Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 12
Olanları birebir, eksiksiz anlatmaya çalıştım, içinde bulunduğum durum göz önüne alındığında bu hiç de kolay değildi. Ayrıca Doktor Coprosich’in tıp bilgisi olmayan kişilerin bu konuda bir şeyler biliyormuş gibi davranarak tıbbi terimleri kullanmasına müsamaha göstermediğini de hatırladım. Babamın hastalığı bana göre “serebral respirasyon” olabilir diyince gözlüklerini taktı, bakışları sanki şöyle diyordu “Tanı koymakta acele etmeyelim. Şimdi ne olduğunu göreceğiz.” Ayrıca babamın tuhaf tavrından, beni görme endişesinden, yatağa gitme telaşından da bahsettim. Ama ona, babamın benimle yaptığı o tuhaf konuşmayı anlatmadım, belki de kafasında evirip çevirdiği ama dillendiremediği konu hakkında bir şeyler söylemek zorunda kalmaktan korkuyordum. Yalnızca babamın kendisini tam olarak ifade edemediğini, aklına bir şeyin takıldığını, devamlı bunu düşündüğünü ama bir türlü ifade edemediğini söyledim. Gözlüğü hâlâ burnunun üzerindeyken muzaffer bir edayla haykırdı:
“Ben onun kafasında ne olup bittiğini pekiyi biliyorum!”
Ben de biliyordum bunu ama Doktor Coprosich’i kızdırmamak için söylemedim: Ödemdi bu.
Hasta yatağına gittik. Doktor, hasta bakıcının da yardımıyla bana bir hayli uzun gelen bir süre zarfında, zavallının hareketsiz bedenini döndürüp çevirdi. Dinledi ve muayene etti. Hastanın kendisine yardım etmesini bekledi ama nafile. Bir noktada “Yeter!” dedi. Elinde gözlükleriyle yere bakarak yanıma geldi, içini çekerek: “Metanetli olun! Durumu çok ciddi.” dedi.
Birlikte benim odama gittik, orada yüzünü yıkadı. Gözlüğünü çıkarmıştı, yüzünü kurulamak için başını kaldırdığında ıslak kafası, bir fetişin deneyimsiz bir elden çıkmış tuhaf kafasını andırıyordu. Birkaç ay önce babamla muayene olmaya yanına gittiğimizi hatırladı, neden tekrar gelmediğimizi sordu şaşkın hâlde. İşin aslı, bir başka doktor bulup onu bıraktığımızı sanmıştı çünkü nihayetinde kendisi babamın mutlaka bir tedaviye ihtiyacı olduğunu açıkça belirtmişti. Böyle gözlüksüz hâlde beni azarlarken pek korkunç göründü gözüme. Sesini yükseltmişti, bir açıklama bekliyordu. Gözleri her yerde bir türlü gelmeyen o açıklamayı arıyordu.
Elbette bu konuda çok haklıydı, tüm suçlamaları hak ediyordum. Burada belirtmeliyim ki Doktor Coprosich’e olan nefretim, bu kelimelerinden kaynaklanmıyor, bundan çok eminim. Babamın doktorlara ve ilaçlara karşı isteksizliğinden bahsederek özür diledim; konuşurken ağlıyordum, doktor pek cömert bir nezaketle beni sakinleştirmeye çalıştı, daha öncesinde kendisine gelse bile biliminin şu anda tanık olduğumuz felaketi, en iyi ihtimalle geciktirebileceğini ancak engelleyemeyeceğini söyledi.
Ancak, hastalığın geçmişini araştırmaya devam ederken beni suçlamak için yeni sebepler geçti eline. Babamın son birkaç aydır sağlığından, iştahından ve uykusundan şikâyet edip etmediğini öğrenmek istedi. Ona kesin bir şey söyleyemedim. Hatta her gün beraber oturduğumuz sofrada babam çok mu yiyordu, az mı yiyordu onu bile bilmiyordum. Suçluluğum, kanıtlarıyla birlikte oradaydı ancak doktor sorularında ısrarcı olmadı. Sonra ona, Maria’nın babamı her zaman ölüm döşeğinde sandığını ve benim de onunla dalga geçtiğimi anlattım.
Gözünü tavana dikmiş kulaklarını temizliyordu. “Büyük bir olasılıkla birkaç saat içinde, kısmen bilincini toparlayacaktır.” dedi.
“O hâlde umut var mı?” diye bağırdım.
“Hiç yok!” diye kuru bir şekilde yanıtladı. “Ancak sülükler, bu durumda mutlaka etki eder. Eminim biraz olsun kendine gelecektir, belki çıldırabilir de.”
Omuzlarını silkti ve havluyu yerine koydu. Bu omuz silkme, kendi işini küçümsediği anlamına geliyordu, bu hareket de beni konuşmaya teşvik etti. Babamın uyuşukluktan sıyrılıp ölüm döşeğinde olduğunu fark edeceği düşüncesi beni dehşete düşürdü ama bu omuz silkme olmadan, bunu söylemeye cesaret edemezdim.
“Doktor!” diye inledim. “Ölüm döşeğindeyken onu kendine getirmek, kötülük olmaz mı?”
Gözyaşlarına boğuldum. Sinirlerim bozulmuştu, devamlı ağlamak istiyordum, kendimi hiç direnmeden gözyaşlarına bırakıyordum, doktor gözyaşlarımı görsün de işi hakkında vermeye cüret ettiğim tavsiye için beni affetsin istiyordum.
Büyük bir içtenlikle bana: “Haydi lütfen sakin olun! Hastanın bilinci, asla durumunu anlayacağı kadar net olmayacaktır. O bir doktor değil. Ölmek üzere olduğunu, siz söylemezseniz nereden bilecek? Daha kötüsü de gelebilir başımıza, yani tamamen şuurunu yitirebilir. Ama deli gömleğini yanımda getirdim, hasta bakıcı da burada kalacak.” dedi.
Şimdi daha da çok korkuyordum, ona sülükleri yapıştırmaması için yalvardım. O zaman bana, sakin sakin babamın odasından çıkarken emri verdiğini, hasta bakıcının onları çoktan yapıştırmış olduğunu söyledi. İşte o zaman tepem attı. Hastayı kurtarmak için en ufak bir ümit bile yokken umutsuzluğa itmek ve bu tıknefes hâlinde deli gömleğine katlanmak zorunda bırakmak tehlikesi içinde, onu kendine getirmekten daha kötü bir eylem olabilir miydi? Tüm şiddetimle ama her zaman sözlerime eşlik eden ve anlayış dileyen hıçkırıklarım arasında, ölmeye mahkûm birinin huzur içinde ölmesine izin vermemek duyulmamış bir zulümdür diye ekledim.
Bu adamdan nefret ediyorum çünkü o anda kızdı bana. Onu bir türlü affedemeyişimin nedeni bu işte. O kadar çok sinirlendi ki gözlüklerini takmayı bile unuttu, yine de başımın durduğu noktayı keşfetti ve o korkunç gözlerini yüzüme dikti. Zayıf da olsa hâlâ varlığını sürdüren umut ışığını bile isteye söndürmek istiyormuşum gibi gelmiş ona. Katı katı bunu haykırdı yüzüme.
Aramızda münakaşa çıkması an meselesiydi. Ağlayıp çığlıklar atarak, daha birkaç dakika önce kendisinin hasta için her türlü kurtuluş umudunu dışladığını hatırlattım. Evim de içindekiler de deney tahtası değildi, deney yapmak istiyorsa dünyada pekâlâ başka birçok yer vardı.
Büyük bir ciddiyetle ve neredeyse tehdit sayılabilecek bir sükûnetle cevap verdi:
“Size, hastanın bilincinin o andaki durumunun ne olduğunu anlattım. Ama yarım saat sonra veya yarına kadar neler olacağını kim bilebilir? Babanızı hayata tutunduracak tüm olasılıklara kapıyı açık bıraktım.”
Daha sonra gözlüklerini taktı ve bilgiççe memur görünümü ile doktorun tek bir müdahalesinin, bir ailenin ekonomik kaderini tamamen değiştirebileceği konusunda bitmek bilmez bir vaaz verdi. Alınacak yarım saatlik fazladan bir nefes, bir mirasın yönünü belirleyebilirmiş.
Şimdi de böyle bir anda böyle bir vaazı dinlemek zorunda bırakıldığım için, kendime acıyarak ağlıyordum. Yorulmuştum, tartışmayı bıraktım. Sülükleri çoktan yapıştırmışlardı zaten!
Doktor, yatağının baş ucundayken hasta için bir güçtür, sırf bu sebepten Doktor Coprosich’e saygı duydum. Kendisine bir öneride bulunmayışım, bu saygıdandı ancak yıllarca kendimi kınadım bu hareketim için. Pişmanlığım da bütün diğer duygularım ile birlikte öldü. Şimdi bunları yazarken bile bir başkasının başına gelmiş gibi soğukkanlıyım. O günlerden