Samet Vurgun. Ali Kafkasyalı
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Samet Vurgun - Ali Kafkasyalı страница 16
Öyle murdârını görmekte ki insan fuhşun;
Bırakın söylenemez: Mevki´imiz cami´dir;
Başka yer olsa da tafsile hayâ mâni´dir.
Ya ta´assubları? Hiç sorma, nasıl maskaraca!
O, uzun hırkasının yenleri yerlerde hoca!
Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid’at;
…
Ne Hudâ´dan sıkılırlar, ne de Peygamber´den.
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden,
Çekecek memleketin hâli ne olmaz, düşünün!
Sayısız medrese var gerçi Buhârâ´da bugün…
Okunandan ne haber on para etmez fenler,
Ne bu dünyâda soran var, ne de ukbâda geçer.
Üdebâ doğrusu pek çok, kimi görsen: Şâir.
Yalınız, şi´rine mevzû iki şeyden biridir:
Koca millet! Edebiyyâtı ya oğlan, ya karı…
Nefs-i emmâre hizâsında henüz duyguları!.. (1912) (Ersoy, 1992: 149 vd.)
1914-1921 tarihlerinde yedi yıla yakın Türk yurtlarında görev yapan Adil Hikmet Bey de “Asya’da Beş Türk” adlı eserinde Asya’daki “ulema”nın hâlini bütün çıplaklığı ile uzun uzun anlatır.
Arap muhitlerinden gidip Türkistan’da hocalık yapan, hatta kendilerini şeyh olarak tanıtan din tacirlerinden Said Hoca’ya (Said El-Aseli) Arif Hikmet Bey sorar:
“-Hoca” dedim.”Şimdiye kadar kaç kadın aldın?”
“Galiba dört yüz elliyi geçti. Ama hakiki adedini ben de unuttum.” (Gedikli, 2012: 373)
…
“Halk münevver ve açıkgözdür. Ancak ulema sınıfı yine öyle tembel, safsatacı ve cahildir. Bunlar dinin esaslarını dahi bilmezler. Yegâne işleri beş on kuruş mukabilinde arzu olunan şekilde fetvalar vermek ve ahlakı ifsad etmekten ibarettir.
Sıcak yaz günlerinde bağlarda sohbet kurarak zevk ve neşeyi artırmak bahanesiyle müselles-i şer’i namını verdikleri şarabın içilmesine bile tellallık ederler.
…
Kaşgar'da birbiriyle geçinemeyen beyler ulemanın bu hâllerinden istifade ederler. Onların ellerine kıstırdıkları birkaç kuruşla her şeyi yaparlar. Parayı alan hoca minareye çıkar ve bağırmaya başlar:
“Ey nas (insanlar)! Filan bey kâfirdir. Hatunu kendisinden boştur. Hiçbir fert ona selam vermesin. Veren olursa o dahi kâfirdir… İşte ulemanın hâli!.. Ulema bu gammazlığı ve münafıklığı birkaç kuruş hatırı için irtikab eder (işler).” (Gedikli 2012: 352 vd.)
Büyük mihrakların görevlendirdiği “din tacirleri” vasıtasıyla Müslüman toplumların zincire vurulup köleleştirtirildiği, maddî ve manevî bütün varlıklarının istismar edildiği, Vakıf’ın diliyle “âlilerin hâk-i mezellette, denilerin muteber olduğu”, Müslüman coğrafyalarının densizlerin, şarlatanların tahakkümü altına alındığı, gerçek aydın ve âlimlerin tükenme noktasına geldiği, cehaletin gırtlağa dayandığı bir dönem …
Âkif’in yazdığı gibi
Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz;
Bu derde çare bulunmaz – ne olsa – mektepsiz;
Ne Kürt elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arap;
Ne Çerkes’in, ne Lâz’ın var, bakın, elinde kitap!
Hülâsa milletin efrâdı bilgiden mahrum.
Unutmayın şunu lâkin: “Zaman: zamân-ı ulûm!”
Müfessir şair böyle derken halk ozanı Zülalî de aynı şeyleri söylüyor:
Bütün Ermeniler, Rumlar okurlar Türkçe, Rusça’yı,
Yazık değil mi Türk evlâdı kalsın her esâretde.
…
Diğer milletlere göre ne denlü gerüde kaldık,
Aman kardaş ne fark vardır bizim ile cemâdâtda.
Şu Poskov Medresesi’nden dilenciler çıkarmakla,
Zülâl der, kurtulur mu hiç vatan kalmış cehâletde.
Elinde doğruları sunan kaynakların bulunmaması, “Kur’an’dan aldığı ilhamı asrın idrakine sunacak hocaların olmayışı sebebiyle “güzel ahlâkın” yerine aklagelmedik safsatalar ikame edilmiştir.
Samet Vurgun’un “Rusiya şeirinin şah əsərini / Çəvirdim ilk dəfə Türkün diline.” diyerek Puşkin’in “Yevgeniy Onegin” adlı manzum romanını Türkçe’ye çevirmenin haklı gururunu yaşamasının altında sanki Âkif’in Osmanlı üdebasını anlattığı manzumesinde önerdiği “Konturat akdederek Rusya’dan on on beş edib,/ Getirir, yazdırırım millet için birçok eser!” düşüncesinin etkisi vardır.
Üdebânız hele gâyetle bayağ mahlûkat…
Halkı irşâd edecek öyle mi bunlar? Heyhât!
Kimi Garb´ın yalınız fuhşuna hasbî simsar;
Kimi, İran malı der; köhne alır, hurda satar!
Eski divanlarınız dopdolu oğlanla şarab;
Biradan, fâhişeden başka nedir şiir-i şebab
Serseri: Hiç birinin mesleği yok meşrebi yok;
Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok!
…
O benim en ebedî hasmım olan Rusya bile,
Hakkı teslim edelim! Hiç de değildir böyle.
Mütefenninleri tâ keşfe kadar tırmanıyor;
Edebiyyâtı anıldıkça zemin çalkanıyor.
Kudretim yetse eğer, on yedisinden yukarı,
Üdebâ nâmına kim varsa, huduttan dışarı
Atarım taktırarak boynuna bah-nâmesini;
Okuyan yaftayı elbette çıkarmaz sesini.
Sonra bir tarz-ı telâfi bulurum: -gerçi garib-
Konturat akdederek Rusya´dan on on beş edib,
Getirir, yazdırırım millet için birçok eser! (Ersoy, 1992: 169)
Fələkdən intiqam istər, qopub ruhumda tufanlar,
Nə insafsız, nə vicdansız olurmuş Ya Rəb, insanlar! (Vurğun, 2005: II/235)
Vurgun, insanları dinle aldatan şarlatanlardan Yara-tan’a yakınıyor.
Tebrizli Şair Rıza Sarraf 1906 yılı Ağustos ayında İngiliz konsolosluğunun önünde yapılan mitingde okuduğu “Dur35, Veqt-i Səhərdir!” adlı şiiri Güney Müslümanlarının vaziyetini tasvire yeterlidir zannederim.
Ey Millət-i İslam, oyan, vəqt-i səhərdir!
Gör
35
Dur: Kalk.