Dorian Gray’in Portresi. Оскар Уайльд
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Dorian Gray’in Portresi - Оскар Уайльд страница 6
Ağzı açık ve garip bir şekilde parıldayan gözleriyle yaklaşık on dakika olduğu yerde durdu. İçine yepyeni etkilerin nüfuz ettiğinin belli belirsiz farkındaydı. Yeni olmalarına rağmen, hepsinin kaynağı kendi benliğiymiş gibiydi. Basil’in arkadaşının ağzından çıkan birkaç söz, şüphesiz ki gelişigüzel söylenmiş ve bilinçli bir çelişki barındıran bu birkaç söz, daha önce hiç temas edilmemiş, ancak o anda titrediğini ve tuhaf dürtüleri titrettiğini hissettiği bazı sırların tellerine değmişti.
Daha önce müzik benzer heyecanları uyandırmış, pek çok defa onu altüst etmişti. Fakat müziğin dili bariz değildi. Yeni bir dünya kurmuyordu, içimizde yeni bir kaos yaratıyordu. Kelimeler! Saf kelimeler! Ne kadar da korkunçtular! Aşikâr, yalın ve zalim kelimeler! İnsan onlardan kaçamazdı. Yine de bu sözlerde saklı bir büyü vardı! Biçimsiz şeylere yapay biçimler verebiliyordu, en az keman veya ud kadar hoş, kendilerine özgü müzikleri vardı. Safi kelimeler! Kelimeler kadar gerçek bir şey var mıydı?
Evet, delikanlılık çağlarında anlamadığı şeyler vardı. Şimdi onları anlıyordu. Hayat aniden coşkun renklere bürünmüştü onun gözünde. Daha önce hep ateşin üzerinde yürümüştü sanki. Neden anlamamıştı bunu?
Lord Henry gizli bir tebessümle onu izliyordu. Hiçbir şey söylememesi gerektiği o psikolojik anı çok iyi tanıyordu. Yoğun bir alaka beslediğini fark etti. Sözlerinin yarattığı ani tesir kendisini büyülemişti, on altı yaşında okuduğu, daha öncesinde çok az şey bildiğini ona gösteren bir kitabı hatırlarken Dorian Gray’in de benzer bir deneyim yaşayıp yaşamadığını merak etti. Yaptığı sadece havaya bir ok atmaktı. Ok hedefi bulmuş muydu? Genç adam ne kadar da büyüleyiciydi!
Hallward, sadece ve sadece kuvvetten gelen, sanat kapsamındaki gerçek inceliğe ve mükemmel zarafete sahip, ayrıca fevkalade cüretkâr dokunuşlarıyla resim yapmaya devam etti. Sükûnetin farkında değildi.
Dorian Gray “Basil, dikilip durmaktan yoruldum!” diye sızlandı. “Dışarı çıkıp bahçede oturmalıyım. Buradaki hava beni bunaltıyor.”
“Sevgili dostum, çok üzgünüm. Resim yaparken başka bir şey düşünemiyorum. Fakat daha önce hiç bu kadar güzel poz vermemiştin. Mükemmel bir biçimde sabittin. Ayrıca istediğim etkiyi yakalamıştım; hafif aralık dudaklar ve gözlerde parlak bir bakış. Harry sana ne anlatıyordu bilmiyorum, ancak sende harikulade bir ifade ortaya yaratmayı başarmıştı. Zannediyorum ki sana iltifatlar yağdırıyordu. Söylediği tek bir söze bile inanmamalısın.”
“Kesinlikle bana iltifat filan etmiyordu. Belki de bu yüzden söylediği sözlere inanmıyorumdur.”
Hülyalı, baygın gözlerle ona bakarken, “Sen de biliyorsun ki hepsine inanıyorsun.” dedi Lord Henry. “Seninle birlikte bahçeye çıkacağım. Atölyenin içi aşırı sıcak. Basil, bize buzlu içecekler ikram et. İçinde çilek de olsun.”
“Tabii ki Harry. Sen zili çal, Parker geldiğinde ona ne istediğinizi söylerim. Arka plan üzerinde çalışmalıyım, daha sonra size katılırım. Dorian’ı fazla oyalama. Bugün daha önce hiç olmadığı kadar iyi resim yapıyorum. Bu benim şaheserim olacak. Şu anki hâliyle bile benim şaheserim sayılır.”
Lord Henry bahçeye çıktığında Dorian Gray’i yüzünü muhteşem leylak çiçeklerinin arasına gömmüş, kokularını şarap misali içine çekerken buldu. Ona yaklaştı ve elini gencin omzuna koydu. “Bunu yapmakta sonuna kadar haklısın.” diye mırıldandı. “Duyulardan başka hiçbir şey ruhu iyileştiremez. Tıpkı duyuları ruhtan başka bir şeyin iyileştiremediği gibi.”
Delikanlı irkilerek geri çekildi. Başında şapka yoktu, yapraklar asi saç kıvrımlarını dağıtmış ve parlak saç tellerini birbirine karıştırmıştı. Gözlerinde, tıpkı aniden uyanan insanların yüzlerinde beliren, korkulu bir bakış vardı. Zarif biçimli burun delikleri kıpırdadı, gizli bir güç kırmızı dudaklarını soldurup titretti.
“Evet…” diye devam etti Lord Henry. “bu hayatın en büyük sırlarından birisidir; duyular sayesinde ruha deva bulmak ve ruh sayesinde de duyulara deva bulmak. Sen muhteşem bir yaratıksın. Zannettiğinden çok daha fazlasını biliyorsun, aynı şekilde bilmek istediklerinden de daha azını biliyorsun.”
Dorian Gray kaşlarını çattı ve başını diğer yöne çevirdi. Hemen yanında duran uzun boylu, ağırbaşlı genç adamı sevmekten kendini alamıyordu. Coşkulu, esmer yüzü ve yüzündeki yıpranmış ifade, ilgisini cezbediyordu. Baygın ses tonunda kesinlikle büyüleyici bir şeyler vardı. Dingin, beyaz, çiçekleri andıran elleri bile ender görülen bir cazibeye sahipti. O konuştuğunda tıpkı musiki gibi hareket ediyorlardı, kendilerine özgü bir dile sahiptiler sanki. Lakin ondan korkuyordu ve korktuğu için utanç hissediyordu. Neden kendini kendine aşikâr etme işi bir yabancıya kalmıştı ki? Basil Hallward’ı aylardır tanıyordu, ama arkadaşlıkları kendisinde hiçbir değişikliğe sebep olmamıştı. Birdenbire hayatın sırrını ona gösteren bir adam karşısına çıkmıştı. Peki korktuğu şey neydi? Bir okul çocuğu veya küçük bir kız değildi ki o. Korkmak çok anlamsızdı.
“Haydi gidelim, gölgede oturalım.” dedi Lord Henry. “Parker içeceklerimizi getirdi ve bu güneşin altında durmaya devam ederseniz pişeceksiniz ve Basil de asla resminizi yapmayacak. Kesinlikle güneş yanıklarından kaçınmalısınız. Bu hiç hoş olmaz.”
Bahçenin sonundaki sandalyeye otururken gülerek, “Ne fark eder ki?” diye haykırdı Dorian Gray.
“Sizin durumunuzda bu çok fark eder Bay Gray.”
“Neden?”
“Çünkü siz her şeyden daha değerli olan gençliğe sahipsiniz, gençlik sahip olmaya değer yegâne şeydir.”
“Ben böyle düşünmüyorum Lord Henry.”
“Doğru, şimdi böyle düşünmüyorsunuz. Bir gün, yani yaşlandığınızda, yüzü kırış kırış, çirkin bir adam olduğunuzda, düşünceler alnınızı çizgileriyle dağladığında, tutku dudaklarınızı korkunç alevleriyle mühürlediğinde bana hak vereceksiniz, hem de ziyadesiyle. Bugün, nereye giderseniz gidin büyülüyorsunuz. Bu hep böyle mi olacak? Olağanüstü güzellikte bir yüzünüz var Bay Gray. Kaşlarınızı çatmayın, doğruyu söylüyorum. Güzellik dehanın bir çeşididir; hiç şüphesiz, dehadan daha üstündür, bunu açıklamaya gerek yok. Dünyadaki en muazzam hakikatlerden birisidir; tıpkı gün ışığı, bahar mevsimi veya Ay ismini verdiğimiz gümüş güllenin karanlık sulardaki yansıması gibi. Sorgulanamaz. İlahi hâkimiyet hakkına sahiptir. Ona sahip olanları prens mertebesine yükseltir. Gülümsüyorsunuz? Ah! Onu kaybettiğinizde gülümsemeyeceksiniz… İnsanlar bazen güzelliğin yüzeysel bir şey olduğunu söyler. Belki de öyledir; ancak düşünceler kadar yüzeysel olmadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa güzellik harikaların en üstünüdür. Görünüşe değer biçmeyenler sadece sığ kişilerdir. Dünyanın asıl gizemi görünür olandır, görünmeyen değil… Evet, Bay Gray, Tanrılar size lütufta bulunmuşlar. Ancak Tanrılar verdiklerini hızlı bir şekilde geri alır. Gerçekten, mükemmel ve dolu dolu yaşamak için sadece birkaç seneniz var. Gençliğiniz yitip gittiği zaman, güzelliğiniz de onunla birlikte sizi terk edecek ve elinizde övünecek hiçbir şeyin kalmadığını birden fark edeceksiniz, geçmişinizin sunduğu