Kreutzer Sonat – Niçin?. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kreutzer Sonat – Niçin? - Лев Толстой страница 7
Kadın hukukunu baltalayan şey onların intihap hakkından mahrum olmaları veya hâkimler sırasına geçememeleri değildir. Bunlar bir hak sayılmaz. Kadın ile erkek arasındaki müsavatsızlık kadının istenmeden bir erkeği istemesinin veya boşanmadan ondan ayrılmasının yasak olmasındadır. Daima erkek seçer, beğenir, kadın beğenilir, seçilir; işte müsavatsızlık bundadır. Ne o! Hoşunuza gitmiyor, değil mi? Pekâlâ, öyle ise şimdi de erkeği aynı haklardan mahrum ediniz. Yani elinde tuttuğu ve kadına vermek istemediği hakları onun elinden alınız. Yapabilir misiniz? Fakat kadın hedefe başka yoldan gitmesini bilir; aradaki müsavatsızlığı gidermek için onun en çok güvendiği şey erkeğin hayvani duygularıdır. Erkeği yere vurmak için bu duygular onun elinde bir silahtır. Bu suretle görünüşte seçen erkek olduğu hâlde hakikatte kadındır. Hele kadın bu işin ehli olursa erkeğin başına çıkar ve orada müthiş saltanatını kurar.”
“Bu fevkalade kudrete, bu saltanata siz nerede rastladınız?”
“Nerede mi? Her yerde ve her şeyde! Büyük şehirlerde mağazalara giriniz. Orada akılalmaz, hesaba sığmaz büyük ve ince çalışmaların verimini yığın yığın milyonlar hâlinde bulursunuz. Bu mağazaların onda dokuzunda erkeğe yarar ufak bir şey görebilir misiniz? Hayatta lükse ait ne varsa hepsi onu arayan, onu kıymetlendiren kadınlar içindir. Atölyeleri, tezgâhları birer birer geziniz. Hepsi manasız birtakım kadın süsleri yapmakla meşguldür. Nesil nesil milyonlarca işçi bu manasız kadın hevesleri uğruna mahvolup gitmiştir. Zi-kudret11 kraliçeler gibi kadınlar beşeriyetin onda dokuzunu esir gibi kullanmış, çalıştırmıştır. Bütün bunlar ne için? Erkeklere eş haklar kendilerine verilmediği için. Gizli duygularımıza kurdukları tuzağa biz düştükçe onlar öçlerini almış oluyorlar. Üzerimizde öyle derin bir tesir yapmaya muvaffak olmuşlardır ki yanlarında irademizi kaybediyoruz. Erkek bir kadına bir kere yaklaştı mı sihrine kapılmış demektir. Şuur, muhakeme geçmiş ola!
Ben ne zaman balo tuvaletiyle bir genç kız veya bir kadın gördümse sıkılmışımdır. Şimdi ise bu manzara bana korku veriyor. Bunda erkekler için bir tehlike, tabiata aykırı bir şey görüyorum. Bu tehlikeyi izale için her vakit içimde, polis çağırmak, ondan imdat ummak isteğini duyarım!
Gülüyorsunuz, fakat ben hiç de şaka söylemiyorum. Eminim ki bir gün gelecek -ve o gün belki de pek uzak değildir- o gün herkes birbirine hayretle soracak, ‘Nasıl olmuş da…’ diyecekler, ‘kadınların hisleri gıcıklayarak herkesi baştan çıkaran şekillerle sosyetenin rahatını bozmalarına göz yumulmuş!’ Umumi gezme yerlerinde gezginlerin ayakları altına birer tuzak kurmadan bunun farkı ne? Hatta bu ötekine göre ehven bile kalır.
Size sorarım: Kumarı ve başka şans oyunlarını ne için yasak ediyorsunuz da ondan bin kere daha çok tehlikeli olan bir şeye, kadınların yarı çıplak ortaya çıkmalarına ses çıkarmıyorsunuz?..”
X
“İşte ben de tuzağa böyle düştüm. Adı üstünde âşık olmuştum. Yalnız onu tecessüm etmiş bir mükemmeliyet örneği görmekle kalmıyordum, nişanlı olduğumuz müddetçe kendimi de erkeklerin en iyisi farz ediyordum. Dünyada hiçbir sefih yoktur ki iyisini ararken kendinden kötüsünü bulmuş olmasın. Bakılırsa bu da bir zevk ve gurur kaynağıdır. Benim için de böyle oldu. Ben para için evlenmiyordum. Paraya düşkün değilim. Bildiklerimin pek çoğu bir kızın çeyiz parasını ele geçirmek veya faydalı münasebetler hasıl etmek için evleniyorlardı. Ben zengindim, o ise yoksuldu, gururumu okşayan bir cihet daha vardı; evlendikten sonra eski poligami âdetlerine devam edenler hilafına ben evlenir evlenmez monogamiye riayetkâr olacağıma, kendi karımdan başka hiçbir kadınla münasebet tesis etmeyeceğime yemin etmiştim. Evet, aslında korkunç bir domuz olduğum hâlde kendimi melek sanmıştım.
Nişanlılığımız çok sürmedi. Fakat çok sürmeyen bu zamana ait hatıralarımı da yüzüm kızarmadan aklımdan geçiremem. O ne tatsızlıktı ya Rabbi! Ruhlarımız arasında eğer bir anlaşma olsaydı… Çünkü asıl mesele ruhların yakınlığında, yani insanın perisi hazzetmesindedir; yoksa şehvani muhabbet de değil; evet, eğer perilerimiz hazzetseydi bu duygularımızı konuşa koklaşa birbirimize açar, anlatırdık. Ne gezer! Baş başa kaldığımız vakit konuşmak bizim için bir mesele, bir dertti. Konuşulacak bir mevzu bulup söylemeye başlasam bile yarıda bırakıp susmaya mecbur olur, başka bir mevzu arardım. Konuşacak şey bulamıyorduk. Hayatımızın ilerisine, bir yerde yerleşip oturmamıza ve buna benzer şeylere ait mevzular tükenmiş, bu mevzular etrafında ne söylenmek mümkünse hepsi söylenmişti. Daha ne söylenebilirdi?.. Eğer hayvan olsaydık aramızda konuşulacak bir şey olamayacağını bilir, ona göre hiç sıkılmazdık. İnsan olduğumuz için konuşmamız lazımdı. Fakat birbirimize söyleyecek hiçbir lafımız yoktu. Aklımızdan geçen şeyler konuşmakla hallolunmaya muhtaç şeyler değildi. Bu sessizliği acınacak bir itiyat ile şekerleme filan yiyerek karşılamak; düğün hazırlığı diyerek yatak odası döşemek, karyolalar, gündüzlük, gecelik esvaplar ısmarlamak, tuvalet takımları almak… Nedir bunlar?..
Domostroy kanununa12 göre evlenilecek olursa kuş tüyü yatak takımları, karyolalar, çeyizler, ufak tefek şeylere kıymet vermekle beraber izdivaca bir bakıma kutsiyet verilmiş olur. Fakat bizim telakkimize göre… Biz ki bu işin kutsiyetini bir tarafa bırak -buna ister inanılsın ister inanılmasın, ehemmiyeti yok- evet, bu işin kutsiyetine değil, fakat verdiğimiz söze, ettiğimiz taahhüde onda birimiz bile iman etmeyiz, fakat biz ki ancak ellide birimiz hemen karısına hıyanetlik etmemek metanetini gösteririz, hasılı biz ki bir kadına temellük etmeden evvel kiliseye gitmek mecburi olduğu için mahaza bu şartı yerine getirmiş olmak üzere kiliseye gideriz; bizim gibilere göre bu ufak tefek şeylerin canavarca bir manası vardır. Bunda biz adi, has bir pazarlık buluruz: Açıkçası ahlaksız bir sefihe bir kızoğlankız satılıyor ve bu satım resmî birtakım muamelelerle sarılıp sarmalanıyor.”
XI
“Hepimiz evlendiğimiz gibi işte ben de böyle evlendim. Meşhur balayı başladı. Balayı! Ne bayağı bir tabir! Bir gün Paris’te bir pazar yerinde dolaşıyordum. Bir barakada sakallı bir kadınla bir ‘su köpeği’ teşhir olunuyordu. Sakallı bir herif dekolte bir kadın kıyafetine girmiş, sakallı kadın olmuştu. Ötede bir havuzun içinde de fok derisine sokulmuş bir köpek yüzüyordu. Burada görülmeye değer hemen hiçbir şey yoktu. Barakadan çıkarken patron beni ahaliye göstererek ‘İnanmazsanız…’ dedi, ‘bu mösyöye sorun, içeri girmeye değer mi değmez mi? Haydi bayanlar, baylar girin, girin, içeri girin, adam başına sadece bir frank!’ Ben sıkıldım, herifi yalancı çıkaramadım, o da şüphesiz benim bu duyguma güvenmişti. Balayının tatsızlığını denemiş olanlar da mutlaka aynı duygu ile hareket ederek başkalarının hevesini kırmaya yanaşmıyorlardır.
Ben de kimsenin hülyasına dokunmadım, fakat artık bugün susmak için bir sebep görmüyorum. Bilakis her şeyi olduğu gibi söylemek ödevinde olduğumu zannediyorum. Evet, balayının hoşa gidecek hiçbir tarafı yoktur. Devamlı
11
Zi-kudret: Kudret sahibi. (e.n.)
12
Rus aile hayatına ait bir kanundur ki 16. asırda müthiş İran zamanından Büyük Petro zamanına kadar cari olmuştur. (y.n.)