Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 10
“Benim için din, incelenmesi gereken bir olgu sadece.”
“Olgu mu?” dedi şaşkınlıkla. Başka bir cevap aradı hemen, ağzını açmıştı ki duraksadı. Tam o sırada Maria’nın getirdiği ve kendisinin el bile sürmediği ikinci yemek tabağına baktı. Sonra ağzını daha iyi kapasın diye dudakları arasına bir puro yerleştirdi, yaktı ve orada kül olmasına izin verdi. Böylece sessizce düşünmek için kendine bir ara vermiş oldu. Bir an kararlılıkla bana baktı:
“Umarım dinle de alay etmiyorsundur?”
Ben her zamanki işsiz güçsüz öğrenci havamla, ağzım doluyken cevap verdim:
“Alay edecek ne var! İnceliyorum dedim ya.”
Sustu, bir tabağın kenarına bıraktığı puronun izmaritine uzun uzun baktı. Bunu bana neden söylediğini şimdi anlıyorum. Karışmış zihninin içinden geçen ne varsa biliyorum hepsini ve o zamanlar nasıl olup da hiçbir şey anlamadığıma şaşıyorum. Sanırım pek çok şeyi anlamamızı sağlayan şefkatten yoksundum o sıralar. Daha sonraları o kadar kolay oldu ki! Babam inançsızlığım ile yüzleşmekten kaçınıyordu: O anda, onun için çok çetin bir mücadele olurdu bu ama yine de bir hastaya yakışır şekilde hafifçe saldırabileceğini düşünmüştü.
Konuşurken nefesinin kesildiğini hatırlıyorum, kelimeler bir türlü çıkmıyordu ağzından. Bir mücadeleye hazırlanmak pek zahmetlidir. Ama ağzımın payını vermeden yatmaz diye düşünüyordum ve olası bir münakaşaya hazırladım kendimi, oysa tartışmadık.
“Ben…” dedi yine o sönmüş sigarasının izmaritine bakarken. “Tercübemin ve yaşam bilgimin hayli büyük olduğunu düşünürüm. Bunca yılı boşuna yaşamadık sonuçta. Pek çok şey biliyorum bilmesine, ne yazık ki hepsini istediğim gibi sana nasıl öğretirim onu bilmiyorum işte. Ah oysa nasıl da isterdim bunu! Hayatın özünü görüyorum ben, doğru ve gerçeği de görüyorum, doğru ve gerçek olmayanı da.”
Tartışacak bir şey yoktu. Sözlerine pek ikna olmadan yemeğime de ara vermeden “Evet babacığım.” diye mırıldandım.
Onu gücendirmek istemiyordum.
“Bu kadar geç gelmen çok kötü oldu. Öncesinde bu kadar yorgun hissetmiyordum, pek çok şey anlatabilirdim sana.”
Yine geç kaldığım için bana sitem ediyor sandım ve bu tartışmayı, ertesi güne bırakmasını önerdim.
“Bu bir tartışma değil ki…” Rüyadaymış gibi cevap verdi. “Başka bir şey. Üzerine tartışmayacağımız, bir söylesem anlayacaksın sen de… Ama zor olan bunu söyleyebilmek!”
Burada içime kurt düştü:
“Kendini iyi hissetmiyor musun yoksa?”
“Hasta olduğumu söyleyemem ama çok yorgunum, hemen gidip yatsam iyi olur.”
Zili çaldı, aynı zamanda seslenerek Maria’yı çağırdı. Geldiğinde, odasında her şeyin hazır olup olmadığını sordu. Hemen ardından terliklerini sürüyerek yürümeye başladı. Bana yaklaştı ve her akşam yaptığım gibi yanaklarını öpeyim diye bana doğru eğildi.
Onun bu sarsak hareketlerini görünce, yine hasta olduğundan şüphe ettim ve iyi olup olmadığını sordum. İkimiz de aynı sözleri defalarca tekrarladık, yorgun olduğunu ama hasta olmadığını söyleyip durdu. Sonra ekledi:
“Şimdi, sana yarın söyleyeceklerimi düşüneceğim. Göreceksin nasıl ikna edeceğim seni.”
“Babacığım…” dedim. Duygulanmıştım, “Seve seve dinleyeceğim seni.”
Beni deneyimine boyun eğmeye pek istekli görünce gitmekte tereddüt etti: Böyle elverişli bir andan yararlanması gerekirdi! Eli ile alnını yokladı, öpeyim diye yanaklarını uzatmak için dayandığı sandalyeye oturdu. Ağır ağır soluyordu.
“Tuhaf!” dedi. “Sana hiçbir şey söylemiyorum, kesinlikle hiçbir şey.”
İçinde kavrayamadığı şeyi dışarıda bulabilirmiş gibi etrafına baktı.
“Oysa ne çok şey biliyorum ben, her şeyi biliyorum desem yanlış olmaz. Edindiğim o büyük deneyimin etkisi olmalı.”
Kendini ifade edemediğine canı sıkılmadı çok; kendi gücüne, büyüklüğüne gülümsedi.
Neden doktoru hemen aramadım bilmiyorum. Acı ve pişmanlık içinde itiraf etmek zorundayım ki babamın bu sözlerini, daha önce de birkaç kez denk geldiğim kendini beğenmişliğine yormuştum. Ancak zayıflığı o kadar ayan beyan ortadaydı ki benden kaçmadı, sırf bu yüzden de onunla tartışmadım. Bu kadar zayıfken güçlü olduğunu zannedip keyiflenmesi hoşuma gidiyordu. Ondan bir şey öğrenemeyeceğimi biliyordum ama sahip olduğuna inandığı bilgiyi, bana emanet etmek konusundaki isteği gururlandırmıştı beni. Onu pohpohlamak ve rahatlatmak istediğimden, aradığı kelimeleri bulmak için kendini zorlamasına gerek olmadığını söyledim çünkü en önemli bilim adamları, bu tür durumlarda akıllarını karıştıran karmaşık şeyleri beyinlerinin bir köşesine koyarlar ve orada kendi kendilerine yalınlaşmasını beklerler diye ekledim.
“Aradığım hiç de karmaşık değil ki. Aslında bu yalnızca doğru kelimeyi bulma meselesi, sadece bir tanecik kelime lazım bana ve ben onu bulacağım. Ama bu gece değil çünkü tek bir küçük düşünce bile olmadan güzel bir uyku çekmek istiyorum.”
Yine de sandalyesinden kalkmadı. Bir an için yüzüme bakarak tereddütle dedi ki:
“Sana ne düşündüğümü söyleyemiyorum çünkü her şeye gülüp geçiyorsun.”
Sözlerine içerlememem için yalvarmak istermiş gibi gülümsedi, sandalyesinden kalktı ve ikinci kez yanağını uzattı. Bu dünyada insanın gülüp geçebileceği, dahası zaten gülüp geçmesi gereken nice şey olduğuna onu inandırmaya çalışmaya, bu konu üzerine tartışmaya yeltenmedim, onu rahatlatmak isteyerek sıkıca kucakladım. Belli ki çok sıkmıştım çünkü kendini nefes nefese kurtardı benden, yine de sevgimi anlamıştı kuşkusuz çünkü dostane bir şekilde selamladı beni.
“Hadi gidip yatalım artık!” dedi neşeyle ve Maria’nın peşinden çıktı.
Ve yalnız kaldım, -bu da tuhaf- sağlığı üzerine düşünmedim daha fazla ama iyi bir evlat olarak babama duyduğum saygıyla böylesine büyük amaçları hedefleyen bir zihnin, daha iyi bir eğitim alamadığına üzüldüm. Bugün babamın o günkü yaşına yaklaşmışken rahatlıkla söyleyebilirim ki insan, güçlü bir zekâya sahip olduğunu sanabilir, bu zekâ da o sanrı dışında başka bir belirti göstermeyebilir. İşte insan o zaman derin bir nefes alır, tüm doğayı her zaman olduğu gibi hiç değişmeyeceği gerçeği ile kabul eder hatta doğanın bu hâline hayran kalır. Tüm yaratılışın dilediği o zekâ tecelli etmiştir işte. Babamda