Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 8
Oysa babamın ölümü gerçek, büyük bir felaketti. Cennet diye bir şey yoktu, kalmamıştı ve ben artık otuzuna varmış bitik bir adamdım. Ben de! Çaresizlik içinde, hayatımın en önemli ve en belirleyici kısmının geride kaldığını ilk kez fark ettim. Ancak yaşadığım acı bu sözlerden anlaşılacağı gibi sırf bencilliğimden kaynaklanmıyordu. Ne münasebet! Gözyaşlarım hem onun için hem de kendim içindi, kendime sırf o öldüğü için ağlıyordum. O zamana kadar sigaradan sigaraya, fakülteden fakülteye dolaşıp durmuştum, yeteneklerime sarsılmaz bir inancım vardı. Belki de hayatımı tatlı kılan bu güven şayet babam ölmeseydi bugüne kadar devam edecekti. O öldü, artık kararlarımın yetişmesi gereken bir yarın kalmamıştı.
Pek çok kez, bunu düşündüğümde, kendime ve geleceğime dair daha önce değil de özellikle babamın ölümü ile umutsuzluğa kapılmış olmam bana çok garip geliyor. Bu son olanların hepsi yakın zamanda geldi başıma, o nedenle korkunç acımı ve talihsizliklerimin her detayını anımsamak için ruh analizci beyefendilerin istediği gibi rüya görmeme gerek yok. Her şeyi gayet iyi hatırlıyorum ama iş anlatmaya gelince hiçbirini doğru düzgün ifade edemiyorum. Babam ölünceye kadar onun için yaşamadım. Kendisine yakınlaşmak için hiçbir çaba sarf etmedim hatta onu gücendirmeden olabildiğince ondan kaçmaya çalıştım. Üniversitede herkes onu, benim taktığım “para babası ihtiyar Silva” lakabı ile tanırdı. Beni ona yakınlaştıran hastalığı oldu ancak ölümcül bir hastalıktı, pek kısa sürdü ve doktor ondan ümidi kesip ölüme terk etti. Ben Trieste’deyken en uzun görüşmemiz, iki saatten fazla sürmezdi. Hiçbir zaman, ağladığım zamanlardaki gibi uzun süre birlikte vakit geçirmemiştik. Keşke ona daha iyi baksaydım da öldükten sonra daha az gözyaşı akıtsaydım! Bu kadar hasta da olmazdım o zaman. Birlikte vakit geçirmemizi zorlaştıran, onunla aramızda kafa yapısı olarak ortak hiçbir şey bulunmamasıydı. Birbirimize bakarken ikimizin yüzünde de aynı şefkat dolu gülümseme belirirdi, bir baba olarak geleceğim için endişelendiğinden onunki biraz daha buruktu, benimki ise hoşgörülüydü, zayıflıklarının kısmen yok olduğuna inanıyordum kimilerini de yaşına bağlıyordum. Benim gücüme -bana kalırsa- ilk güvenmeyen o olmuştu. Kuşkulandığım bir diğer şey ise pek bilimsel olmasa da bana kalırsa bu güvensizliğin sebebi, onun bedeninden kaynaklanmış olmamdı, bu da -bilimsel bir inançla- benim ona olan güvensizliğimi artırıyordu.
Babam, yetenekli bir tüccar olarak ün salmıştı ancak işlerini uzun yıllardır Olivi’nin idame ettirdiğini biliyordum. Ticaretteki beceriksizliği hususunda aramızda bir benzerlik vardı ama başka bir tane daha yoktu. Benim gücü, onun ise zayıflığı simgelediğini söyleyebilirim pekâlâ. Bu defterlerde yazdıklarım bile içimde her zaman iyilik için bir eğilim bulunduğunu gösterir ki belki de bu benim en büyük talihsizliğimdir. Dengeli ve güçlü olmakla ilgili kurduğum tüm hayallerin başka açıklaması olamaz. Babam ise bunların hiçbirini bilmezdi. Kendi yaradılışından hiçbir şikâyeti yoktu, sanıyorum ki iyileşeyim diye bir çabası da olmamıştı hiç. Tüm gün sigara içerdi, annem öldükten sonra bazı geceler uyuyamadığı olurdu, o gecelerde de içerdi. Akşamları yemekte ise demlenirdi, başını yastığına koyar koymaz uykuya dalacağına emin olana kadar. Ona göre sigara ve alkol, en iyi ilaçlardı.
Kadınlara gelince akrabalarımdan, annemin kimi haklı kıskançlıklarının olduğunu öğrendim. Söylenenlere göre o uysal kadın, kocasını frenleyebilmek için zaman zaman şiddetli çıkışlar yapmak zorunda kalıyormuş. Babam annemi sever sayardı, kendine yol göstermesine de müsaade ederdi ama anlaşılan o ki herhangi bir ihanetini itiraf ettiği olmamıştı hiç, bu yüzden annem düşüncesinde yanıldığını zannederek öldü. Gerçi benim pekiyi kalpli akrabalarım, onun kocasını terzi ile neredeyse suçüstü yakaladığını da anlatırlar. Babam dalgınlığından ne yaptığını bilmediğini söyleyip özür dilemiş ve allem edip kallem edip, karısını da masumiyetine inandırmış. Neticede olan terziye olmuş, annem de babam da bir daha ayak basmamışlar o dükkâna. Sanırım babamın yerinde olsam o terziden bir türlü kopamaz, olduğum yere kök salardım.
Babam bir aile reisi olarak huzuru nasıl sağlayacağını pekiyi bilirdi. Evinde de kendi içinde de dinginlik hüküm sürüyordu. Ahlakçı, yavan kitaplardan başkasını okumazdı. İkiyüzlülükten değil, içtenlikle inandığından: Bence bu ahlaki vaazların doğru taraflarını, ta derinden hisseder, erdem ve ahlaka karşı olan bağlılığı vicdanını yatıştırırdı. Artık iyice yaşlandığım ve bir aile reisi olmaya yaklaştığım için vaaz edilen bir ahlaksızlığın, ahlaksız bir eylemden daha fazla cezayı hak ettiğini düşünüyorum. İnsan aşktan ya da nefretten bir cinayet işleyebilir ama cinayetin reklamını yapmak, yalnızca kötü niyettendir.
Babamla ikimiz arasında o kadar az ortak nokta vardı ki bir gün, bu dünyada onu en çok rahatsız eden insanlardan birinin ben olduğumu itiraf etti. Sağlıklı olma arzum, beni insan vücudunu incelemeye sevk etmişti. Babam ise o korkunç makinenin düşüncesini, pekâlâ kafasından silmeyi başarmıştı. Ona göre kalbin nasıl attığını düşünmek yersizdi, bir organizmanın canlılığını açıklamak için supapları, damarları ve maddeleri hatırlamaya gerek yoktu. Hareket etmeyi sevmezdi pek çünkü hayattaki deneyimler insana, hareket eden her şeyin gün gelip duracağını söylerdi. Onun için yeryüzü de hareketsizdi, tüm dünya menteşelerin üzerine sıkıca yerleştirilmişti. Doğal olarak bunu öyle apaçık söylediği yoktu ancak bu anlayışa uymayan bir şey söylendiğinde acı çekiyordu. Bir gün antipot hakkında konuşurken tiksinerek susturdu beni. İnsanların baş aşağı durduğunu düşünmek bile midesini altüst ediyormuş.
Beni her zaman iki hususta eleştirirdi: Dikkat dağınıklığım ve ciddi meselelere gülme eğilimim. Dikkat dağınıklığı açısından benden farklıydı, küçük bir defteri vardı hatırlamak istediği her şeyi not eder ve günde birkaç kez gözden geçirirdi. Böylece hastalığının üstesinden geldiğine inanıyor ve acı çekmiyordu. O defteri tutayım diye beni de zorladı ama içine sadece bu son sigaram diye aldığım notlardan başka bir şey yazmadım.
Ciddi meseleleri küçümsememe gelince bana göre de onun bu dünyadaki pek çok şeyi ciddiye almak gibi bir kusuru vardı. Bir örnek vereyim: Hukuk Fakültesinden Kimya Fakültesine geçtikten sonra, onun izniyle hukuka geri döndüğümde, bana nazikçe “İstediğini yap, bir zır deli olduğun ortada artık.” demişti.
Bu lafına hiç gücenmedim, izin verdiği için ona o kadar minnettardım ki kendisini güldürerek ödüllendirmek istedim. Deli olmadığımı belgelemek için Doktor Canestrini’ye gittim, beni muayene etmesini istedim. Kolay da olmadı çünkü uzun ve ayrıntılı incelemelerden geçmek zorunda kaldım. Belgemi alınca da muzaffer bir edayla babama getirdim ama o gülmedi. Kederli bir ses tonu ve yaşlı gözlerle: “Ah! Sen gerçekten delisin!” diye haykırdı.
Yorucu ve pek bir zahmetli oyunumun ödülü buydu işte. Beni asla affetmedi, yaptığıma da gülmedi hiç. Sırf şaka olsun diye doktora gitmek ha? Şaka olsun diye damgalı bir belge almak öyle mi? Ne delilik!
Kısacası