Beyaz Diş. Джек Лондон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Diş - Джек Лондон страница 3
“Onları ateşten sopayla uzaklaştıramazsın.” diyerek arkadaşının fikrine katıldığını beyan etti. “Şişko’nun bir sorunu olduğunu düşünmüşümdür hep.”
Kuzey topraklarındaki ölü bir köpeğin ardından söylenenler işte bu kadarcıktı. Birçok köpeğin ya da insanın ardından da bu kadarcık şey söylenirdi.
DİŞİ KURT
Kahvaltı yaptılar ve az buçuk eşyalarını kızağa yükleyip yanan ateşi arkalarında bırakarak karanlığa daldılar. Bir anda üzücü çığlıklar yükselmeye başladı. Karanlığı ve soğuğu delerek birbirine cevap veren çığlıklar… Gün ışığı saat dokuzda belirdi. Öğle vakti gelip de güneyde pembemsi bir renk aldığında gökyüzü, yeryüzündeki çıkıntı ile öğle güneşi ve kuzey dünyası arasındaki sınırı belirtiyordu. Ancak pembemsi renk çabucak kayboldu. Gri ışıklar ise saat üçe kadar görünmeye devam edip yok oldular. Böylece Arktik gecesinin kefeni ıssız ve sessiz araziyi kaplayıverdi.
Karanlık artmaya devam ettikçe avcı çığlıkları sağdan soldan yükselmeye başladı. Hatta o kadar yakınlardı ki yürüme mücadelesi veren köpeklere birden fazla kısa ömürlü panik yaşattılar.
Böylesi panik hâllerinden birinde, Henry ile birlikte köpekleri yeniden yola soktuktan sonra Bill şunları söyledi:
“Bir yerlerde bir av yakalayıp uzaklaşsalar da bizi rahat bıraksalar keşke.”
“Gerçekten de sinir bozuyorlar.” diyerek arkadaşına katıldı Henry.
Kamp kurana kadar hiç konuşmadılar.
Bill haykırıp köpeklerden acı dolu bir çığlık yükseldiği sırada Henry eğilmiş kaynayan fasulye kabına buz eklemekteydi. Bu sesler irkilmesine sebep oldu. Kardan geçip karanlığa sığınarak kaybolan şekli görmek üzere derhâl doğruldu. Daha sonra Bill’in, köpeklerin arasında yarı muzaffer yarı kederli bir hâlde durduğunu gördü. Bir elinde sopa vardı. Diğer elindeyse güneşte kurutulmuş somon balığını kuyruğundan tutuyordu.
“Yarısı bende.” dedi. “Aynı anda indiriverdim bir tane. Ciyaklamasını duydun mu?”
“Neye benziyordu?” diye sordu Henry.
“Göremedim. Ama dört ayaklıydı. Ağızları ve tüyleri herhangi bir köpeğe benziyordu.”
“Evcil bir kurt olmalı diye düşünüyorum.”
“Evcil ya da değil buraya gelip yemek yiyor balıktan payını alıyor.”
O gece akşam yemeği yendikten sonra tabuta oturup pipolarını çıkardılar. Parlayan gözlerin çizdiği çember her zamankinden daha fazla dardı.
“Keşke birkaç tane geyiğe ya da öyle bir şeye rastlasalar da bizi rahat bıraksalar.” dedi Bill.
Henry, o kadar da anlayışlı olmayan bir tonlamayla homurdanarak tepki verdi. On beş dakika boyunca sessizce oturdular. Henry ateşe bakıyordu. Bill ise ateşin ötesinde karanlıkta kor gibi parlayan gözleri seyrediyordu.
“Keşke McGurry’de olsaydık.” diye konuşmaya başladı tekrar.
“Şu isteklerini de söylenmelerini de bırak!” diye patladı Henry öfkeyle. “Miden ekşimiş. Seni rahatsız eden bu. Bir kaşık karbonat yutarsan sana iyi gelecek ve seninle arkadaşlık etmek kolaylaşacak.”
Ertesi sabah Henry, Bill’in okuduğu lanetler eşliğinde uykusundan uyandı. Henry dirseğine dayanıp kalkarak yeniden yakılmış ateşin yanında köpeklerin arasında duran arkadaşına baktı. Öfkeyle ellerini kaldırıyordu. Yüzünün şekli değişmişti.
“Hey!” diye seslendi Henry. “Şimdi ne oldu?”
“Kurbağa yok.”
“Hayır.”
“Sana yok diyorum.”
Henry yataktan fırlayarak köpeklere koştu. Dikkatle sayıp kendilerinden bir tane daha köpek çalan yaban topraklarına arkadaşı gibi küfürler savurdu.
“Kurbağa içlerindeki en güçlü köpekti.” dedi Bill en sonunda.
“Hem de aptal değildi. diye ekledi Henry.
Böylece iki günde iki köpeğin ardından son sözler söylendi.
Kasvetli bir kahvaltı yapıp kalan dört köpeği kızağa koşumladılar. O gün de bir önceki günlerin tekrarıydı. Donmuş dünyanın yüzeyinde konuşmadan güç bela yürüdüler. Sessizlik sadece peşlerindekilerin çığlıklarıyla deliniyordu. Arkalarından gelen ve sahiplerini göremedikleri sesler… Öğleden sonra karanlıkla beraber peşlerindekilerin çığlıkları daha da yaklaştı. Köpekler heyecanlanmaya ve korkmaya başladılar. Köpeklerin panikle koşumlarının birbirine karışmasının ve iki adamın bunalmasının sebebi bu seslerdi.
“İşte, sizin gibi aptal mahlukları sabitler bu.” dedi Bill memnuniyetle. Görevini tamamlayıp ayağa kalktı.
Yemek pişirmeyi bırakan Henry, yanına geldi. Ortağı köpekleri bağlamakla kalmamış, onları Kızılderili usulü çubuklarla sağlamlaştırmıştı. Her köpeğin boynuna deri bir kayış yerleştirmişti. Bu kayışı boynunun yanına, köpeğin dişiyle ulaşamayacağı bir noktaya sabitlemiş, kayışa da bir metre kadar bir sırık takmıştı. Sırığın diğer ucu da kayış vasıtasıyla yerdeki bir kazığa sabitlemişti. Köpek, sırığın kendi tarafındaki kayışı çiğneyemezdi. Sırık da kayışın diğer ucuna erişmesini engelliyordu.
Henry, onaylarcasına kafasını salladı.
“Tek Kulak’ı zapt edebilecek tek mekanizma bu.” dedi. “Bir kayışı bir bıçaktan daha temiz delebilir. Üstelik de daha kısa sürede. Sabahleyin sapasağlam burada olurlar.”
“Emin olabilirsin ki burada olacaklar.” dedi Bill. “Bir tanesi bile kaybolursa kahvemi içmeden çıkarım yola.”
“Biliyorlar onları öldürmeye yetecek cephanemiz olmadığını.” dedi Henry yatma vakti geldiğinde etraflarını saran gözleri işaret ederek. “Eğer ki birkaç el ateş edebilseydik onlara bize saygılı davranırlardı. Her gece biraz daha yaklaşıyorlar. Ateş ışığından gözlerini çek ve dikkatlice bak şu tarafa. Şunu gördün mü?”
İki adam, belirsiz şekillerin ateş ışığının sınırındaki hareketlerini izleyerek oyalandılar bir süre. Dikkatle baktıklarında karanlıkta parlayan gözlerin yavaş yavaş hayvan silüetine büründüğünü görebiliyorlardı. Zaman zaman bu silüetlerin hareket ettiğini bile fark ettikleri oluyordu.
Köpeklerin çıkardığı bir ses, adamların dikkatini çekti. Tek Kulak, kısa ve istekli inlemelerle sırığın müsaade ettiği miktarda öne fırlıyor, dişleriyle sırığa saldırmak için