Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 20

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo

Скачать книгу

bir ziyaret ediyordum, sonra bu sayı arttı, artık her gün öğleden sonraları birkaç saat geçirmek için o eve gider olmuştum. Eve girip çıkmak için bahane bulmam pek gerekmedi, dahası teklif edildiğini iddia edersem yanlış söylemiş sayılmam. Bazen kemanımı da yanımda götürdüğüm olurdu, evde piyano çalmayı yalnızca Augusta biliyordu, birlikte bir şeyler çalıyorduk. Ada’nın çalmaması kötüydü, sonra benim keman çalmam da kötüydü ve Augusta’nın da pek başarılı bir müzisyen olduğu söylenemezdi. Her sonattan birkaç bölümü çok zor olduğu için çıkarmam gerekiyordu, nicedir keman çalmadım diye bahane buluyordum. Bir piyanist, ne olursa olsun amatör kemancıdan üstündür, Augusta’nın da iyi bir tekniği vardı ama gel gelelim, ondan çok daha kötü çaldığım hâlde yine de kendisinden memnun olmuyordum. “Piyano çalmayı bilseydim ondan daha iyi çalardım kesin.” diye düşünüyordum. Ben böyle Augusta’yı yargılarken diğerleri de beni yargılıyordu, daha sonra öğrendiğim gibi bu yargılar pek de olumlu değildi. Augusta sonatlarımızı yenilemekten pek memnundu ama Ada’nın sıkıldığını fark edince birkaç kez kemanı evde unutmuş gibi davrandım. Augusta da daha sonra bundan bahsetmedi.

      Ne yazık ki o evde geçirdiğim saatlerde Ada ile baş başa kalamıyordum. Ancak kısa bir süre sonra hayali tüm gün bana eşlik etmeye başlamıştı. Seçtiğim kadındı ya, zaten benim sayılırdı, hayallerimde daha da süslüyordum onu, hayatımın ödülü bana pek kıymetli görünsün istiyordum. Onu süsledim, ihtiyaç duyduğum ve eksik olduğum birçok niteliği ona bahşettim. Çünkü o sadece eşim değil, aynı zamanda beni bütün bir hayata, erkekçe bir mücadeleye ve zafere ulaştıracak olan ikinci annem olacaktı.

      Bir başkasına teslim etmeden evvel, onu fiziksel olarak da düşlediğim oluyordu. Gerçek şu ki hayatımda birçok kadının peşinden koştum ve birçoğu da kendilerine ulaşmama izin verdi. Rüyalarımda ise tümüne ulaşıyordum. Elbette özelliklerini değiştirerek güzelleştirmeye çalıştığım yoktu. Sadece çok ince ruhlu bir ressam arkadaşımın yaptığını uyguluyordum, güzel kadınları canlandırırken başka bir güzel şeyi de düşünüyordum: Örneğin narin porselenleri. Tehlikeli bir rüyadır bu. Çünkü hayalini kurduğumuz kadınlara yeni bir güç verebilir, onları gerçek ışıkta tekrar gördüğümüzde rüyalarınızdaki meyvelerin, çiçeklerin, porselenlerin izlerini taşırlar.

      Ada’ya yaptığım kurlardan bahsetmek benim için zor. Hayatımın uzun bir dönemi boyunca, kendimden utanmama neden olan, bunları ben yapmış olamam diye düşündüren bu aptal macerayı unutmak için çabaladım. “Bu kadar da ahmak olamam ben!” diyordum. Yadsımak rahatlamamı sağlıyordu, bu nedenle bunda ısrar ediyordum. On yıl önce, yirmi yaşında böyle davranmış olsaydım yine neyse! Ama sırf evlenmeye karar verdiğim için böylesi ahmaklıklarla cezalandırılmak, haksızlık gibi geliyordu. Her türlü maceradan yüzsüzlüğe varan bir rahatlıkla geçip gitmişken burada utangaç bir çocuğa dönüşmüştüm, sevgilisinin eline belki de farkına bile varmazken dokunmaya çalışan, sonra bedeninin böylesi bir temasla onurlandığı kısmına tapınan. Bu macera her ne kadar hayatımın en temiz macerası olsa da bugün yaşlanmışken onu en çirkini olarak hatırlıyorum. Sanki on yaşında bir çocuk, ninesinin göğsüne dadanmış gibi tatsız bir anı. Mide bulandırıcı.

      Peki, kıza bir türlü açılamayıp “Kararını ver!” demeyi bir türlü başaramayışımı nasıl açıklayacağım? Beni istiyor musun, istemiyor musun? O eve hayaller kurarak gidiyordum, birinci kata çıkan merdivenleri tırmanırken hepsini sayıyordum, tek çıkarsa beni seviyor diyordum, kırk üç merdiven olduğunda da hep tek çıkıyordu. Karşısına büyük bir güvenle dikiliyordum, bu sefer konuşacağım derken tamamen başka bir şeyden bahsetmeye başlıyordum. Ada, henüz bana küçümsemesini gösterme fırsatı bulamamıştı ve ben de tek kelime etmeye cesaret edememiştim! Ada’nın yerinde olsam bu otuz yaşındaki delikanlının kıçına tekmeyi basardım.

      Şunu söylemeliyim ki ben, sevgilisinin boynuna atılmasını susarak bekleyen yirmilik delikanlılara da pek benzemiyordum. Böyle bir şey beklediğim yoktu. Konuşacaktım tabii ancak daha sonra. Henüz açılamadıysam bu, kendimden şüphe etmemden kaynaklanıyordu. İlahıma, güçlü, asil sevgilime layık olmayı bekliyordum. Bugün olmazsa yarın olabilirdi bu. Neden beklemeyecektim?

      Böyle bir fiyaskoya yöneldiğimi, zamanında fark etmediğim için de utanıyorum. En sıradan kızlardan biriyle karşı karşıyaydım ancak onu, o kadar düşlemiştim ki bana iflah olmaz bir yosma gibi geliyordu. Hakkımda bir şey bilmek istemediğini bana göstermeyi başardığında duyduğum muazzam öfkemde haksızdım. Ama düş ile gerçeği o kadar birbirine karıştırmıştım ki beni bir kez bile öpmediğine ikna edemedim kendimi.

      Kadınları yanlış anlamak, gerçekten de zayıf bir erkekliğin işaretidir. Daha önce hiç bu konularda yanılmamıştım ve ilişkilerimi en başında olduğundan farklı görebilmek için Ada hususunda yanıldığıma inanmak zorundayım. Niyetim onu elde etmek değil, onunla evlenmekti, bu da alışılmadık bir aşk yoludur, çok geniş rahat bir yoldur ancak insanı hedefine değil, ne kadar yakın da olsa hedefin yanıbaşına vardırır. Bu şekilde elde edilen aşkta temel özellik eksiktir: Dişinin boyun eğmesi. Böylece erkek, görme ve işitme duyuları da dâhil olmak üzere, tüm duyularına yayılabilen büyük bir atalet içinde kendi rolüne hazırlanır. Ben her gün bu üç kıza da çiçekler getirdim ve üçüne de tuhaf tuhaf hediyeler taşıdım ve hepsinden önemlisi, inanılmaz bir hafiflikle onlara her gün kendi hikâyemi anlattım.

      Yaşanılan anın kıymeti arttıkça herkes geçmişi daha bir hararetle hatırlar. Nitekim ölüm vakti gelip çattığında humma içindeyken insanın tüm hayatının film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiği söylenir. Mazi, beni en son vedalaşmamın katılığıyla ele geçiriyordu çünkü ondan gitgide uzaklaştığımı hissediyordum. Augusta ve Alberta’nın yoğun ilgisinin cesaretlendirdiği bu geçmişten bu üç kıza bahsedip durdum, ki belki de Ada’nın pek emin olamadığım dalgınlığını örtmek içindi bu. Augusta iyi kalpliliği ile her şeyden kolayca etkileniyordu, Alberta ise öğrencilik zamanında yaptığım taşkınlıkları, gelecekte benzer maceralara atılabilme arzusuyla yanakları kızararak dinliyordu.

      Çok sonra Augusta’dan öğrendim ki bu üç kızdan bir tanesi bile hikâyelerimin gerçek olduğuna inanmıyormuş. Augusta’ya sırf bu sebepten daha değerli gelmişler çünkü bizzat benim uydurduğum şeylermiş ya kaderin bana dayattıklarından daha çok benimmiş gibi gelmiş gözüne. Alberta da inanmadığı hikâyelerimi sevmiş çünkü iyi niyetimi görmüş içlerinde. Yalanlarıma kızan tek kişi ise ağırbaşlı Ada olmuş. Tüm çabalarımın neticesinde kendi hedefini değil, tam yanı başındaki başka hedefi vuran bir nişancı gibi hissediyordum.

      Oysa anlattığım hikâyelerin çoğu doğruydu. Tam olarak ne kadarı doğru söyleyemem çünkü onları Malfenti’nin kızlarından önce daha pek çok kadına da anlattığım için, elimde olmadan bazı kısımlarını çarpıtmış ve daha anlamlı hâle getirmiş olabilirdim. Nitekim gerçektiler çünkü benim onları ifade ediş biçimim buydu, bugün artık bu gerçeği ispatlamayı umursamıyorum. Benim uydurduğumu düşünüp bundan etkilenen Augusta’yı hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Ada’ya gelince… Bence şimdiye kadar fikrini değiştirmiş, hikâyelerimin doğru olduğunu anlamıştır.

      Ada ile ilişkimde olan tüm başarısızlığım, en sonunda sesimi çıkarmam gerektiğine karar verdiğim anda ortaya çıktı. Bu sonucu şaşkınlıkla karşıladım ve en başta inanmadım da. Benden hoşlanmadığını ifade eden tek bir kelime bile söylememişti, bana pek de sempati beslemediğini gösteren ufak

Скачать книгу