Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 22
Takip eden gece de bana çok uzun geldi, neredeyse tümünde gözümü kırpmadım. Babamın ölümünden sonra gece kuşu olma alışkanlığımı bırakmıştım, şimdi evlenmeye karar vermişken de bu alışkanlığıma dönmek, tuhaf olurdu. Bu nedenle zaman çabuk geçsin diye uykumun gelmesini de umarak erken yattım.
Ada’nın üç kez orada bulunduğum saatlerde oturma odasında bulunmayışı ile ilgili açıklamalara, körü körüne inanmıştım çünkü kendime seçtiğim kadının yalan söylemeyi bilmeyecek kadar ağırbaşlı bir kadın olduğuna güvenim tamdı. Ancak gece olunca bu güven azaldı. Augusta konuşmayı reddedince Alberta’nın bu teyze ziyaretini bahane olarak kullanmasını, ona ben mi söyledim diye şüpheleniyordum. Beynim ateşler içindeyken ona ne demiştim tam olarak hatırlamıyordum ama belli ki bu mazereti ona bizzat ben sunmuştum. Yazık! Eğer böyle yapmamış olsaydım, belki de o bahane için başka bir şeyler uydururdu, ben de yalanını yakalayıp istediğim açıklamaya nihayet sahip olurdum.
Ada’nın benim için ne kadar önemli olduğunu burada fark etmiş olabilirim çünkü sakinleşebilmek için eğer beni istemezse, sonsuza dek evlilikten vazgeçerim diyordum kendime. Bu nedenle beni reddetmesi, hayatımı değiştirecekti. Ancak bir düşünceden diğerine atlıyor, belki de bu ret benim için bir şans olabilir diye düşünüp rahatlıyordum. O sıralarda, evlenenler de bekâr kalanlar da sonunda pişman olacaklardır diyen Yunan filozofu hatırladım. Kısacası kendi macerama gülme yeteneğimi henüz kaybetmemiştim; ihtiyacım olan tek yetenek, uyuyabilmekti.
Ancak gün doğarken uyuyakaldım. Uyandığım zaman o kadar geç olmuştu ki Malfenti evine ziyaretim için izin verilen saate çok az zaman kalmıştı. Bu nedenle, Ada’nın ruhunu aydınlatacak başka ipuçlarını bulmak için çabalamaya artık gerek kalmayacaktı. Ancak kişinin düşüncelerini, kendisi için çok önemli olan bir konudan alıkoymak zordur. İnsan bunun nasıl yapılacağını bilseydi daha şanslı bir hayvan olurdu. O gün biraz da abartarak hazırlanırken başka bir şey düşünemiyordum: Ada’nın elini öpmekle iyi mi yapmıştım yoksa dudaklarından öpmediğim için kötü mü etmiştim?
Tam o sabah, garip, ergenlik dönemimin bana bahşettiği o küçük erkeksi inisiyatiften beni mahrum bırakan bir fikir geldi aklıma. Acı veren bir şüpheye kapıldım: Eğer Ada, beni sevmeden ve gerçekten bana karşı bir şey hissetmeden sırf ailesi istiyor diye benimle evlenecek olursa?.. Çünkü o ailedeki herkes yani Giovanni, Bayan Malfenti, Augusta ve Alberta kuşkusuz beni seviyordu, kuşkulandığım yalnızca Ada’ydı. Ufukta nefret dolu bir evliliğe ailesi tarafından zorlanan genç kızın hikâyesini anlatan, alışılagelmiş popüler bir roman beliriyordu. Ama ben buna izin veremezdim. Ada’yla, yani sadece Ada’yla konuşmak zorunda olmamın başka bir nedenini de bulmuştum. Hazırladığım o hazır soruyu, ona yöneltmek de yeterli olmayacaktı. Gözlerinin içine bakacak ve ona “Beni seviyor musun?” diye soracaktım. Eğer evet derse onu kollarımla sarıp içtenlikle titrediğini hissedecektim.
Bu yüzden kendimi her şeye hazırlamışım gibi geldi bana. Oysa bu tür bir sınava, konuşmada kullanacağım metin sayfalarını gözden geçirmeyi unutarak geldiğimi fark etmiş olmam gerekirdi.
Beni yalnızca geniş salonun bir köşesinde oturan Bayan Malfenti karşıladı ve kızların nerede olduğunu sormama fırsat vermeden hararetli bir sohbete koyuldu. Bu durum dikkatimi dağıttı ve doğru zaman geldiğinde unutmuş olmamak için dersimi aklımda tekrar etmeye koyuldum. Birdenbire, bir borazan çalmış gibi dikkat kesildim. Hanımefendi bir ön söze başlamıştı. Bana kendisinin ve kocasının arkadaşlığından ve küçük Anna da dâhil olmak üzere tüm ailenin sevgisinden söz etti. Birbirimizi nicedir tanıyorduk. Dört ay boyunca her gün görüşüyorduk.
“Beş!” diye düzelttim, gece boyu hesaplamış, ilk ziyaretimin sonbaharda yapıldığını ve şimdi tam ilkbaharda olduğumuzu anımsamıştım.
Hanımefendi sanki hesaplamayı gözden geçirmek istiyormuş gibi düşünerek sonunda: “Evet beş!” dedi. Sonra bir sitem havasıyla “Bana öyle geliyor ki Augusta için artık tehlike arz ediyorsunuz.”
“Augusta mı?” diye sordum yanlış duyduğumu düşünerek.
“Evet!” diye onayladı hanımefendi. “Ona umut veriyorsunuz, bu yüzden de tehlikeli bir durumdasınız.”
Naifçe hislerimi açığa çıkardım.
“Açıkçası gözüm Augusta’yı görmüyor bile!”
Şaşırmış -ya da bana öyle geldi- daha da doğrusu üzülmüş gibi bir hareket yaptı.
Bu esnada bu yanlış anlaşılma gibi görünen şeyin, ne kadar önemli olduğunu hemen kavradım ve nasıl düzeltebilirim diye kafa yormaya başladım. Beş ay boyunca Ada’yı incelemek niyetiyle geldiğim ziyaretlerimi gözden geçiriyordum. Augusta ile birlikte bir şeyler çalmıştık, hatta bazen beni dinlediği için onunla Ada’dan daha fazla konuşmuştum ancak kendi onayını ekleyerek Ada’ya anlatabilsin diye yapmıştım bunu. Hanımefendiye durumu net bir şekilde açıklayıp Ada’ya yönelik hedeflerimi anlatmalı mıydım? Ama kısa bir süre önce, Ada ile yalnız konuşmaya ve onun ruhunda ne var diye anlamaya karar vermiştim. Belki de Bayan Malfenti ile açıkça konuşsaydım işler tersine dönerdi, yani Ada ile evlenemeyecek olsaydım bile Augusta ile de evlenmezdim. Bayan Malfenti’yi görmeden önce aldığım kararın kendime rehberlik etmesine izin vererek bana söylediği şaşırtıcı şeyleri duyduktan sonra sessiz kaldım.
Yoğun bir şekilde düşünüyordum ama biraz kafam da karışmıştı. Anlamak istiyordum, öngörmek istiyordum, hem de hemen. Gözlerinizi çok fazla açtığınızda etrafınızı pekiyi göremezsiniz. Beni evden atmak isteyebilecekleri olasılığını düşündüm. Bana bunu göz ardı edebilirmişim gibi geldi. Çünkü masumdum, korumak istedikleri Augusta’ya kur falan yapmamıştım. Ama belki Ada’yı korumak için Augusta hakkında niyetlerim olduğunu öne sürmüşlerdi. Artık bir kız çocuğu olmayan Ada’yı bu yolla mı koruyorlardı? Rüyalarım dışında saçına bile el sürmediğime emindim. Gerçekte yapabildiğim, sadece eline dudaklarımla dokunmaktı. O eve girmekten menedilmek istemiyordum çünkü ayrılmadan evvel, Ada ile konuşmak istiyordum. Bu yüzden titrek bir sesle sordum:
“Siz söyleyin hanımefendi, kimseyi rahatsız etmemek için ne yapmalıyım?”
Tereddüt etti. Bağırarak düşünen Giovanni ile bu konuşmayı yapmayı tercih ederdim. Sonra kararlı ama sesinden açıkça anlaşılan nazik görünme çabasıyla şöyle dedi:
“Bir süre bize daha seyrek gelmelisiniz. Yani her gün değil de haftada iki veya üç kez.”
Bana, kaba bir şekilde gitmemi ve asla geri dönmememi söyleseydi kesinlikle Ada ile ilişkimi netleştirebileyim diye, bana en azından bir ya da iki gün daha hoşgörülü davranması için ona yalvarırdım. Ancak korktuğumdan daha yumuşak olan bu sözler, bana kızgınlığımı ifade etme cesareti verdi:
“İsterseniz bu eve tek bir adım atmam daha!”
Umduğum gibi davrandı. Hemen itiraz etti, tekrar hepsinin bana duyduğu saygıdan bahsetti ve ona gücenmemem için bana yalvardı. Cömert davrandım, ona istediği her şeyi verebileceğimi söyledim, yani o eve dört veya beş gün gelmekten kaçınacaktım, haftada en çok iki veya üç kez gelecektim ve her şeyden önce de kendisine kırgınlık beslemeyecektim,