle bir evlenme tasavvuru mevzubahisti. Symphorien Debats kendinden yirmi yaş büyük idi. Fakat ebeveyni hayatta iken de Mathilde’in arazisiyle meşgul oluyordu. Biraz heyecan gösterdim.
“Henüz karar vermedim. Ancak ihtimale göre hayır diyecek olursam o kadar minnettar olduğum bir adama mektupla bunu haber veremem…”
Yağmur tekrar başlamıştı. Eve doğru koştuk. Çocukken yaptığımız gibi onun elini almıştım. Fakat şimdi o benden fazla koşuyordu. Böylece karanlık avluya girdik. Fırtına hafifçe gürlüyordu. Bir koltuğun üstüne atılmış bir hasta bakıcı mantosu gördüm.
“Adila gelmiş.” dedi Mathilde. “Onu çağırmaya cesaretim yok. Benden kaçıyor gibi görünüyor… Bana gücenecek sebepleri var mı, biliyor musun? Belki ona yeterli derecede yazmamış olduğuma kızmıştır. Herhâlde biz o kadar samimi değildik! Ne vakit evlenecek olursam nihayet kendi evimde yaşayabileceğim…”
“Şato ayrılamıyor mu?”
“Ben çıkmak istiyorum. Zaten şatoyu sevmiyorum. Eğer Adila onu almak isterse…”
“Mösyö Desbats’ın meydandaki ikametgâhı çok fenadır.”
Titrek bir sesle “Mösyö Desbats’ın evinde yaşamanın mevzubahis olmadığını” söyledi. Her fırtınada olduğu gibi elektrik sönmüştü. Biz ayakta idik ve etrafımızda akşam karanlığı içinde bu sel akıntısı vardı. Üst katta gezindiklerini işitiyorduk. Çılgın ve akılsızca bir arzunun pençesinde idim. Hemen Adila ile konuşmak ve onu derhâl baştan atmak… Kararsızlık içinde bir an daha kalmanın imkânı yok: Nihayet yolum serbest olsun, ben de bahtiyar olabileyim! Bütün bu engelleri bertaraf edeceğim; şimdiden fikrimde onların üzerine kudurmuş gibi hücum ediyordum. Ya, Aline?
Ancak Mathilde, Adila kadar zengindi… Aline’in ağzını kapayacak kadar para alabilirdim. Lakin hayır, o sefil mahluku benim mahvım için tamamen uğraşmaktan hiçbir şey menedemeyeceğini biliyordum. Bir defa izdivaç yapıldıktan sonra bunu düşünmek için vakit olacaktı. Yalnız bahtiyarlık bu umulmadık saadet Aline’i sükûta, ebedî bir sükûta kavuşturmak için bana cesaret verecekti. Evet, birdenbire bu muayyen dakikada bu köy avlusunda çabuk çabuk nefes alan bu genç kızın yanı başından başka bir cürüm işlemenin hakkını kazanmak için bu son cinayete karar vermiştim. Bir cinayet daha ve artık tamam olacak.
Gürültü ile yağmur yağıyordu. Fırtına kopuyordu ve bununla beraber ben dünyada yalnız Mathilde’in hafif solumasından başka bir şey duymuyordum. Çekimser ellerim karanlıkta ilerlediler.
O mırıldanarak: “Her vakitten beri!” dedi. “Ya sen?”
Onu kollarımın içine aldım. Başımızın üstündeki ağır ayak sesinden şaşırmıştım: Adila… Hemen Adila’yı baştan defedip kurtulmak… Bir an daha kararsızlıkta kalamazdım. Mathilde’i hafifçe bıraktım ve odasına gidip beni beklemesini söyledim.
Adila’nın yanına bir hırsız gibi kapıyı vurmadan girdim. Tespih çekerek boydan boya geziniyordu: Avluda işittiğimiz gürültü onun bu gezinmesinden geliyordu. Ocağın üzerinde mumlar yanmıştı. Beni görünce sıkıldı ve durdu. Tespihi bileğinin etrafına sarmıştı.
“Yemekten evvel seninle konuşmak istiyordum.” Sesim ne kadar tatlıydı! O kadar ki tatlılığı