Dorian Gray’in Portresi. Оскар Уайльд

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dorian Gray’in Portresi - Оскар Уайльд страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dorian Gray’in Portresi - Оскар Уайльд

Скачать книгу

fakat bunu yapamazlar. Bu konuda söylenecek başka sözüm yok.”

      Hallward, “Bu gece tiyatroya gitme Dorian.” dedi. “Kal ve birlikte yemek yiyelim.”

      “Yapamam, Basil.”

      “Neden?”

      “Çünkü Lord Henry Wotton’a onunla gideceğime dair söz verdim.”

      “Verdiğin sözlerde durman onu daha memnun etmeyecektir. O kendi verdiği sözlerde hiç durmaz. Gitmeni istemiyorum.”

      Dorian Gray güldü ve başını salladı.

      “Sana yalvarıyorum!”

      Delikanlı tereddüde düştü ve gayet memnun bir gülümsemeyle onları izlemekte olan Lord Henry’ye doğru baktı.

      “Gitmeliyim Basil.” diye karşılık verdi.

      “Peki öyleyse.” dedi Hallward ve gidip bardağını tepsinin üzerine koydu. “Çok geç oldu ve giyinmeniz de gerektiğinden artık zaman kaybetmeseniz iyi olur. Hoşça kal Harry. Hoşça kal Dorian. Yakın zamanda ziyaretime gel. Yarın uğra.”

      “Kesinlikle.”

      “Unutmazsın değil mi?”

      “Hayır, tabii ki unutmam.” diye çıkıştı Dorian.

      “Ve… Harry!”

      “Evet Basil?”

      “Bu sabah bahçedeyken senden istediğim şeyi hatırından çıkarma.”

      “Unuttum ben onu.”

      “Sana güveniyorum.”

      Lord Henry gülerek “Keşke ben de kendime güvenebilseydim.” dedi. “Gelin Bay Gray, faytonum dışarıda, sizi evinize bırakabilirim. Elveda Basil. Çok enteresan bir akşamdı.”

      Kapı arkalarından kapandığında ressam kendini bir kanepeye attı ve yüzünü acı dolu bir ifade kapladı.

      3. BÖLÜM

      Sonraki gün saat on ikide Lord Henry Wotton, biraz kaba üslubuna rağmen, neşeli ve yaşlı bir bekâr olan, kendisinden özellikle bir fayda görmeyen dış dünyanın bencil diye nitelediği, ancak kendisini eğlendiren kişileri doyurması nedeniyle sosyete nazarında cömert biri olarak görülen amcası Lord Fermor’u ziyaret etmek için Curzon Sokağı’ndan geçip Albany Oteli’nin yolunu tuttu. Babası Madrid elçisi olarak görev yaptığı sırada, Isabella küçük bir prensesti ve General Prim’in adı bile duyulmamıştı ancak Paris büyükelçiliğine getirilmemesinden kaynaklanan, bir anlık öfkeyle diplomatik görevinde ayrılmıştı; hem kökenleri, tembel mizacı, raporlarında İngilizceyi iyi kullanışı ve ileri derecedeki haz düşkünlüğü sebebiyle bu görevi hak ettiğini düşünmüştü.

      Kendisine sekreterlik yapan oğlu ise onunla birlikte istifa etti. O zamanlar bunun biraz aptalca bir hareket olduğu düşünülmüştü ama birkaç ay içerisinde lord unvanını elde edince aristokrasinin o muhteşem sanatı üzerinde ciddi bir çalışmaya adadı kendini; yani -tam anlamıyla- hiçbir şey yapmamaya. Şehirde iki büyük evi olmasına rağmen, daha az külfetli olduğunu düşündüğü otel odalarında kalırdı ve çoğu zaman yemeklerini kulübünde yerdi. Midland bölgesindeki kendine ait kömür madenlerinin işletmesiyle ilgilenirdi, bu pespaye sektörde bulunmak için kendini inandırdığı bahane ise kömür sahibi olmanın bir beyefendiye kendi şöminesinde odun yakma imkânı sağlıyor olmasıydı. Siyasette ise muhafazakârların tarafındaydı; yalnız muhafazakârlar iktidar olduğunda, onları bir avuç radikal olmakla suçlayıp ağzına geleni söylemekten çekinmezdi. Zorbalık ettiği uşağının gözünde bir kahraman ve yine zorbalık etmekten çekinmediği neredeyse tüm akrabaları için ise şeytanın ta kendisiydi. Onun gibi birini yalnızca İngiltere yetiştirebilirdi; ülkenin itin kopuğun eline geçeceğini söyler dururdu. Prensiplerinin taş devrinden kaldığı iddia edilebilirdi ancak ön yargıları hakkında söylenebilecek söz yoktu.

      Lord Henry odaya girdiğinde amcasını üzerinde kalın av ceketiyle, elinde ince bir puro, The Times gazetesine söylenirken buldu. “Evet, Harry!” dedi yaşlı beyefendi. “Bu kadar erken gelmenin sebebi nedir? Senin gibilerin saat ikiden önce yataktan kalkmadığını ve saat beşten önce de insan içine çıkmadığını sanırdım.”

      “Seni temin ederim, yalnızca akraba sevgisi George amca. Senden bir şey almaya geldim.”

      Lord Fermor yüzünü buruşturarak “Tahminimce para.” dedi. “Peki, otur ve anlat bakalım. Gençler bugünlerde her şeyin paradan ibaret olduğunu zannediyor.”

      Paltosunun düğmesini çözerken “Evet.” diye mırıldandı Lord Henry. “Ve yaşlandıklarında bunun gerçek olduğunu öğreniyorlar. Fakat ben paranı istemiyorum. Sadece faturalarını ödeyen insanlar para ister George amca ve ben faturalarımı hiç ödemem. Borç, küçük oğulların sermayesidir, insan borç üstünde gül gibi yaşar gider. Ayrıca, ben daima Dartmoor’lu tüccarlarla iş yaparım, hâliyle onlar da beni asla rahatsız etmezler. Benim istediğim şey bilgi. Faydalı bilgi değil, işe yaramayan bilgiler istiyorum.

      “O zaman sana, parlamento raporlarında yazan her şeyi anlatabilirim Harry. Her ne kadar bu adamlar son zamanlarda bir sürü saçmalık yazsa da. Ben diplomaside görevdeyken her şey çok daha düzgündü. Ancak duyduğuma göre artık sınavla işe alıyorlarmış. Ne beklersin? Sınavlar, bayım, baştan aşağı şarlatanlıktır. Bir adam şayet bir beyefendi ise zaten yeterince bilgilidir, ama bir beyefendi olamamışsa bildikleri onun zararındadır.”

      Lord Henry “Bay Dorian Gray, parlamento raporlarında yer almıyor George amca.” dedi gülerek.

      Kaşları çatılmış bir şekilde, “Bay Dorian Gray mi? O kim?” diye sordu Lord Fermor.

      “Ben de bunu öğrenmek için gelmiştim George amca. Şöyle söyleyeyim: O, Lord Kelso’nun torunu. Annesi Devereux ailesinden, Leydi Margaret Devereux. Bana annesi hakkında bildiklerini anlatmanı istiyorum. Nasıl birisiydi? Kiminle evlendi? Dönemindeki neredeyse herkesi tanırsın sen, onu da tanıyor olma ihtimalin var. Bay Gray ziyadesiyle ilgimi çekiyor şu aralar. Daha yeni tanıdım kendisini.”

      Yaşlı adam “Kelso’nun torunu!” diye tekrarladı. “Kelso’nun torunu!.. Tabii ya!.. Annesini çok yakından tanırdım. Sanırım onun vaftiz törenine gitmiştim. Margaret Devereux çok güzel bir kızdı ve beş parası olmayan genç bir adamla kaçtığında tüm erkekleri şaşkına çevirmişti; adam tam bir hiçti, önemsiz bir alayda astsubay veya onun gibi bir şeydi. Ciddiyim. Tüm olanları sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Zavallı adam, evlendikten birkaç ay sonra Spa’da bir düelloda öldürüldü. Olayla ilgili berbat bir hikâye anlatılırdı. Damadına insan içinde hakaret etmesi için Kelso’nun aşağılık bir serseri olan Belçikalı bir caniye para verdiğini söylediler. Para vermiş bayım, bunu yapması için para vermiş ve bu adam da onu bir hayvan gibi şişlemiş. Tüm mesele örtbas edildi ama ah Tanrı’m, Kelso bir süre sonra kulüpte yemeklerini tek başına yemeye başladı. Duyduğuma göre, kızını yanına geri getirtmişti ama kız onunla bir daha hiç konuşmamış. Ah evet, çok berbat bir olaydı. Kızcağız da bir sene sonra öldü. Ardında bir erkek evlat bırakmış öyle mi? Bunu hatırlamıyorum. Nasıl bir delikanlı? Eğer

Скачать книгу