Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo

Скачать книгу

görünce durumu anladım nihayet. Beni uyandırmaya çalışıyordu, uyanabildiğimde ise odadan çıkmıştı çoktan. Rüzgâr ninnisine devam ediyordu, dürüst olmak gerekirse babamın odasına giderken tatlı uykumdan koparılmış olmanın sıkıntısını yaşıyordum. Maria’nın, babamı her zaman hasta sandığı geliyordu aklıma. Ama eğer bu sefer de hasta değilse o zaman vay hâline!

      Babamın odası pek büyük değildi ama her yanı eşya doluydu. Annem öldüğünde onu unutabilmek için, tüm eşyasını da yanına alarak yandaki küçük odaya taşınmıştı. Oda loştu, hayli alçak bir komodin üzerine yerleştirilen gaz lambası her yeri aydınlatamıyor, çoğu yer gölgede kalıyordu. Maria sırtüstü uzanmış gövdesinin bir kısmı yataktan taşan babamı tutmaya çalışıyordu. Babamın terle kaplı yüzü yakındaki ışıktan dolayı kıpkırmızı kesilmiş, başı Maria’nın sadık göğsüne dayanmıştı. Acı içinde kükrüyordu, ağzı o kadar taş kesilmişti ki çenesinden salyalar akıyordu. Karşı duvara dikmişti gözlerini hareketsiz bir şekilde, ben odaya girdiğimde bile kafasını benden yana çevirmemişti.

      Maria babamın inlediğini duymuş, tam zamanında odaya girmeseymiş yataktan düşüverecekmiş. Başlarda -yemin ediyordu- daha fazla debeleniyormuş, şimdi nispeten sakinlemiş ama onu yalnız bırakmak riskli olurmuş. Belki de beni uyandırdığı için özür dilemek istiyordu bu sözlerle ama ben iyi yaptığını anlamıştım zaten. Benimle konuşurken bir yandan da ağlıyordu, ben ise henüz gözyaşı dökecek durumda değildim hatta ona susmasını, sızlanarak, o anda yaşanan korkuyu büsbütün artırmamasını söylerek onu azarladım. Hâlâ olan biteni tam anlayamamıştım. Zavallı kadıncağız, hıçkırıklarını bastırabilmek için her türlü çabayı gösterdi.

      Babamın kulağına yaklaştım ve bağırdım:

      “Neden inliyorsun baba? Hasta mısın?”

      Sorumu duyduğunu sandım çünkü inlemesi azaldı, gözleri beni ararcasına karşı duvardan ayrıldı, odada dolaştı ama beni bulamadı. Birkaç kez aynı soruyu bağırdım kulağına, sonuç hep aynıydı. Erkekçe tavrım hızla yok oldu gitti. Babam o sırada ölüme bana olduğundan daha yakındı, haykırışlarım ona artık ulaşmıyordu. Derin bir korku kapladı içimi, önceki gece konuştuklarımızı hatırladım. O konuşma üzerinden geçen birkaç saat sonra, hangimizin haklı olduğunu görmek için yola çıkmıştı. Ne tuhaf! Acıma, pişmanlık da eklendi. Kafamı babamın yastığına gömdüm ve Maria’yı biraz önce azarlamış olmama rağmen, hıçkırıklarımı bırakarak umutsuzca ağladım.

      Şimdi beni sakinleştirme sırası ona gelmişti ama pek bir tuhaf davranıyordu. Sakinleşmemi söylüyordu ama gözleri açık inleyen babamdan, bir ölü gibi söz ediyordu:

      “Vah zavallım böyle ölüp gidiyor işte! Bu gür ve güzel saçlarla.” dedi, saçlarını okşuyordu. Söylediği doğruydu. Ben daha otuz yaşındayken saçlarım çoktan seyrelmişken babamın başı dolgun ve kıvırcık saçlarla taçlanmıştı.

      O dakikada bu dünyada doktorların da var olduğunu ve zaman zaman insanları ölümden döndürdüklerini hatırlamıyordum. Babamın acıdan perişan olmuş yüzünde, çoktan ölümü görmüş, umudu kesmiştim. Doktor lafını ilk eden Maria oldu, sonra kasabaya göndermek için köylüyü uyandırmaya gitti.

      Bana sonsuzlukmuş gibi gelen yaklaşık on dakika boyunca babama tek başıma destek olmaya çalıştım. Acılar içinde kıvranan bedenine dokundum, ellerime kalbimi istila eden tüm sıcaklığı aktarmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Söylediklerimi duymuyordu. Ona olan sevgimi nasıl gösterecektim şimdi?

      Köylü geldiğinde, doktora durumu bilsin de kimi ilaçları yanında getirebilsin diye not yazmak için odama gittim, vakayla ilgili fikir verebilecek birkaç kelimeyi bir araya getirmek benim için çok zor oldu. Devamlı babamın yaklaşan ve kaçınılmaz ölümünü düşünüyor, kendi kendime “Bu dünyada yapayalnız ne yaparım ben?” diye soruyordum.

      Sonra uzun saatler boyunca bekledik. O saatleri oldukça iyi hatırlıyorum. İlk saatten sonra babamı tutmaya gerek kalmamıştı artık, yatağında öylece uzanıyordu, kendinden geçmiş hâldeydi. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu, ben de ne yaptığımı kendim de bilmeden onu taklit etmeye çalışıyordum. Bazen nefesine yetişemiyor ve hastayı da kendimle birlikte dinlenmeye sürükleyebileceğimi sanıyordum. Ama o hiç yorulmadan koşuyordu. Bir kaşık çay içirmeye çalıştık. Müdahale etmeye kalkıştığımızda kendini savunuyor, bilinçsizliği azalıyordu, çayı içmemek için var gücüyle dişlerini sıkıyordu. Baygın hâldeyken bile inatçılığı elden bırakmıyordu. Şafaktan çok önce nefesinin ritmi değişti. Kümelere ayrıldı, sağlıklı bir insanın nefesini andıran ağır solumalarını telaşlı solumalar takip ediyordu, sonra uzun bir süre duruyorlar, korkutucu bir sessizlik yaratıyorlardı, bu sesler Maria ile bize öldüğünün ilanıymış gibi geliyordu. Ama nefes alışverişi hep bu şekilde devam etti, renkten mahrum hüzünlü bir müzikal ara. Solukları her zaman birbirine eşit değildi ama daima gürültülüydü, odanın bir parçası hâline gelmişti. O günden sonra o odaya yapıştı kaldı, hem de çok uzun bir süre.

      Maria yatağın yanında oturmuştu, ben de kendimi bir kanepenin üzerine atıp birkaç saatimi orada geçirdim. İçimi en çok yakan gözyaşlarımı da o kanepede döktüm. Ağlamak, kişinin hatalarını gizler ve rahat rahat kaderini suçlamasına izin verir. Ağlıyordum çünkü kendimi bildim bileli, her zaman yanımda olan babamı kaybediyordum. Hiç iyi bir arkadaş olamamıştım ona ama bu önemli değildi. Daha iyi biri olmak için çabalayıp durmamın sebebi, onu mutlu etmek değil miydi? Başarıya özlem duyuyorsam benden her zaman şüphe duyan babamın karşısında gururlanmak içindi, hem de ona bir teselli olacaktı. Ama onun artık beni bekleyecek hâli kalmamıştı, bir zavallı olduğumu düşünerek göçüp gidecekti bu dünyadan. Gözyaşlarım çok acı idi.

      Yazarken, daha doğrusu bu acı dolu anıları kâğıda kazırken, geçmişimi yeniden canlandırmaya çalıştığımda hafızamda beliren ilk görüntü içimde bir saplantıya dönüşen lokomotife aitti, sıra sıra vagonlarını dik bir yokuşa doğru güç bela çeken o lokomotif, bana ilk kez o kanepeden babamın nefes alışverişlerini dinlerken görünmüştü. Devasa ağırlıklar taşıyan lokomotifler böyle giderler: Düzenli şekilde tıslarlar, sonra bu tıslamalar hızlanır, en nihayetinde yavaşlar ve duraksar, bu duraksama insana korku verir, ona kulak veren kimse makinenin yüküyle beraber bir akıntıya sürükleneceğini sanır. Gerçekten geçmişi hatırlamak için giriştiğim ilk deneme beni o geceye, hayatımın en önemli saatlerine geri götürmüştü.

      Doktor Coprosich, şafak henüz sökmemişken yanında bir kutu ilaç ve bir hasta bakıcı eşliğinde villaya geldi. Yaya gelmek zorunda kalmıştı çünkü şiddetli kasırga nedeniyle araba bulamamış.

      Onu ağlayarak karşıladım, o da bana şefkatle davrandı, umutlandıracak sözler söyledi. Yine de şunu söylemeden geçemeyeceğim, o karşılaşmadan sonra, dünyada pek az kişi içimde Doktor Coprosich kadar şiddetli bir antipati uyandırmıştı. Bugün kendisi hâlâ hayatta ancak hayli çökmüş, tüm şehrin saygısını kazanmış. Onu zayıflamış, titrek hâlde hareket olsun diye ve biraz da hava alabilmek için şehrin sokaklarında dolaşırken görünce, hâlâ bir tiksinti uyanıyor içimde.

      O zamanlar doktor, kırk yaşını biraz geçmişti. Kendini adli tıpa adamıştı, çok iyi bir İtalyan olmakla birlikte imparatorluk makamları tarafından, en önemli bilirkişilikler de ona verilirdi. Zayıf ve

Скачать книгу