Şakarim. Yerlan Sıdıkov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şakarim - Yerlan Sıdıkov страница 17
Şakarim halkın vergi borcunun olduğunu biliyordu. Bunun içinde, ellibaşı konumundakilerin güya nahiye müdürlüğü göreviyle alakalı olarak topladığı ve halkın “kara vergi” adını verdiği haraçlar da vardı. Bu aslında yerel vergiydi. Şakarim hızlıca düşünerek “kara vergilerin” halk için ne kadar büyük bir talihsizlik olduğunu anladı. Oracıkta bu verginin tamamen kaldırılmazsa bile makul bir miktara çekilmesi doğrultusunda kesin karar aldı. “Acaba görevimle ilgili masrafları kendi çiftliğimden karşılayamaz mıyım?” diye düşündü.
Asil düşüncelerinden başkanın nasihat niteliğindeki konuşması uzaklaştırdı. İlçe başkanı nahiye müdürünün çarın bozkırdaki gözü ve kulağı olduğunu söylüyordu. Bunun yanı sıra o, nahiyedeki işlerin hükümet siyasetine aykırı düşecek şekilde yürütülmemesi gerektiğini birkaç defa tekrarladı. Aksi takdirde nahiye müdürünün kafasını bizzat kendisi kesecekmiş.
Şakarim sert nasihatlerden hiç etkilenmedi. Aklı daha çok çiftlik sorunlarıyla meşguldü.
MERHAMET ŞİFRESİ
Nahiye müdürlüğü ofisini obasına taşıyan Şakarim, tüm sorunların evde oturarak çözülemeyeceğini hemen anladı. Oba sakinleri, özel olarak çağırıldıklarında bile, nahiye müdürüyle görüşmeye pek de acele etmiyorlardı. Ona sadece zulümlere maruz kalanlar geliyordu.
Genç nahiye müdürüne uzak obalara kadar gitmek zor gelmiyordu, çünkü doğduğu bozkırı dolaşmak onu hiç sıkmıyordu. Bozkır onun mahrem duygularını uyandırıyordu. Geniş alanda düşünmek Şakarim’e daha kolay geliyordu. Ufak tepe silsilelerinin bulunduğu tekdüze, uçsuz bucaksız düzlüğün neresi ilginç, diye düşünülebilir. Ender olarak ağaçlar çukurluklarda küçük ormanlar oluşturmuş durumda. Biraz ötedeki çalılara benzeyen boz benekler birden yamaç boyunca ilerlemeye başlıyor. Bu, akşama doğru çadırların bulunduğu yere dönen hayvan sürüleridir. Bir obadan başka obaya geçerken yol üzerinde bulunan mimarî yapılar sadece etrafı taşlarla çevrili mezarlardır. Gerisiyse şeffaf saflığıyla sonsuz mutluluk duygusu aşılayan sır dolu, ebedî doğadır, fakat mezarlar sadece öteki dünyaya dönüşü simgelemekle kalmaz aynı zamanda göçebelerin kalplerinin kapısını çalan tarihin ta kendisi oluverir. Her mezar taşı Uruğun münferit boyunun tarihidir. Mezar tepesinin ardında hasret dolu nazik bir bedenin yanı sıra tüm soyun bozkır sakinlerinin hafızalarında yaşayan tarihi gizlidir.
Tepe ve vadilerin yanından geçerken Şakarim halkın daha iyi yaşaması için nelerin yapılabileceğini, nahiyede ne tür reformlara ihtiyaç olabileceğini düşünüyordu. Kendisini çevreleyen alanın çapına uygun olarak genel konularda düşünmek istiyordu, fakat aklına bir şey gelmiyordu, gerçi gelmesi de belki imkânsızdı. Rus idaresinin tüzük ve yasaları oba hayatının sığması gereken çerçeveyi oldukça katı bir biçimde daraltıyordu.
Şakarim, kendisini en çok endişelendiren güncel sorunlara dönüyordu. Onun canını en çok sıkan şey, Abay’ın da dediği gibi Uruğun parçalanmasına neden olabilecek iki aile arasındaki düşmanlıktı. O bozkırda barış ve mutluluğun hüküm sürmesini içtenlikle diliyordu. Şakarim belagatini soydaşlarına iyi ilişkileri, müminliği, huzurlu emeği nasihat etmek için kullanıyordu.
– Kıskançlık, hırs, tembellik insan ruhuna aykırı şeylerdir. Bu yüzden Allah’ın verdiğiyle yetin ve dürüstçe çalış, diyordu o genellikle.
– Neden insanları düzeltmeye çalışıyorsun? Sen işlerinle uğraş, iç çatışmalarıysa görmezden gel, diyordu yaşlılar Şakarim’in yaptıklarına anlam veremeyip.
– Gözlerini kapatabilirsin, fakat kalp gözünü nasıl kapatırsın? Dilini tutabilirsin, fakat düşünceyi tutmak imkânsızdır. Niyetler temiz, işlerse hayırlı olmalıdır, – diye cevap veriyordu bozkır bilgelerine has çok süslü genç nahiye müdürü.
1879 yılının ilkbaharında ailede çok beklenen olay meydana geldi. Mauen, Şakarim’in hayatın anlamı hakkındaki düşüncelerini alt üst eden ilk çocuğunu, sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.
Kutlamak için tüm oba toplandı. Kıymetli konuk olarak sevgili Kunanbay dede de teşrif etti. O, çocuğa isim verebilmek için fısıltı eşliğinde uzun süre mısralar üzerinde parmağını gezdirerek Kuran inceledi. Bu tür durumlarda sıkça yaptığı ukalalığa bu sefer yer vermeden Kunanbay ismi kutsal kitapta arayıp buldu ve çocuğa Abusufyan (1879–1925) adını verdi.
Mutluluktan uçacak gibi olan Şakarim, görevini daha yüksek enerjiyle yapmaya başladı. O, oba sakinlerine iyimserlik ve şairlik için daha uygun olan özel bir ilham aşılayarak hiç usanmadan bir obadan diğerine gidiyordu. Aslında insanlarla iletişimde de ilhamın faydası büyüktü. Şakarim’i insanlar gülümseyerek karşılıyor, genç nahiye müdürünü gördüklerine seviniyorlardı, onun hür yaşam hakkındaki konuşmalarını dinleyip sanki önünde en az yüz yıl varmışçasına kurduğu planlarına hayret ediyorlardı.
Şaşırtıcı, ama Şakarim’in müdürlük yaptığı dönemde Şıngıs nahiyesinde gerçekten de refah hüküm sürdü. Nispeten tabii. Komşular otlaklar yüzünden daha az tartışır olmuşlardı. Zayıf çiftlikler güç kazanıp hayvan sayısını arttırma ümidi oluşmuştu. Hayvan hırsızlığı nedeniyle meydana gelen kanlı çatışmalarsa tamamen sona ermişti.
Genel olarak dönemin edebî tasvirlerinden yola çıkarak Tobıktı Uruğu mensuplarının nerdeyse her yıl otlaklar, yaylalar ve kışlaklar için birbiriyle şiddetli bir şekilde çatıştığı düşünülebilir. “Abay Yolu” adlı romanda nahiye müdürleriyle varlıklı hayvan sahipleri fakir boyların zayıf obalarına zarar veriyorlardı. Ancak gerçek hayatta da çatışmalar bu kadar sık yaşanmış olsaydı Tobıktı Uruğundan geriye sadece hatıralar kalmış olacaktı. Aralıksız çatışmalar nedeniyle içten parçalanmış göçebe toplumuysa çoktan dağılmıştı.
Aslında geleneksel Kazak toplumunun dokusu sağlamdır. Onu güçlendiren neydi? Tabii ki her şeyden önce geleneklerdir. İnsanlar tahmin edilenden daha çok yolculara kapılarını açıyor ve muhtaç soydaşlarının karnını doyuruyorlardı. Zenginlerin de sanki ejderhalar gibi fakirlerin elinden malını, hayvanını, otlaklarını almadığı kesindir. İyilik ve merhamet geleneksel toplumda sadece lafta değildi, çünkü nesilden nesile aktarılan göçebe yasaları büyük önem taşıyordu. Kazak halkının efsanevî sabrı ve zor dönemleri sebatkârlıkla atlatma imkânı veren sağlamlığı buradan geliyor.
Günümüz edebî eserlerinde de Kazaklar hakkında aralarında birlik olmayan insanlar şeklinde bir düşünce mevcuttur. Aslında genel olarak halk böyle değildir. Asırlarca Kazak halkı içinde karşılıklı yardımlaşma geleneği varlığını sürdürmektedir. Zengin uruk sahipleri Uruğun güvenliğini her zaman düşünmüş, muhtaçlara ilk olarak yardım eli uzatmışlardır. Esasında onlar kendi saadetleri için olduğu kadar tüm Uruğun refahı için zenginleşiyorlardı.
1879–1880 yıllarının kış mevsiminde göçebe halk yeni imtihanlardan geçmek zorunda kaldı. Aşırı soğuklarla buzlanma sebebiyle oluşan yem yokluğu ve hayvan ölümü kıtlığa neden oldu. Kazaklar genelde kış için yem stoklamaz adına “tebin” denilen kar altındaki kışlık otlağa güvenirlerdi. “Tebin”, tepmek anlamına gelen Kazakçadaki “tep” sözcüğünden