Kara Melekler. Francois Mauriac
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kara Melekler - Francois Mauriac страница 8
Siz onu tanırsınız. O zaman da zaten hasta idi. O, amiyane tabirle, hayat içinde boğulmuyordu. Eğer Mathilde benimle evlenmiş olsaydı herhâlde aşkı tanırdı… Şüphesiz uyanış dehşetli olurdu. Lakin birkaç hafta, belki birkaç ay zarfında o, aşkın ne olduğunu öğrenirdi. Onun izdivaç hayatının nasıl olabildiğini anlarsınız. Bununla beraber bir kızı dünyaya geldi. Catherine ismindeki bu çocuk doğduğu vakit kendi yerinde başkasını buldu; gerçi Adila öldükten sonra Mathilde bana bir mektup yazarak küçük Andrés ile kendisinin seve seve meşgul olacağını bildirmişti. Ondan beri daima onun eteği altında yaşadı.
Symphorien Debats beni ilk görüşte anladı. Gerçi hile ve dolaplarıma vâkıf olacak derecede muktedir değildi. O hakikaten benim gibi bir adam tasavvur edemez. Beni sadece alçak takımı gördü. Fakat onu alakadar eden kısımda beni böyle hükmetmesi lazımdı. Kanun, bir koca lehinde bir oğulu mirastan ne kadar mahrum etmeye müsait ise ben Adda’dan o kadar miras yemiştim. Aline’in ısrarları ve itiraf etmeliyim ki sürdüğüm hayat – amma ne hayat – çamlarımdan ne kalmışsa başta en ihtiyarlarını ve sonra en verimli olanlarını kesmeye beni mecbur ettiler. Bir gün Symphorien Debats beni Paris’te ziyarete geldi. Bana arazimi harap ettiğimi ve idare şeklini değiştirirsem bana yeterli bir gelir temin edeceğini söyledi. Öncelikle istediğim bütün parayı bana peşin verdi. Kendi ormanına bitişik olan benim ormanımı satın almak için çevirdiği dolaplardan size bahsetmeyeceğim. Andrés büyüdükçe o bir vasıta kullandı ki şüphesiz beni kendi nazarımda haklı gösteriyordu… (Sanki benim huyumda bir mahlukun böyle bir tecrübeye ihtiyacı vardı! Evet, oğlumdan bahsolunduğu vakit benim buna ihtiyacım vardır…) Özellikle karısı Mathilde’i teskin ediyordu. Çünkü Mathilde bana karşı Andrés’in hukukunu sanki kendi çocuğu imiş gibi koruyordu. Bugün Andrés’i öz kızı Catherine’e tercih ettiğini siz de iyi bilirsiniz. Kocasının benim daima paraya olan ihtiyacımı vesile ederek beni soyduğunu gördükçe ona karşı ne kadar kızdığını hatırlarım.
Fakat Debats arazimi ilk zuhur edecek talibe satmaktan kimsenin beni menedemeyeceğini söyleyerek onu susturdu. Ailenin elinden çıkarmaması daha hayırlı olurdu. Andrés’in zarar görmemesi için onu Catherine’e nişanlamaktan başka yapılacak bir şey yoktu. Bu suretle babası tarafından para karşılığında elden çıkarılmış olan mallarını izdivaç sebebiyle tekrar ele geçirecekti. Bu hesap anlamsız görünmüyordu. Çünkü Andrés ile Catherine, çocukluklarında birbirinden ayrılmazdılar. O hâlde Symphorien Desbats’ın hüsnüniyeti şüphe götürmezdi: Onun araziye muhabbeti ifraz ve taksimlerden dehşetine mucip oluyordu. Bizde de önceleri bu his, akraba arasında birçok izdivaca sebep olmuştu. Kısaca arazinin aile elinden çıkmaması için o bana bedellerini ödüyordu. Andrés de daha sonra bu araziye mutasarrıf olabilecekti.
Bu suretle Debats yavaş yavaş elimdekilerin hepsini almak için karısının ses çıkarmamasını emniyet altına almıştı. Andrés henüz Cernes ve Balizau çiftliklerine mutasarrıftı. Bunları annesinden miras almıştı ve onlarda benim hiç hakkım yoktu. Debats hakikaten çocuklarımızın evlenmelerine karar vermişse niçin Andrés’in elinde kalan bu son parçaya da göz dikmişti? Esasen evlendiği vakit oğlumun getireceği malı teşkil edecek olan bu arazinin mal etmesini temin için niye birçok vergi vermeliydi? İşte itiraf ediyorum ki benim zihnimi karıştıran bu idi. Yarı kötürüm olduğundan beri onun arazi muhabbeti merak derecesine vardığını ve bu hususta hiçbir söz dinlemediğini biliyordum. O hatta çocuklarımızın evlenmelerinin ancak bu iş bittikten sonra yapılabileceğini söylüyor. Velhasıl Andrés’i bunları satmaya ikna etmem için üzerime düşüyordu. Hâlbuki Rahip Efendi, biliyor musunuz, ben ki şimdi tanıdığınız babayım, doğumundan beri ilgi göstermediğim bu çocuk üzerinde çok nüfuzum vardır. O beni hakikatte ondan çaldığım parayı almak için Liogeats’e geldiğim vakit ancak görmüştü. Oğluma da kendimi beğendirdim. O benim son zaferimdir ve diğerleri gibi ondan istifade ediyorum, yalnız onu seviyorum.
Ben ne istersem o yapar, gerçi toprağa o da bağlıdır, fakat alçakça değil. Onda mülkiyet istidadı yoktur ve validesi ona çiftliklere alakadar olma ihsanını vermiştir. Onlarla meşgul oluyor ve Debats’ın garezkârane bir tavırla söylediği gibi onların tarafında bulunuyor… Çünkü kendi isteğiyle Symphorien Debats’ın çiftlik kâhyası olmuştur. Du Buch arazisinin büyük kısmına tasarruf ettiğine kanaat etmeyen bu tilki, bu ailenin son erkek neslini bir hizmetkâr gibi kullanıyor. Andrés buna tahammül ediyor, çünkü kendini şimdiden Catherine’in kocası sanıyor. Bunu kolaylıkla bir hasta merakı diye hayal ettiği cihetle Balizau ile Cernes’in vergilerini arttırmamak için onları müstakbeldeki kayınpederine mümkün olduğu kadar ucuz satmayı kabul edecekti. Desbats bu iş bittikten sonra hemen düğün gününü tayin edeceğine yemin ediyor, fakat ben onları muhafaza etmesini istiyorum Rahip Efendi. Biliyorum ki eğer iş olursa ben bir komisyon alacağım; Debats bana bir kıymet söyledi. Küçük de benim büyük müşkülat içinde olduğumu bildiğinden satış parasını bana avans vermeyi vadetti. Ona yüzde beş vereceğim. Ancak bunun bir tuzak olmadığını ve Andrés’i soyup soğana çevirdikten sonra ihtiyarın onu damat yapacağını kim bana temin eder? Bu adamın vaatleri noterde imza edilmiş olmadıkça ne kıymete haizdir? Yalnız ben her zamankinden ziyade Aline tarafından rahatsız ediliyorum. Senelerce çok emeğim bulundu, fakat ihtiyarlıyorum, aydan aya, haftadan haftaya ihtiyarlıyorum. Ne olursa olsun küçüğü soymayacağım… Balizaou ile Cernes’i elden çıkarmasın. Hiç olmazsa düğününün ertesi gününe kadar saklasın. Bu iyi sıçramak için geri geri gitmeye benzer: Ben komisyonumu ve Andrés’in ikraz edeceği parayı aldıktan sonra artık bekleyeceğim bir şey kalmaz… Debats’a kendimi teslim etmekten başka bir şey kalmaz. O belki Aline’den daha kuvvetli çıkar. Tevdi ettiğim esrarı beni mahvetmek için kullanmasa bile izdivacı yapmamaya bunda bir vesile bulur… Rahip Efendi siz yalnız, siz yalnız…
Bu şeyleri size yazmak ne cesaret! Bu vahşete sonuna kadar tahammül edebileceğinizi zannetmek ne hodbinlik! Mamafih beni okuyacağınızdan, şiddetle ileri gitmekte devam edeceğinizden asla şüphe etmem. Siz ki herkes gibi hükmetmezsiniz. Çünkü dünya adamı değilsiniz, siz ki temeli ve sebebi bilirsiniz, daha doğrusu hakiki illetleri ve derin sebepleri bizim anlamadığımızı bilirsiniz. Bu alçaklığın benim kuvvetimin fevkinde olduğunu, küçük Gabriel Gradére ile onun hayatının başlangıcında ona tayin ve tahsis edilen rol arasında fevkalade nispetsizlik olduğunu anlamışsınızdır. Evet, ben bir rol oynuyorum ki bunun için yaratılmışımdır: İnsani olmayan bu yükün altında eziliyorum. Birinin yardımına muhtacım ve yalnız siz…
I
Kalemini bıraktı, yazdığını tekrar okudu, kalktı. Mavi ipekten parça parça ve lekeli bir gecelik giymişti. Güneş yanığı altında çehresi, beyaz saçlarına rağmen genç görünüyordu. Açık renk gözleri çocukluktan beri değişmemişti. Kirli camlardan mağmum bir ışık giriyordu: Parmakları sıkıştıran ince demir panjurları büsbütün kapamak için tamamen kaybolması sabırsızlıkla beklenen Paris’in bu ışığı… Eşya 1925 senesindendi. Nikelli ve billurlu bu eşyaya, resimli duvarlara hayat bir şey ilave edememişti. Bunların hepsi son parçalarına kadar yeni kalacaklardı. Bununla birlikte bir karışıklık vardı. Hayattan değil, haraplıktan mütevellit bir karışıklık. Soğuk bir yemeğin kalıntısıyla bir tepsi halının üzerinde duruyordu. Her yerde sigara uçları… Birçok günden beri temizlik yapılmamıştı.
Gabriel Gradére kendine yatak hizmetini de gören sedir üzerine uzandı, kendi kendine söyleniyordu: “Niçin yazıyorsun? Bu ufak papaz sana ne yapabilir? Hem onu görmekten seni menederim. Onu tanımaktan seni menederim, onu bizim esrarımıza